TR EN

Dil Seçin

Ara

Çanakkale'den Ayasofya'ya

Çanakkale!.. Ayasofya!..

 

Çanakkale!..

Denizaşırı ufuklara yönelen “Cihan Hâkimiyeti” hamlemizin ilk basamağı, binek taşı ve tetik noktası!.. Orhan Gâzî’nin büyük oğlu Şehzâde Süleyman Paşa, Çanakkale Boğazı’nı sallarla geçerek Avrupa fethini başlatıyor. Kısa zamanda bugünkü Trakya bölgemizin tamamını Osmanlı mülküne katıyor... Böylece, Bizans’a verilen söz tutuldu ve Avrupa’dan gelebilecek yağmacı vahşî Lâtin sürülerinin yolu kesilmiş oldu... Bizim açımızdan ise, müjdeli Fethe kadar Kostantiniyye pırlantası, kırıksız çiziksiz korunup kollanmalıydı!.. Kazan-kazan formülü, zamânenin icâdı sanılmasın!..

Beş buçuk asır sonra ise, Çanakkale’de Birleşik Haçlı donanmasına karşı tarihin en şanlı müdafaa harbinin destanı yazıldı!.. Neler oldu?.. Dünyanın en güçlü armadası nasıl durduruldu?.. Maddî sebepler... Olağanüstü hâdiseler... İlâhî yardım... Bütün bunlar üzerine ciltler yazılmış... “Saklı Tarih” yazılarımızla yıllar önce biz de birşeyler söylemişiz...

Ne var ki, “dün dünle birlikte çoktan gitmiş”... Yeni nesillere yeni şeyler söylemek lâzım...

Biliyoruz ki, gerçek yeniyi, “Bedî”yi sadece Resûller ve sonra onların vârisi olan velîler, âlimler de mücedditler söylemiş, yapmış!.. Bizler ancak, kamaşan gözlerimizi o kutup yıldızlarının ışığına yöneltebilirsek, şu karmakarışık “iletişim,” itişim, kakışım anaforlarından sıyrılıp selâmet sahiline doğru rota tutabiliriz... Kabımızın hacmi nispetinde, “hakikat” âb-ı hayatını yudumlayabiliriz... Hattâ belki de, “her dem yeniden doğmanın” sırrını heceleyebiliriz!.. Olamaz mı?..

Hey, hey!.. Bizler ne kadar bahtiyâr, varlıklı ve elbebek gülbebek nazlı nesilleriz. Kevser havuzlu mânâ villalarımız, şaşmaz hidâyet pusulalı yatlarımız, cennete programlı ışık hızı jetlerimiz var!.. Ama bu imtiyaz ve zenginlik, hedefe en önde varma mesuliyetini de omuzlarımıza yüklemiş!..

Yarı yolda kalmayacağız inşâallah!..

***

Evet, işin kolayını böylece bulduktan sonra, Çanakkale’yi şimdi bir kere daha, belki “ibret” mazgalından, “rızâ” burcundan, “ümit” dürbününden ve “şükür” penceresinden görmeye ve anlamaya çalışabiliriz:

Asıl kıymetiyle Çanakkale, İstanbul’un yâni “has odamız”ın harem dairemizin giriş kapısı!.. Düşman oradan “harben” geçemedi. Mütareke yoluyla, kapıyı tıklatarak, ceketini ilikleyerek, belli bir edep tavrıyla girmek zorunda kaldı!.. Bu yüzden, o “tek dişi kalmış canavar”ın yağma, katliam ve her türlü tecavüz iştihası kursağında düğümlendi!..

Çanakkale Zaferi’mizin bize ve bütün İslâm Âlemine kazandırdığı “özgüven” ve geleceğe dâir ümit ve cesaret ile, işgal altındayken bile İstanbul düşmana “serfürû” etmedi, yüz suyu dökmedi!.. Fütursuzca o tarihî mitinglerini gerçekleştirerek İzmir’i işgal eden Yunanlıları ve iri kıyım diğer düşmanlarımızı meydanları çınlatarak protesto etti, lanetledi!.. “Gizli” teşkilâtlar eliyle Anadolu Kurtuluş Hareketini maddî manevî desteklemekten de uzak kalmadı!..

Tarih boyunca düşmanlarımızın ilk hedefi, bizim en kıymetli ve güçlü değerimize, dinimize saldırmak olmuştur. İngiliz de, çizmesiyle boğazımıza bastığı bir hengâmda, ilim kisveli Anglikan papazlarının diliyle İslâmiyet’i sorguya çekmeye yeltendi!.. Ve yiğit âlimlerimizin tokadına müstahak oldu: “Tükürün o zalimlerin merhametsiz yüzüne!..” Evet... Hâle münasip en ilmî cevap, bu idi!..

Ve nihâyet Ayasofya!..

Ayasofya’nın bir avuç “ölümü istihkâr eden” kahraman muhafız tarafından müdafaası, belki tekmil Çanakkale’ye bedel emsâlsiz bir destandır!.. Düşman açısından ise, “Dardanellâ” bozgunundan beter yeni ve beklenmedik bir hezimet!..

Evet... Haçlı Zihniyet için hedefin hedefi, Ayasofya!.. Ayasofya’daki asıl hedef ise, kubbesindeki Hilâl!.. O Hilâli söküp indirebilirse, “İslâm’ı yendim!..” diye yumruğunu gururla havalara kaldıracak... Elbette, Hilâlin yerine de Yunanlının “sirtaki” hevesi ve neş’esiyle Atina’dan getirdiği altından mâmul Haç dikilecek... Âla... Buraya kadar hesap tamam...

Ne var ki, “Nusret” mayın gemimize bedel, düşmanın plânını bu sefer, şehâdeti özlemiş bir manga Mehmetçik yerle bir edecektir: “Girerseniz, kendimizi de Câmi’yi de havaya uçururuz!..”

Evet... Böyle oldu... Fatih’in yâdigârı Sultan Camii’nin yanık ezanları, düşman işgali altında bile susmadı, susturulamadı!.. Sonrası ise, Ayasofya’nın mahzun kubbesinden de büyük çaplı bir “ibret,” bir “inkisar” ve inşâallah bir ümit ve dua konusudur!..

Kışın sonu bahar, gecenin sonu nehâr!..

***

Şimdilik şöyle bitirelim...

Bütün bu harp, hicretler, sürgünler... Geçen asrın başında Osmanlı’nın eline kılıç, izzetiyle yıkılıp devrilmesi... Batı’nın hem birbirine hem bize ettiği eziyet, cefâ... Çileler boşa çekilmedi... “Osmanlı’nın incitilmesi Âlem-i İslâm’ı ağlattı!..” Batılıya duyulan husumet, İslâm kardeşliğinin gelişmesine sebep oldu. “İslâm’ın sedâsı gürleşti!..”

Ümitvârız... Çanakkale’nin yüzüncü yıldönümü, İslâm Âlemindeki şu yepyeni “bahar”ların cemresini getirecek!.. Ve Rabbimiz, vaad ettiği gibi üzerimizdeki nimetini tamamlayacak, inşâallah!..