TR EN

Dil Seçin

Ara

Dünyaların Savaşı

Farkında olalım veya olmayalım, hepimiz şu veya bu ölçüde, dünya-âhiret dengesinde meylimizi dünya tarafına yönlendiren bir ortak değerin hükmü altındayız.

 

I

BUGÜNKÜ DÜNYAMIZ

Din ve Dünya dengesi, dünya var oldukça güncelliğini yitirmeyecek bir konudur. Bazan bu konu dünyanın dindeki yeri”, bazan da dinin dünyadaki yeri” şeklinde tartışılır. Veya tartışılmaz. Çünkü zamanımız, dünya hayatını, hiçbir şekilde tartışılmayacak kutsal değerler listesinin başına yerleştirmiştir; bu hususta bir söz söyleyecek olan, eğer sözünün dinlenmesini istiyorsa, her şeyden önce, dünya hayatına kötü bir niyetle ilişmeyeceği ve dil uzatmayacağı konusunda bir güven uyandırmak zorundadır. Dünya her ne kadar fâni ise de, bu ayıp dünyanın yüzüne vurulmamalıdır. Âhiret her ne kadar baki ise de, bu durum onun dünyadan daha önemli hâle gelmesine yol açmamalıdır. Eğer dinin kaynaklarından dünya ve âhiret hayatına dair alıntılar yapılacaksa, bu alıntılarda dünya hayatının aleyhine olan ifadelerin arkasına ama” ile başlayan kayıtlar getirilerek ifadelerin şiddeti ve etkisi yumuşatılmalı, böyle uyarıların dünya hayatı ile aramızı açmasına meydan verilmemelidir.

Bu durum, ne yazık ki, sadece belirli bir kesimin özelliği olarak karşımıza çıkmıyor. Farkında olalım veya olmayalım, hepimizi şu veya bu ölçüde etkileyen ve dünya-âhiret dengesinde meylimizi dünya tarafına yönlendiren bir ortak değer olarak hükmünü sürdürüyor. Bediüzzaman, bu durumu çağın bir özelliği olarak tespit eder ve “Şu zamanın nazarı, evvelâ ve bizzat saadet-i dünyeviyeye bakıyor ve ahkâmları ona tevcih ediyor.”1 der.

Bediüzzaman’ın tespiti, son derece ağır ihtilâtları olan bir tespittir ve, ne yazık ki, doğrudur. Dünyaya ait meseleler bir yana dursun, dinin ve âhiretin en kritik konularını dahi dünya hayatının mutluluğuna hizmet edecek—yahut en azından bu mutluluğu gölgelemeyecek—şekilde ele alınması bir ilke haline getirilmiştir. Güya yaratılışın asıl amacı dünya hayatıdır ve bu dünyadaki mutluluktur; din ve âhiret onun bir aracıdır. Hüküm çıkarmak gerektiğinde, referans dünya hayatından alınacak ve Allah’ın âyetleri başta olmak üzere her şey bu bakış açısına göre yorumlanacak, gerekirse eğilip bükülecektir. Böyle bir bakış açısının örneklerini görmekte hiçbirimiz hiçbir zaman zorlanmıyoruz; sadece geçen yüzyılın en büyük depreminden sonra bu işe Allah’ı karıştırmanın suç hâline getirilmiş olmasını hatırlatmak bile, dünyaperestliğin artık bir din boyutlarına ulaşmış olduğunu göstermeye yetecektir.

Din” deyimini kullanmamız eğer mübalâğa olarak görünürse, bir de şu satırlara göz atın: 

Muazzam derecede üretken ekonomimiz, tüketimi bir hayat biçimi haline getirmemizi gerektiriyor. Artık mal satın alma ve kullanmayı düzenli bir dinsel tören haline getirmeli, ruhsal doyumu ve egolarımızın tatminini tüketimde aramalıyız.”2

Ünlü satış analisti Victor Lebowa ait olan bu sözler, yirminci yüzyılın başlarında söylenmişti. Daha sonraki yıllar, bu sözlerle öngörülen bir toplum modelinin adım adım inşasına tanık oldu. Yüzyılın sonlarına doğru, gelinmiş olan noktayı, Your Money or Your Life (Ya Paranı, Ya Canını) kitabının yazarlarından Joe Dominguez şu şekilde özetliyordu:

