TR EN

Dil Seçin

Ara

Gazze’de İnsan Olmak, Dünyada İnsan Kalmak

Gazze’de İnsan Olmak, Dünyada İnsan Kalmak

Gazze’de yaşananlar… Yıkım, ölüm, zulüm, kan, gözyaşı, ah… İnsan, insan hakları, insani kriz, insani yardım, insani ara… İçinde insan kelimesi geçen bunca kavram... İnsanlığın yitirildiği zor dehşetli zamanlar... Bombalanan okullar, hastaneler, camiler, kiliseler… Kadın erkek çocuk, hasta yaşlı demeden dünyaları başlarına yıkılan siviller…

Ekranlar aracılığıyla şahit olduklarımız karşısında nutkumuz tutuldu yine. Söz bitti dedik. Gerçekten de yapılan zulmü ifade edecek kelime ne zihinde toplanabiliyor ne de dile gelebiliyor. Sadece yaşamaktayız o hali. 

En çok da çocuk masumiyetinin ve hasta insanların savunmasızlığının sembolü olan okul ve hastanelerin vurulması insanın içini acıtıyor, yüreğini yakıyor. Okul dediğinizde cıvıl cıvıl öğrenci sesleriyle şenlenen bahçe ve sınıflar, ders telaşı, arkadaşlarla oynanan oyunlar, sınav heyecanıdır zihninizde canlanan… Hastaneler ise şifa yurdudur… İnsanların şefkat ve anlayışa en çok ihtiyaç duydukları yerlerdir…

Günlük hayatın okullarda hastanelerde rastlayabileceğimiz olası manzarası ve Gazze’de bunun karşılığı nedir diye düşündüğümüzde iki farklı resim çıkıyor ortaya:

Okul kapısının önü kalabalık. Çocuklarını almaya gelen veliler bunlar. Bir yandan trafik, bir yandan kötü niyetli insanların tuzakları olabilir düşüncesi.  Anneler, babalar, dedeler, nineler, onlar müsait değilse komşu teyzeler toplayıp götürüyor evlerine çocukları. Güvenle yuvalarına ulaşsınlar diye. Çantalar dahi küçük omuzlara bırakılmıyor. “Yorgundur ben alayım yükünü” diyor büyükler.  “Biz daha uzak yola yayan gidip gelirdik ama evlada kıyılmıyor” diyorlar ciğerparelerinin elinden sımsıkı tutarak. Çocuklarda güven, emniyet hissi. Nazlanmaya, şımarmaya hatta kapris yapmaya yol bulma çabasında kimileri hazır nazımı çeken birilerini yanı başında bulmuşken. 

Ödevler yapılacak, dershaneye yetişilecek. Anneler çocuklardan daha telaşlı ve heyecanlı belki. Zamanında yapamadıklarımızı onlarda olsun görelim istiyorlar. Beslenmesine dikkat etmeli, giyim kuşamda başkalarından geri kalmasın, dersleri çok iyi olsun, iyi yerlere gelsin. Hayat bu koşturmaca içinde sürüp gidiyor. Nasıl da alışmışız rutin hayata. Tıkır tıkır işleyecek zannediyoruz. Hele de ötelere dair ufkumuzu yitirmişsek nasıl da aldatıyor yalan dünyanın oyuncakları bizi.

Okuldan çıkan çocuklar korku ve dehşetle birbirine sokulmuş etraflarına bakıyorlar. Ne olduğunu anlayabildiler mi acaba? Okul sonrası eve gitmek, karnını doyurmak, dinlenmek, anneye nazlanmak vardı belki akıllarında. Çocuk işte… Daha ne hesapları olabilir ki günlük hayata dair. Füzeler, bombalar eşliğinde yaşanan korku ve telaştan aldıkları pay yetişkinlerle mukayese edilebilir mi? Minik yüreklerinde kaç ölçekli depremler yaşadıklarını kim bilebilir? Bu çocuklar, dünü ve bugünü ellerinden çalınmış çocuklar, yarınları nasıl inşa edecekler? Onların hayal kurmalarına dahi izin vermek istemiyorlar bugünkü dehşetin failleri. 

Biz fosforu kimya derslerinde elementler tablosundan bilirdik. Kırtasiye araç gereçlerinin alabildiğine çeşitlendiği ve renklendiği günümüzde ise fosforlu kalemler geliyor akla. Rengarenk albenili kalemler… Hani okumalarımız sırasında bazı satırların önemine binaen üzerinden geçtiğimiz fosforlu kalemler. Kitabın sayfalarında “Bu satırlara dikkat et” demenin renkle ifadesi bu.

