TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsana ‘Değer’ / Herkes Üzerine Alınabilir; Önce Kendime, İçimdeki ‘Ben’e…

İnsana ‘Değer’ / Herkes Üzerine Alınabilir; Önce Kendime, İçimdeki ‘Ben’e…

Bilal-i Habeşi’ye (r.anh) Mekkeli müşrikler, imanından ötürü çeşitli işkenceler yaptığı, kızgın kumların üstünde vücudunu dağladıkları bir zamanda Hz. Ebubekir (r.anh) onu 5 ukiyye (118.8 gr altın) vererek satın alıp müşriklerin elinden kurtarmıştı. Müşrikler daha sonraları, sırf alay etmek maksatlı, Ebubekir’e gelip “Eğer onu 1 ukiyyeye almak isteseydin, biz sana yine de satacaktık.” dediler. Bu söz üzerine Hz. Ebubekir onlara şöyle dedi: “Şayet onun için benden 100 ukiyye isteseydiniz bile, ben yine de onu sizden alacaktım.” Çünkü o, buna değer.

Bilal-i Habeşi’ye (r.anh) Mekkeli müşrikler, imanından ötürü çeşitli işkenceler yaptığı, kızgın kumların üstünde vücudunu dağladıkları bir zamanda Hz. Ebubekir (r.anh) onu 5 ukiyye (118.8 gr altın) vererek satın alıp müşriklerin elinden kurtarmıştı. Müşrikler daha sonraları, sırf alay etmek maksatlı, Ebubekir’e gelip “Eğer onu 1 ukiyyeye almak isteseydin, biz sana yine de satacaktık.” dediler. Bu söz üzerine Hz. Ebubekir onlara şöyle dedi: “Şayet onun için benden 100 ukiyye isteseydiniz bile, ben yine de onu sizden alacaktım.”

Çünkü o, buna değer.

Evrensel bir kavramdır değer; tüm insanlık için. İnsan, değer vermek zorunda olan bir canlı ve değer görmek isteyen. Şimdi dur bir bak içine, değer olarak nakşettiklerine. Orada neler bulacaksın? Buldukların seni tatmin ediyor mu? Dur da bir bak. Farkında olmasan da yaşamında olan her şeye bir değer veriyor ve her değer verdiğin için bir bedel ödüyorsun.

Platon’un eşsiz mağara metaforunda gibisin; gölgeleri hakikat zannediyor, içine hapsol(un)duğun fanusunu da yurdun belliyorsun. Fanusunu çatlatmak zorundasın. Fanusunda çatlak oluşursa içeri ışık sızacak, çatlak büyüdükçe ışık miktarın artacak ve sen fark edemeyişlerini fark etmeye başlayacaksın. Fark edişin arttıkça dışarıyı merak edeceksin. Çık da bir bak dışarı. Merakını kamçıla, konfor alanından çık da bir bak etrafa. Gölgelerin asılları orada.

Değerli olmak, değeri hissetmek istiyorsun, bu normal olanı. Normal olmayanı, değeri talipten talep etmen. En az senin kadar ihtiyaç duyuyor değer görmek istediklerin de. Öyleyse başka menziller lazım sana.

Sorular insanın manevi ihtiyaç listesi gibidir. Ben de sormuştum bir zamanlar farklı bir menzil bulma aşkına. “İnsan neden bu kadar değere müptela?” diye sormuştum, önce kendime. Uzunca süre cevabını aradığım bir soru olarak durmuştu zihnimin derinlerinde. Sonraları bir ayet fark etmemi sağladı değerin kaynağını. “Biz gerçekten insanı ahsen-i takvim suretinde var ettik…” (Tin, 4)

