Kalbimiz ayna gibi, çiçeklere baktıkça içimiz de çiçekleniyor…
Gözümüzü açtıkça uyanıyor kalbimiz. Aç ki gözünü kalbin açılsın… Tefekküre, hikmete, şükre, duaya aç gözünü ki açılsın kalbinin kanatları… Kanatlan… Kalbini özgür bırak… Nicelerinin boğulduğu madde bataklığı, senin topuklarını ıslatamasın. Kimlerin takılıp kaldığı madde, sebepler zinciri seni tutamasın…
Gözüyle bakan sadece eseri görür, kalp gözüyle bakan eserden sanatkârının maharetini görür. Basiret olmalı ki, gözün gördüğü anlam kazansın; ilim olmalı ki, görülen kelimenin manası anlaşılsın…
Sebeplerin ardındaki hikmeti, kudreti, iradeyi gör ki, kalbinin gözü açılsın… Ağacı görmek maharet değil; odundan elma çıkaran Allah’ın işini görüp takdir etmek maharet… Resim sergisine boyaları, kumaşları, çerçeveleri değil, ressamın ustalığını görmek için gidilir. Yeryüzüne de toprağı, çamuru değil, Allah’ın toprakla, suyla, rüzgârla yarattığı eserleri görmeye gelinir… Şu gelip geçen dünyadan, geçip bitmeyen manalar devşirmeye gelinir
…
Toprağın içinde ne varsa o yeşerir; sen, kalbinde iyilik tohumları sakla. Sakla ki, güzel meyvelerini yiyesin…
İyilik, içten dışa, niyetten harekete kadar seni güzelleştirir. İyilik, fertten topluma yayılır dünyayı güzelleştirir, bu esfel-i safilin olan dünya yaşanacak yer olur.
İyiliği küçük görme, elindeki bir tohumu ek de sonra ardından ormanı gör…
Nasıl buyuruyor Rehber-i Ekmelimiz (sav), “Kim, helâl kazancından bir hurma kadar sadaka verirse, Allah o sadakayı kabul eder. Sonra onu dağ gibi oluncaya kadar büyütür; herhangi birinizin tayını büyüttüğü gibi, sahibi adına ihtimamla büyütür.” (Buhârî, Zekât 8; Tevhîd 23; Müslim, Zekât 63, 64)
Bir hurmada Uhud dağı kadar müjdeyi duyana, hiçbir iyilik küçük değildir. Allah için iyilik yapana hiçbir iyilik önemsiz değildir.
…
İnsanın zerreden tüm kâinata, dünyadan ahirete, bir çiçekten bahara her şeyle ilgisi, alakası var. Bütün bu ilgilerin de kalbine yansıması var. Kanalın şifresini doğru girmezsen göstermiyor. Ya kâinata doğru şifreyle bakmazsa insan ne görür?..
Kalbine gelen her şey, ya nur olarak ya da zulmet olarak yansıyor. Nereye? Hayatına yansıyor…
Ne demiş Hz. Mevlana: “Testinin içinde ne varsa dışına onu sızdırır.”
Kâinat Allah’a şahitlik ediyor. Bizim “Eşhedü…” diyerek söylediğimiz şahitlik kelimemizde, kâinatın o şahitliğini ifade ediyoruz, ben de şahidim diyoruz.
Her şey Allah’ı tesbih ediyor. Bu muazzam büyüklük ve hassas ölçülerle idare edilen kâinatı ancak Allah yaratabilir, idare edebilir diyoruz. Bunu yapan irade, ilim ve kudret her şeyden yücedir, her kusurdan uzaktır diyoruz.
Her şey Allah’ı hamd ile övüyor. Yarattığı canlı cansız her şey, haliyle, hareketiyle ve yaptığı işlerle öncelikle Allah’ı övüyor. Tıpkı, bir insanın yaptığı bir makinenin tıkır tıkır çalışmasıyla ustasını övmesi; annemizin yaptığı enfes yemeğin tadıyla, lezzetiyle annemizi alkışlaması gibi…
Müminin kalbi böyle parlak bir aynadır, o aynada semavatın, kâinatın, dünyanın ve içindekilerin tesbihleri, hamdleri, şükürleri yansır. O mümin, kalbinde yansıyan bütün bu nurlarla Rabbinin yüceliğini görür, Onun azameti karşısında secdelere kapanır…
…
Elbette kalp dediğimiz bir kasılıp bir gevşeyen et parçası değil, ümitle haşyet arası ürperen kalp… Kastımız, öldüğünde insanın maneviyata hissizleştiği, küfranın akıbetini göremediği, dünyadan sonrasını hesap edemediği kalp…
İnsanı insan yapan güp güp çalışan değil, Allah için atan kalbidir. İnsanı insan yapan, içinde konuşan kalbidir…
Ne güzel ki Allah kalbine dil vermiş. Kalbine dil veren, onun sesine cevap da verir.
Şimdi mübarek günlerdeyiz. Kalbin uyandığı, bahara erdiği aylardayız. Bu bereketli, feyizli ayların tüm güzelliklerini istiyoruz Rabbimizden. Bizleri önce Ramazan’a, sonra bayrama, sonra da ebedi bayrama erdirsin… Amin