Kimseye fark ettirmeden, ekonomi, insan hayatında bir referans noktası olarak dinin yerini aldı. Tıpkı din gibi, ekonominin de rahipleri ve ibadetleri var. Bu rahiplerin ve törenlerin görevi, halkın kafasını karıştıracak şekilde olayları yorumlamaktır. Kitlelerin, bu törenlerin gerisindeki gerçeklerle doğrudan temasa geçmeyi amaçlayan herhangi bir çabası, kutsal değerlere karşı işlenmiş bir cürüm olarak değerlendirilir.”

Tüketmek. Sürekli olarak yeni eşyalar almak. Güzel ve gösterişli yerlerde oturmak. Yüksek kazançlı ve itibarlı bir iş sahibi olmak. Toplumda saygın bir yere, eşyanın iyisine ve pahalısına sahip olmak. Kazanmak ve tüketmek, kazanmak ve tüketmek, kazanmak ve tüketmek. Böylece, ileride bir yerlerde bulunan ve aramızdaki mesafeyi hiçbir zaman kapatamadığımız mutluluk” denen şeyi kovalayarak bir ömür tüketmek. Modern insanın biyografisi işte bu kadarlık birşeydir. Ötesi bulunmaz. Bediüzzaman’ın sözleriyle özetleyecek olursak:

“Şu zamanın nazarı, evvelâ ve bizzat saadet-i dünyeviyeye bakıyor ve ahkâmları ona tevcih ediyor.”

 

II

KURANIN DÜNYASI

“Dünya hayatının misali, gökten indirdiğimiz bir suya benzer. O suyla, insanların ve hayvanların yiyeceği yeryüzü bitkileri birbirine karışmış olarak biter. Nihayet yer onlarla ziynetini takınır, süslenir. Yeryüzü ahalisi kendilerini onun üzerinde egemen sandıkları bir sırada ise, emrimiz gece veya gündüz geliverir de o ekini, sanki bir gün önce hiç yokmuş gibi, kökünden biçeriz. Düşünen bir topluluk için, âyetlerimizi işte böyle açıklıyoruz.”3

Onlara dünya hayatının misalini ver. O, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, onunla yeryüzünün bitkisi birbirine karışmış şekilde yeşermiş, sonra da rüzgârın savurduğu bir çöp haline gelmiştir.”4

“Şunu bilin ki, dünya hayatı bir oyun, bir eğlence, bir süs, aranızda bir övünmeden, mal ve evlât yarışından başka birşey değildir. O bir yağmura benzer ki, bitirdiği ekin çiftçilerin hoşuna gider; sonra kuruyuverir ve onu sapsarı görürsün. Sonra da saman olur gider. Âhirette ise çetin bir azap, bir de Allahtan bir bağışlama ve rıza vardır. Dünya hayatı ise aldatıcı bir yararlanmadan ibarettir.”5

Size ne verilmişse, dünya hayatının nimeti ve süsüdür. Allah katındaki ise daha hayırlı ve devamlıdır. Buna aklınız ermiyor mu?”6

Dünya hayatı oyun ve eğlenceden başka birşey değildir.”7

Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim âhiret sevabını isterse, ona da ondan veririz. Şükredenleri elbette ödüllendireceğiz.”8

“İnsanlardan öylesi vardır ki, Rabbimiz, bize nasibimizi dünyada ver.der. Onun âhirette bir nasibi yoktur. İnsanlardan öylesi de vardır ki, Rabbimiz, bize dünyada güzellik, âhirette güzellik ver; bizi ateş azabından koru.der. İşte onların, kazandıklarından bir nasibi vardır. Allah ise pek çabuk hesap görür.”9

Yoksa siz âhiret yerine dünya hayatına mı razı oldunuz? Oysa dünya hayatının menfaati, âhiretin yanında pek az birşeydir.”10

