Güneşten gelen ışınlar yeryüzüne ulaştığında, okyanuslar ve yerküre tarafından bir kısmı emilir, gerisi ise kızılötesi ışınlar olarak uzaya geri yansıtılır. İşte bu geri yansıyan ışınlar, eğer önlerine bir engel çıkmayacak olursa uzay boşluğuna yayılır.
CO2 (karbondioksit gazını) hepimiz biliriz. Bu gazın başını çektiği Sera Gazları (CH4 Metan, nitröz oksit, sülfür hekza florid, hidroflorür karbonlar, perflorokarbonlar) kızılötesi enerjiyi emerler. Bu enerjinin yarısı uzaya gider, yarısı da dünyada kalır böylece. Sera etkisi dediğimiz şey tam da budur.
Yukarıdaki sera gazlarına ek olarak, kloroflorokarbonlar ve ozonu da belirtebiliriz.
Sera gazları isimlerini seralardan alırlar. Bir sera, güneş ışığının içeri girişine izin veren pencerelerle doludur. Sera gazlarının da bu şekilde bir etkileri vardır.
Kızılötesi ışık dedik yukarıda. Nedir bu peki?
Güneş küçük dalga boylu ışıma ile yeryüzüne enerji gönderir, dönüşünde ise bu dalga boyu büyür. Dalga boyu büyük olan bu ışıma kızılötesi ışımadır.
Güneş ışınları küçük dalga boylarında yeryüzüne geldiğinde CO2 başta olmak üzere O2 ve diğer sera gazları ile etkileşmezler. Geri yansıdığında, CO2 ve diğer sera gazlarının etkileşebileceği bir aralığa gelir.
Bu sera gazlarının çok düşük orandaki varlıkları, geri dönen güneş ışınlarının, dünyayı ısıtması için gerekli olan ortalama 15 dereceye gelmesine sebep oluyorlar.
Eğer bu soğurma olayı olmasaydı, güneş ışınları yeryüzüne çarpıp direk uzaya geri gidecek, dünya ise eksi derecelerde sıcaklığa maruz kalacak, hayat da olmayacaktı.
Bir düşünün: Isı ve ışık kaynağımız Güneş dünyaya ideal bir uzaklığa yerleştirilmiş, sonra da gelen ısının bir bölümünü dünyada bırakacak mekanizma hazırlanmış.
Her şey, her yer bize Yüce Yaratıcıyı ilan ediyor. Onu eserleriyle tanımaya çağırıyor. Bilim de, akıl da bunu söylüyor.
…
Bu sera gazlarının belli oranda kalmasını sağlayan toprak, deniz ve bitki örtüsüdür.
Bunlar CO2 (karbondioksit) başta olmak üzere sera gazlarını emerler, köklerinde hapsederler.
Böylece atmosferde az bir kısım sera gazı kalır, onlar da dünyamızın ısı dengesini sağlar.
İnsanoğlu, fosil kaynaklı enerji dediğimiz, kömür, petrol, doğalgaz ve türevlerini elde etmek için dünyanın altını üste getirdikçe, bu maddelerin içinde olan, karbon ve türevleri açığa çıkıp yayılıyor, atmosferde de olması gerekenden çok daha aşırı ısınma başlıyor. Böyle olunca, Güneş’ten gelen ışınlar fazla miktarda tutuluyor ve dünyamız aşırı ısınmaya başlıyor.
Ne yazık ki, okyanusların, toprağın ve bitkilerin bu açığa çıkan sera gazlarını emmesi için gerekli olan binlerce yılı bekleyecek zamanımız yok.
İnsanoğlu bir yandan yeraltını deşerken, diğer yandan da yeşili, suyu, toprağı küçültüyor. Adeta ilahi dengeye savaş açmış oluyor.
Sistemi bozuyoruz, sonumuzu hazırlıyoruz. Sadece 2019 yılında insanlar atmosfere 36,44 milyar ton CO2 saldı. Bu gazlar atmosferde binlerce yıl kalacak.
