Bakış Açısı
Yaratanın da, yaşatanın da Allah (cc) olduğunu unutmadan, her şeyi Onun yarattığının şuuruyla; yalnız Ona ibadet edip ve yalnız Ondan yardım dilemeliyiz.
Ara
Yaratanın da, yaşatanın da Allah (cc) olduğunu unutmadan, her şeyi Onun yarattığının şuuruyla; yalnız Ona ibadet edip ve yalnız Ondan yardım dilemeliyiz.
Bir canlının meydana gelmesinde aşağıdaki gibi faktörlerin etkili olduğu düşünülür:
Bunlardan birincisi; “Bu canlıyı sebepler yapmıştır.” tezidir. Oysa bu tez, “Bir binanın; tuğla, çimento, su ve demir gibi maddelerinin kendi kendine birleşip binayı oluşturamaması” gibi imkânsızdır.
İkincisi ise; “Bu canlı, kendi kendine olmuştur veya oluşmuştur.” tezidir. Bu ise “Olmayan bir binanın, hiçbir sebep yokken, birden ortaya çıkması” fikri kadar gerçek dışı ve gülünçtür.
Üçüncüsü ise; “Bu canlıyı tabiat ve doğa yapmıştır.” tezidir. Bu tez de “Bir kelebeği; denizler, dağlar, bitkiler ve diğer hayvanlar yarattı.” demek kadar saçma ve tutarsızdır.
Dördüncü tez ise; “Bu canlı, ilim, irade ve kudret sahibi bir yaratıcı tarafından yaratılmıştır.” tezidir. İşte bu fikir mantıklı ve doğru bir fikirdir. Doğruluğuna delil ise; “Bir kelebeğin yaratılması için hava, su, toprak ve güneşin gerekli olması” gerçeğidir. Öyle ise “Her şeyi yaratamayan, bir şeyi yaratamaz.” hükmünün doğruluğunu anlıyoruz.
…
Bu konu, Bediüzzaman’ın yazdığı ‘Tabiat Risalesi’nde uzun uzadıya anlatılmıştır. Burada esas dikkat çekmek istediğim konu, günlük hayatımızda bu temel konuların karşımıza nasıl çıktığı ve nasıl uyguladığımızdır?
Mesela “Su beni ferahlattı.” diyen birisi, suya etki gücü, yani gizli bir ilahlık vermektedir. Mesela insan, suyun mideye gitmesi, mide ve ince bağırsaklardaki süreçler ve diğer metabolik faaliyetlerle yaşar. Bu işlerin yapılmasının ve metabolik faaliyetlerin etkisinin suya verilmesi; bütün vücut dengelerini sağlayan Yaratanı unutup, sadece suyun etkili görülmesi, en azından bir gafletin eseridir. Demek ki, “Su ferahlattı.” değil, “(Allah) su ile ferahlattı.” denmesi gerekir.
Günlük hayattan başka bir örnek ise, “Güneş banyosundan veya şu ilaçtan şifa buldum.” cümlesidir. Halbuki güneş, binlerce yıldır fizyon ve füzyon olayları ile yakılan, hava vasıtasıyla ısı ve ışığı bize ulaştırılan Cenab-ı Hakk’ın binler lambalarından bir lambasıdır. Ayrıca vücudumuz güneş ışığına maruz bırakıldığında; ısınması ve deride D vitaminlerinin sentezi gibi olaylar da güneşin yapabileceği şeyler değildir. Güneşi binlerce senedir hiç söndürmeden yakan, onun ışıklarını ve ısısını havayı hizmetkâr ederek bize ulaştıran ve vücudumuzda da bütün mekanizmaları kuran bir Zat, güneşle bize faydalar yaratabilir. Yoksa güneşe etki gücü, yani ilahlık vermiş oluruz.
Örnekleri çoğaltabiliriz. Bu gibi kelimelerin herbirinden gizli bir şirk kokusu gelmektedir. Açık açık “Tabiat (doğa) yarattı.” veya “Kendiliğinden oldu.” denilmiyor ama bu hükümlere göre konuşuluyor. Kasıtlı olarak kullanıldığında insanı küfre sokan, imanını tazelemesini gerektiren sözlerdir bunlar.
Ayrıca o maddi sebeplere bir tesir, bir etki gücü verildiğinden, onların olumsuz etkilerinden korunmak için sürekli bir endişe ve korku hissediliyor. Adeta bu kelimeler, manevi hayatımızı da zehirliyor ve psikolojimizi bozuyor.
Öyle ise her anımızda ve imanımızda bilinçli olup “Sebep-Yaratan” ilişkisini iyi anlamalıyız. Yaratanın da, yaşatanın da Allah (cc) olduğunu unutmadan, her şeyi Onun yarattığının şuuruyla; yalnız Ona ibadet edip ve yalnız Ondan yardım dilemeliyiz.