Bize kavuşmayı ummayan, dünya hayatına razı olup onunla tatmin olan ve âyetlerimizden habersiz davrananlara gelince: Kazandıkları yüzünden, onların varacakları yer ateştir.”11

Dünya hayatı ile onun ziynetini isteyenlere, işlediklerinin karşılığını dünyada iken eksiksiz öderiz. Âhirette ise öylelerinin ateşten başka nasibi yoktur. İşledikleri orada boşa çıkmıştır; zaten boşuna çabalayıp durmaktadırlar.”12

Allah dilediği kimse için rızkı bollaştırır da, daraltır da. Onlar ise dünya hayatıyla şımardılar. Lâkin dünya hayatı, âhiretin yanında pek az bir menfaatten ibarettir.”13

Dünya hayatı sakın sizi aldatmasın.”14

 

III

HADİSİN DÜNYASI

“Dünya tatlı ve çekicidir. Allah onu sizin kullanımınıza verir; sonra da nasıl işler yaptığınıza bakar. Dünyadan sakının.”15

Eğer dünyanın Allah katında sivrisinek kanadı kadar değeri olsaydı, kâfire ondan bir yudum su içirmezdi.”16

Benden sonra sizin hakkınızda korktuğum şeylerden birisi de, size dünya nimet ve ziynetlerinin kapılarının açılmasıdır.”17

Her ümmetin bir fitnesi vardır; ümmetimin fitnesi de maldır.”18

Altına, gümüşe, elbiseye kul olanlar sürünsünler.”19

Âhirete göre dünyanın hali, sizden birisinin parmağını denize daldırması gibidir. O kimse parmağında ne kadar suyla döndüğüne baksın.”20

Dünyaya gönül bağlama ki Allah seni sevsin. İnsanların eline bakma ki halk seni sevsin.”21

Allah’ın Resulü bir gün Ashabıyla birlikte pazar yerinden geçerken küçük kulaklı bir oğlak ölüsüne rastlayınca, Hanginiz bunu bir dirheme satın almak ister?” diye sordu.

Biz buna para vermeyiz; onu ne yapalım?” dediler.

Peki, size parasız verilse ister misiniz?”

O canlı olsa bile kulaksızdır, kusurludur.” dediler. “Ölüsünü ne yapalım?”

Allah’ın Resulü buyurdu ki:

Allaha yemin olsun, şu ölü hayvan sizin için ne kadar değersiz ise, dünya Allah için ondan daha değersizdir.”22

 

IV

NEREDEN NEREYE?

Zamanımızın dünyaya bakışı ile Kuran ve Hadisin bakışı arasındaki bu keskin fark, iki dinin çatışması ile karşı karşıya bulunduğumuzu açıkça gösteriyor. Bu tabloda var olduğu halde bizim açıkça göremediğimiz şey ise, yeni dini çok zorlanmadan bizim de benimsemiş olmamızdır. Bir yandan Müslüman kimliğimizi korumakla birlikte, bir yandan da dünyaya bu yeni dinin gösterdiği açıdan bakıyor ve bu yeni dinin bize emrettiği ayinleri büyük bir duyarlılıkla yerine getiriyor; böylece, iki ülkenin pasaportunu birden cebinde taşıyan çifte vatandaşlık sahibi insanlar gibi, biz de iki dini bir arada idare etmeye çalışıyoruz. İhtilâf halinde dünyaperestliğin hükümleri geçerli sayılıyor; asıl dinimiz ise bu hükümlere gerekçe üreten ve dünyayı elde etmekte bize kolaylık sağlayan bir kaynak olarak işe yarıyor veya çok, ama çok uzak bir zamanda belki yolumuzun düşebileceği âhiret âleminde işe yarar ümidiyle bir kenarda tutuluyor. Dualarımızın başında yaşama sevinci isteği var. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya çalışmayı ibadet sayıyoruz.23 Dünya ehlinin ömrünü ve servetlerini tükettiği yerlere girip onların tükettiğini onlara benzer şekilde tüketebilmek, bir hak ve özgürlük göstergesi olarak telakki edilebiliyor. Mazeret ise dünden hazır: “İkinci sınıf vatandaş olmak artık yeter; buralarda bizim de hakkımız var!”