Küresel karbon projesine göre, sanayi devriminin başlangıcından bu yana, insan faaliyetleriyle atmosfere 2 bin tane milyar tondan fazla CO2 salındı. ABD ve Avrupa bunun neredeyse yarısından sorumlu. Çin ve Hindistan en az %14’ünden mesul. Kalan miktarı da 150’den fazla ülke paylaşıyor. Oysa dünya ısısı için, bunun milyarlarca milyar kez daha düşük miktarları yeterli.
Her şeye rağmen dünyanın ekosistemini koruma sistemi bununla mücadele ediyor. Dünyayı da bir canlı gibi yaratan, kendisini koruyacak sistemleri yerleştirmiş. Ama geldiğimiz süreçte dünyanın ortalama ısısı, en az 2 derece artmış.
Bu artış, buzulların erimesine, birçok kıyı ülkelerinin yakın zamanda sular altında kalmasına sebep olabilir.
Şöyle düşününüz: Sıcaklık artışından dolayı, dünyanın önemli bölümü kavrulmaya başlarken, büyük buzulların erimesiyle de birçok yer sular altında kalabilir.
Kıyamet senaryosu gibi bir şey.
Dünya ülkeleri, bu afetin en azından bu kademede durması ve dünyanın iki dereceden daha fazla ısınmaması için tedbirler almaya çalışıyorlar. Kyoto ve Paris anlaşmaları bunun için yapıldı.
Ama pratikte, enerjiyi karşılama usulü olarak hala çoğunlukla petrol kaynaklarını tercih ediyorlar.
…
Buraya kadar anlattıklarımızdan konunun çok net ve sade olarak çerçevelendiğini düşünüyorum. Şimdi bununla ilgili bir başka mevzuya değinelim.
Dünyamıza Güneş’ten gelen ışınların, canlılar için zararlı olacak kısımlarını absorbe ederek yeryüzünü korumak için yaratılan OZON tabakası bulunuyor.
Ozon aynı zamanda bir sera gazı. Ozon üreteçleri ile üretilebilir. Suları dezenfekte etmek için kullandığımız bir gaz.
Sera gazları sınıfına giren, yukarıda değinmediğimiz kloroflorokarbon gazları mevcut. Bu gazlar soğutucularda, araba klimalarında, elektronik alet temizliğinde, parfüm kutularında ve daha başka birçok yerde sıklıkla kullanılıyor. Bunlar ozon tabakasını inceltiyor, deliyor ve daha zararlı ışınları yeryüzüne inmesine sebep oluyorlar.
İnsanoğlu bir yandan karbon eksenli sera gazlarını çoğaltarak ısıyı artırırken diğer yandan kloroflorokarbon gazları ile de ozon tabakasını deliyor. Hani kendi bindiği dalı kesmek veya kendi kayığını delmek derler ya, tam da bu işte.
Sera gazı salınımını artırmayan, su kaynaklarını yok etmeyen, yeşili azaltmayan bir enerji üretim sisteminin bulunması lazım. Bu rüzgârla mı, Güneş’le mi, nükleer enerji ile mi olur, onu uzmanları değerlendirmeli.
Gerçek olan şu ki, bu vaziyet dünyanın sonuna getiriyor.
Biz bireysel olarak neler yapabiliriz?
Hiçbir şey yapamıyorsak, her fırsatta yeşili artıralım. Ağaç dikelim, ot bile olsa toprakta bitmesini sağlayalım. “Yarın kıyametin kopacağını bilseniz, elinizdeki son fidanı mutlaka dikiniz” hadis-i şerifini çok anlamlı buluyorum. Ağacı ve yeşili mutlaka çoğaltalım.
Verimli topraklarımızı değerlendirelim. Denizlerimizi, akarsularımızı kirletmeyelim. Doğal karbon emiciler olarak bunların sayısını ve güçlerini artıralım.
Daha yaşanabilir bir ekosistem ve Dünya, Allah’ın insanoğluna verdiği ilahi bir görev ve sorumluktur. Bunu hiç unutmayalım.
Sağlık ve afiyet diliyorum.