“Ahsen”, “takvim” kelimeleri uğuldadı bir süre dimağımda. Sonra etimolojilerine baktım, kökeninde hangi anlamlar var diye. Ahsen en güzel demekmiş, kökeni “Hasen”miş. Öyle yabancı durduğuna bakma. Bildiğin bizdeki “Hasan”mış kökü. Hasan “güzel”, ahsen “en güzel” anlamlarına geliyormuş. ‘Takvim’ de bir şeyin planı, programı, içeriği anlamlarına geliyormuş. Birleşince de “en güzel bir şekilde, en güzel bir programda, daha güzeli düşünülemeyecek bir surette” gibi anlamlara bürünüyor. Yani Yaratıcımız bize çokça vermiş. Başka varlıklarda olmayan meziyetlerle donatmış. Vermişse hep ‘değer’den. Değer olmadan verilir mi hiç? İnsan ise nisyan batağında hep unutmuş verilenleri. Sen de unutanlardansın, ben de. Eğer değer doğru menzile akıtılırsa biraz da olsa hakkını ödemiş olacağız belki de.

İnsan kendini biricik sanır. Bu da evrenseldir aslında. Oysa sen dört tanesin. Zannettiğin sen, olmaya çalıştığın sen, başkalarının gözündeki sen ve gerçekte olan sen. En çok da başkalarının gözündeki ‘sen’e takılıyorsun. Bazen soruyorsun çevrendekilere, yakın hissettiklerine; “Sence ben nasıl biriyim?” Bununla ne yapmak istiyorsun? Başkalarının gözündeki ‘sen’i merak ediyorsun. Çünkü iyi olmak istiyorsun. İlgi duyulan, gözde olan, değer verilen, anılan olmak istiyorsun. Değersizlik düşüncesi kıymık gibi batıyor ruhuna; duymak bile istemiyorsun. Bazen de içine soruyorsun nasıl biri olduğunu. Ama için yalakalık yapmıyor, riyakâr davranmıyor. Yüzüne yüzüne vuruyor her şeyi. O yüzden insanlara ihtiyaç duyuyorsun. Yalan da olsa duymak istiyorsun sahte cümleleri. Yani değeri başka menzillerde arıyorsun.

Bence bir şeyleri unutuyorsun. Sen dört tanesin demiştim ya az önce, aslında eksikti o cümle. Başka ‘sen’ler de var zira. Seni ahsen-i takvime layık gören, tırnak uçlarından kirpik uçlarına kadar özenen ve özenini her daim yenileyen, seni hücre hücre anbean yeniden yaratan Yaratıcı’nın gözündeki sen. Sen olmasaydın, var edilmeseydin de bu koca kâinat var olacak, devam edecekti. Senin olmanın ya da olmamanın kâinata bir tesiri yok. Ancak Yaratıcı senin de olmanı dilemiş, ahsen-i takvimi sana bahşetmiş. Yaratıcının gözünde çok değerli olmalısın ki, senin de olmanı dilemiş. Bu nasıl büyük bir lütuftur bir düşün.

Yaratıcı sana/bana bunca değer vermişken değerli hissetmek için menzillerde gezer durur insan. İnsan varlığını ‘Var Eden’i unutursa başkalarına, başka’lara kayar gözleri; teveccüh arar, kıymet arar, değer arar. Tüm insanlık onu methetse neye yarar ki? Tüm kainat onu övse bu, insana yeter mi? “…Ben size yetmez miyim?...” buyuruyor Yaratıcı. (Zümer, 36) Ve ekliyor “… de ki Allah bana yeter!...” (Zümer, 38) Ama sadece deme, hisset; tüm kalbinle, hücrelerinle, ruhunla de.

Yaşam uğruna ter dökeceğin bir ‘değer’in varsa anlam kazanır. Uğruna kat edeceğin bir menzilin yoksa yaşamadın say.

Ve şunu da unutma:

Kimse ama hiç kimse sana Yaratıcı kadar değer vermedi, veremez, ver(e)meyecek.

Kimse ama hiç kimse seni Yaratıcı kadar sevmedi, sevemez, sev(e)meyecek.

Sana değer, ki insan olarak var edilmişsin; değerini başka menzillerde arama.

Ahsen-i Takvim’i bir daha düşün.