Gerçi âhireti bütün bütün unuttuğumuzu söyleyemeyiz. Sadece ortada kendimize göre bir denge kurmuş ve terazinin bir kefesine dünyayı, diğer kefesine de âhireti koyarak bir nevi eşitlik sağlamışızdır. Tavşan etli sandviç yapıp satan ve bu işi rakiplerinden daha ucuza yapan adam da, sıkıştırdığında, meslek sırrını açıklamış ve sandviçin içine biraz at eti karıştırdığını” söylemiş. Ne kadar?” diye sormuşlar. Fifti fifti,” demiş. Bir at, bir tavşan.”

İbrahim Sûresinin üçüncü âyeti, inkâr ehlinden söz ederken, onların dünya hayatını seve seve âhirete tercih ettiklerini” anlatır. Bediüzzaman ise, zamanımızda, iman ehlinin de bu âyetin tehdidinden bir pay sahibi olduğu görüşündedir. Bir farkla ki, inkâr ehli inanmadığı için, iman ehli ise inandığı halde âhireti dünyaya feda etmektedir:

Bu asrın bir hassası şudur ki, hayat-ı dünyeviyeyi hayat-ı bakiyeye bilerek tercih ettiriyor. Yani, kırılacak bir cam parçasını baki elmaslara bildiği halde tercih etmek bir düstur hükmüne geçmiş.

Ben bundan çok hayret ediyordum. Bugünlerde ihtar edildi ki, nasıl bir uzv-u insanî hastalansa, yaralansa, sair âzâ vazifelerini kısmen bırakıp onun imdadına koşar. Öyle de, hırs-ı hayat ve hıfzı ve zevk-i hayat ve aşkı taşıyan ve fıtrat-ı insaniyede derc edilen bir cihaz-ı insaniye, çok esbapla yaralanmış, sair letâifi kendiyle meşgul edip sukut ettirmeye başlamış; vazife-i hakikiyelerini onlara unutturmaya çalışıyor.

Hem nasıl ki bir cazibedar sefihane ve sarhoşane şâşaalı bir eğlence bulunsa, çocuklar ve serseriler gibi, büyük makamlarda bulunan insanlar ve mesture hanımlar dahi o cazibeye kapılıp hakikî vazifelerini tatil ederek iştirak ediyorlar. Öyle de, bu asırda hayat-ı insaniye, hususan hayat-ı içtimaiyesi öyle dehşetli, fakat cazibeli ve elîm, fakat meraklı bir vaziyet almış ki, insanın ulvî latifelerini ve kalb ve aklını nefs-i emmaresinin arkasına düşürüp pervane gibi o fitne ateşlerine düşürttürüyor.

Evet, hayat-ı dünyeviyenin muhafazası için, zaruret derecesinde olmak şartıyla, bazı umur-u uhreviyeye muvakkaten tercih edilmesine ruhsat-ı şeriye var. Fakat, yalnız bir ihtiyaca binaen helâkete sebebiyet vermeyen bir zarara göre tercih edilmez, ruhsat yoktur. Halbuki bu asır, o damar- ı insanîyi o derece şırınga etmiş ki, küçük bir ihtiyaç ve âdi bir zarar-ı dünyevî yüzünden elmas gibi umur-u diniyeyi terk eder.

Evet, insaniyetin yaşamak damarı ve hıfz-ı hayat cihazı, bu asırda israfatla ve iktisatsızlık ve kanaatsizlik ve hırs yüzünden bereketin kalkmasıyla ve fakr u zaruret, maişet ziyadeleşmesiyle o derece o damar yaralanmış ve şerait-i hayatın ağırlaşmasıyla o derece zedelenmiş ve mütemadiyen ehli dalâlet nazar-ı dikkati şu hayata celb ede ede o derece nazar-ı dikkati kendine celb etmiş ki, ednâ bir hâcât-ı hayatiyeyi büyük bir mesele-i diniyeye tercih ettiriyor.”24

 