O coğrafyanın insanları için ise fosfor, bombalar halinde hayatlarını alt üst eden bir karabasan anlamına geliyor. Onları en savunmasız bir halde yakalayan… Yakan, yıkan… Bomba sonrası şehri kaplayan bulutlar ölüm taşıyor Gazze’ye. Gökyüzünü aydınlatan bir patlama, sonrasında dehşet. Üzerinden fosforlu kalemle geçilen kitap satırları misali tüm şehirler arasında “Gazze’ye dikkat” mesajı yazılıyor göğe adeta. Bu yetmiyor, masum çocuklar yarı açık gözlerle Rablerine dönüyorlar bir bir. Yine de gözlerini kapatıp zulmü görmezden gelenler harekete geçmiyorlar bir türlü. Uluslar arası örgütler fosforlu bomba kullanımını yasaklamış. Vicdanlar devre dışı kaldığı takdirde, törenler eşliğinde imzalanan uluslar arası anlaşmaların kayda değer bir yaptırım gücü olmadığını bir kez daha çok acı bir şekilde öğreniyoruz Gazze üzerinden.

Hastaneler kalabalık her zamanki gibi. Doktorlar da hastalar da şikâyetçi hallerinden. Biraz ateşi yükselen yavrusunu kapmış gelmiş acile anne babası. Sabahı bekleyememişler. Var mı öyle can parçası ağrı ve ateşliyken hiçbir şey yapmadan durmak. Anne baba olmak böyle işte. Doktorlar ise daha acil hastalar arasında bunların ne işi var diye soran gözlerle ilgilenmeye çalışıyorlar küçük yavruyla. Muayene, nöbetçi eczaneden alınan ilaçlar, eve dönüş. Yorgun ve telaşlı bir gece. Ama olsun. Yeter ki evlat iyi olsun. 

Bombardıman gürültüsü ve telaşı altında hizmet verilmeye çalışılan bir hastane. Elektrik, su, ilaç kısıtlı. Gruplar halinde yaralılar taşınıyor her yaştan. Anne babalar minik bedenlerinden kan damlayan yavrularını yetiştirmeye çalışıyorlar kucaklarında. Yatak bulmak ne mümkün. Bir yavrucuk yere yatırılmış, vücuduna takılan hortumlarda kan akışını izliyorsunuz. Doktor müdahale ederken gözleri tavana çakılmış gık demiyor. Başına gelenlere anlam verecek yaşta değil belki ama bu yaşa gelene kadar zaten ateş çemberinde terbiye edilen ruhunun pek çok yetişkinden daha olgun olduğunun ifadesi sanki dirayeti.

Birbirinden ne kadar farklı iki resim var karşımızda… Bizim hayatın rutini içinde karşılaştığımız zorluklar, aksilikler, belki konfor alanımızdaki eksilmeler, dert edindiğimiz nice husus… Aynı gök kubbe altında yaşadığımız kardeşlerimizin içinden geçtikleri çetin imtihanlar… Bizim kolumuz bacağımız füzelerle hiç parçalanmadı. Soluduğumuz havanın ciğerlerimizi yaktığı vaki değil. Evimizde otururken bombalarla ve düşman korkusuyla sarsılmanın nasıl bir hal olduğunu bilmiyoruz. Kapı aralığından korkuyla uzandığımızda, sevdiklerimizin ölümlerine tanıklık etmedik hiç. Bunları yaşamadık ama yaşayanlara şahit olduk. Aman yâ Rabbi!

İnsan yeryüzünün muhterem varlığı. Aklı, vicdanı, kalbi olan… İçinde insan kelimesi geçen kavramlara hayat verecek ve onlara işlerlik kazandıracak olan da yine insan… Bugün en genel ifadeyle insanlık düşmanı olanlara karşı insanlıktan yana olanların mücadelesinden bahsetmek gibi bir noktada olduğumuz söylenebilir. Nitekim Gazze’de yaşananlara sessiz kalmayan ve zulmün sona ermesi gerektiğini haykıran insanlar oldu ve olmakta dünyanın birçok yerinde… İhtiyacımız olan daha çok anlayış, daha çok dayanışma… İnsan olmak ve insan kalmak, insanlığa sahip çıkmakla mümkün olacak vesselam.