V

... VE KAÇIRDIKLARIMIZ

Biz dünyaya ne kadar düşkün olsak, o yine yerinde durmuyor. O yerinde durmadığı gibi, dünya vasıtasıyla aradığımız mutlulukla aramızdaki mesafe de bir türlü kapanmak bilmiyor. ABDde yapılan anketler, bütün gelir seviyelerindeki insanların büyük çoğunluğunun, mevcut gelirlerini iki katına çıkardıkları takdirde mutluluğu yakalayabileceklerine inandıklarını gösteriyor. Buna göre, 1000 dolar geliri olan 2000 dolar, 100 bin dolar geliri olan da 200 bin dolar kazandığı zaman mutluluğu yakalamış olacak! Bir başka açıdan bu tabloyu incelediğimizde ise, artan gelirle birlikte mutluluk ile aradaki mesafenin de açıldığını görebiliyoruz. Bu mesafe 1000 doları olan kimse için 1000 dolar seviyesinde iken, onun yüz misli gelire sahip olan insan için ise, 100 bin dolar seviyesine çıkmış oluyor. İşte dünya hayatının, mutluluk denen şeyden insana kazandırdığı pay bundan ibarettir. Joe Dominguez ile Vicki Robin modern insanın mutluluk arayışını bir oyuncak toplama yarışına benzetiyor ve Kim daha fazla oyuncakla ölürse yarışı o kazanır.” diyor.

Lâkin insanlar bu dünyanın oyun ve oyuncaktan ibaret olan yönüne dalıp gitmişken, gerçek olan yüzündeki doyumsuz güzellikler de farkına bile varılmadan geçip gidiyor.

Her gece semâmızda kâinat dolusu yıldızlarla ayrı ayrı tablolar resmedilir. Güneşin doğuşu da, batışı da her sabah ve her akşam, kâinatın başka bir köşesinde görülmeyen güzellikleri gözümüzün önünde sergiler. Ama biz bunlara ücret ödemediğimiz için önem de vermeyiz.

Mevsimlerin herbiri, kendi güzellikleriyle gelirler ve giderler. Her defasında, giden güzellikler, yerini özlenen güzelliklere bırakır da öyle gider. Baharın, yazın, güzün ve kışın her bir günü, doyumsuz bir maceranın en meraklı bölümlerini içerir. Fakat bunlar da ücretsizdir. Onun için, kırlarda baharın gelişini hafta hafta izlemek, bir televizyon dizisi karşısında ömür tüketmek kadar cazip gelmez kimseye.

Ömrümüzün her ânı, bir daha asla ele geçmeyecek bir fırsat olarak gelir ve gider. Bu fırsatlarla neler yapılmaz ki? Köşkler kurulur, nehirler akıtılır, dünyalar satın alınır bâkî âlemlerde. Fakat bu kaçan fırsatlara ne gazete başlıkları yer verir, ne televizyon haber bültenleri. Onun için, bu dünyanın gündeminde, dünya kadar bir mülkün ebediyyen kaçırılması, pazarda aradığımız bir eşyayı bulamamak kadar önem taşımaz.

Gerçi insanlar kör olarak gelmez bu dünyaya. Fakat sonradan çoğu körlüğü seçer. Yerden fışkıran, gökten yağan nimetleri görmez, güzellikleri fark etmez. Kör olarak yaşar, kör olarak ölür. Ve kör olarak dirilir:

Kim Beni anmaktan yüz çevirirse, onun için bir geçim darlığı olur. Kıyamet günü de onu kör olarak diriltiriz. O, Beni niçin kör olarak dirilttin, Rabbim?der. Oysa ben görüyordum.Allah, Evetbuyurur. ‘Öyleydin. Lâkin sana âyetlerimiz geldiğinde sen onları unuttun. Bugün de işte sen böyle unutulur gidersin.’”25

 

VI

DÜNYAYA MERHABA

Aslında dünyamız hiç de o kadar fena sayılmaz.

Biz, günlerden bir gün, elimizde olmadan, bu dünyaya düşürüldük.

Gözümüzü açtığımızda, kendimizi nimetlerin, lütufların, güzelliklerin tam ortasında bulduk.

Güzel olan ve iyi olan her şeyi burada tanıdık.

Bizi bu dünyaya göndereni de biz burada tanıdık.

Gideceğimiz başka ve devamlı bir yer var; bunu biliyoruz.

Ama o gidilecek yeri kazanmak için buradan başka bir yerimiz yok.

Ve bizim gözümüzde de dünyadan değerlisi yok.

Baharı da güzel bu dünyanın, kışı da. Yeri de güzel, semâsı da. Gecesi de güzel, gündüzü de.

Havası, suyu, gökten ve yerden bizi kuşatan nimetleri ne saymakla biter, ne şükretmekle.

Onun için, bu dünyadan nasibimizi hiçbir zaman unutmayız, unutmamalıyız.

Ama bu nasip, burada kazanılıp ebedî yurda gönderilecek olan bir nasipten başkası değildir.

Allah’ın sana verdikleriyle âhiret yurdunu kazanmaya çalış; dünyadan nasibini de unutma.”26 diye Karuna verilen öğütte de bu nasibe dikkat çekilmiştir.

Yoksa, dünyanın kendisinden nasip, bu âyetin tefsirinde merhum Elmalılının da dediği gibi, bir kefenden başka nedir ki?

 

1. Risale-i Nur Külliyatı, c. 1, s. 213.

2. Joe Dominguez and Vicki Robin, Your Money or Your Life (New York: Penguin Books 1993), s. 17.

3. Yûnus Sûresi, 10:24.

4. Kehf Sûresi, 18:45.

5. Hadîd Sûresi, 57:20.

6. Kasas Sûresi, 28:60.

7. En’âm Sûresi, 6:32; Ankebût Sûresi, 29:64; Muhammed Sûresi, 47:36.

8. Âl-i İmrân Sûresi, 3:145.

9. Bakara Sûresi, 2:200-202.

10. Tevbe Sûresi, 9:38.

11. Yûnus Sûresi, 10:7-8.

12. Hûd Sûresi, 11:15-16.

13. Rad Sûresi, 13:26.

14. Lukmân Sûresi, 31:33; Fâtır Sûresi, 35:5.

15. Müslim, Zikir: 99.

16. Tirmizî, Zühd: 13.

17. Buharî, Zekât: 47, Cihad: 37; Müslim, Zekât: 121-123.

18. Tirmizî, Zühd: 26.

19. Buharî, Cihad: 70.

20. Müslim, Cennet: 55.

21. İbni Mâce, Zühd: 1.

22. Müslim, Zühd: 2.

23. Bazılarının hiç dilinden düşürmediği Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya, yarın ölecekmiş gibi âhirete çalış.” sözü, belli başlı hadis kaynaklarının hiçbirinde, Hz. Peygambere ait bir söz olarak yer almaz. Zaten, yukarıda naklettiğimiz âyet ve hadislerden de açıkça anlaşılacağı gibi, dinin bu iki temel kaynağında da, dünya hayatına hiçbir zaman bu kadar uzun bir süre lâyık görülmemiş, âhiret de yarına terk edilecek kadar uzak gösterilmemiştir. Ayrıca, mantık itibarıyla da bu karşılaştırmada bir dengesizlik göze çarpmaktadır. Eğer dünya hayatı sonsuza uzatılacaksa, onun karşılığında, âhiret ile aramızdaki mesafe de sıfıra indirilmeli ve hemen ölecekmiş gibi” âhirete çalışmamız istenmeliydi. Bu konuda, Yüz sene yaşayacakmış gibi çalış; yarın ölecekmiş gibi ibadet et.” diyen Benjamin Franklinin sözü daha mantıklı görünmektedir ki, din-dünya dengesiyle ilgili bir konuda Hz. Peygamberden daha doğru sözlü birisi düşünülemeyeceği için, söz konusu hadisin” Peygamberimize ait olamayacağı bu açıdan da meydana çıkmaktadır.

24. Risale-i Nur Külliyatı, c. 2, s. 1612.

25. Tâhâ Sûresi, 20:124-126.

26. Kasas Sûresi, 28:77.