TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsan Kader Karşısında Özgür mü?

İnsan Kader Karşısında Özgür mü?

Kader tam anlamıyla egemense, yazılan başa gelecekse insan nasıl seçim yapacak?

Kader tam anlamıyla egemense, yazılan başa gelecekse insan nasıl seçim yapacak? Gerçekten var mı özgürce seçim yapabilen bir irade?     

Her şeyi bilen Allah, kullarının tercihlerini “bilerek” takdir etmiş kaderi. “Bilmek” ise “yapmak” demek değildir.

Neticenin ortaya çıkması için ilmin yanında iradenin ve kudretin de bulunması gerekir.

Allah bilirken irade de etseydi insan tercih yapamaz, o zaman sorumlu da olmazdı.

İnsan sınanmak için gönderildi bu dünyaya. İradesi olmasa, özgürce seçimler yapamasaydı sınavın anlamı olmazdı.

Halbuki insan, bilinciyle fark eder, aklıyla anlar, kalbiyle sever, iradesiyle seçer ve karar verir.

İradenin varlığını ispatlamak için başka yerde delil aramaya gerek yoktur, kişinin kendi iç sesini dinlemesi yeter. Herkes, kendinde seçme ve isteme kabiliyetinin bulunduğunu bilir.

Mesela sen şu önündeki yazıyı okumaya iradenle karar verdin. Kuşkusuz, okumamaya da karar verebilirdin.

Kader beni zorluyor, yaptıklarımı istem dışı yapıyorum, diyemezsin. Bilmiyorsun kaderde ne yazılı. Sen özgürce tercih yapıyorsun.

“Kaderimde vardı, yapmaya mecbur kaldım” diyemezsin. “Ben seçtim, ben yaptım, sonra anladım ki kaderimde yazılı olan bu imiş” demelisin.

Kaderi bahane ederek “Benim ne suçum var?” diyen kişinin, iradeyi yok saydığı görülür. Hemen soralım:

Eğer insan “rüzgârın önünde sürüklenen bir yaprak” ise, özgür iradesi yoksa, yaptığından sorumlu değilse, o zaman “suç”un ne anlamı kalır?

Özgür iradeden kuşku duyan kişi, bir haksızlığa uğradığı zaman mahkemeye başvurup hakkını aramıyor mu? Elbette arıyor!

Halbuki anlayışına göre şöyle düşünmesi gerekirdi:

“Bu adam benim evimi yaktı, namusuma dil uzattı, çocuğumu öldürdü ama onu suçlayamam. Kaderinde bunları yapmak varmış, ne yapsın, başka türlü davranmak elinden gelmezdi ki.”

Hakkı çiğnenenler gerçekten böyle düşünüp böyle mi davranıyorlar? Hayır!

İnsan, yaptığından sorumlu olmasaydı “iyi” ve “kötü” kelimeleri de anlamsız olurdu. Kahramanları takdire, hainleri aşağılamaya gerek kalmazdı. Çünkü her ikisi de yaptığını isteyerek yapmamış olurlardı.

Reddi mümkün olmayan bir kural var: “İlim maluma tabidir.” Yani bilgi bilinene uyar. Mesela, ben kendimi insan biliyorum, çünkü insanım. Bilmem, ilim. İnsan olmam, malum.

Bu meseleyi misallerle biraz daha açıklayayım…

Bilim ilerledi, artık güneşin tutulacağı zaman çok önceden hesaplanabiliyor. Bu bilgiler takvimlere bile yazılıyor. Hemen soralım:

İlim adamları önceden bildiği için mi güneş tutuluyor, yoksa güneş tutulacaktı da bundan dolayı mı ilim adamları onu bildiler?

Kuşkusuz, bilim adamları bildiği ve yazdığı için güneş tutulmadı, güneş tutulacaktı, onlar da onu öyle bildiler.

Günümüzde hava tahminleri yapılıyor. Bu ilmi bilenler, günler öncesinden yağmuru haber verebiliyorlar.

Şimdi düşün… Yağmur, meteorologlar bildi diye mi yağdı? Ne münasebet! Yağmurun yağması malum, bilim insanlarının onu bilmesi ilimdir. Burada da ilim maluma tabi olmuştur.

Sen bir uydudasın ve tren yoluna bakıyor, biri sağdan, diğeri soldan gelen iki tren görüyorsun. İkisi aynı ray üzerinde ilerliyor, aralarında engeller olduğu için birbirlerini göremiyorlar.

Deneyimlerine dayanarak bu iki trenin çarpışacağını anladın. Fizik bilgin de var. Eline kalemi aldın, trenlerin çarpışacakları yeri ve zamanı hesapladın. Bu bilgiyi bir deftere kaydettin.

Trenler gerçekten de yeri ve zamanı gelince çarpıştılar. Yanlarına gittin. Teselli edici bazı sözler söyledikten sonra “Ben sizin nerede ve ne zaman çarpışacağınızı önceden bilmiş, defterime yazmıştım. Bakın, işte şurada” dedin.

Trendekiler “Sen önceden bilip yazmasaydın bu çarpışma olmazdı!” diyebilirler mi?

Soruyu başka türlü soralım: Bu çarpışma olacağı için mi sen onu bildin, yoksa sen önceden bildiğin için mi trenler çarpıştı?

Cevap belli: Bilip yazdığın için çarpışmadı, ancak çarpışma olacağı için sen onu bildin.

İşte, ilahî ilmin olacakları bilip yazmasına bu misalin penceresinden bakabilirsin. Her şeyi bilen Rabbimiz, başımıza gelecekleri biz onları yapacağımız için biliyor. Fakat onun bilmesi bizi katiyen zorlamıyor.

Harika bir kameraman düşün. Manevi niteliklere sahip bu özel şahıs bizim gelecekteki on günlük hayatımızı filme alıyor. Başka bir deyişle, on günlük hayatımızı önceden biliyor.

Biz istikbalde yapacaklarımızın filme alındığını biliyoruz ama kasette nelerin bulunduğunu hiç bilmiyoruz. Kaydı göremiyoruz çünkü.

Hür irademizle tercihler yaparak ömrümüzün on gününü geçiriyoruz. Bu arada bazı suçlar işliyoruz.

On birinci gün kameraman filmi bize gösteriyor. İşlediğimiz suçları ekranda seyrediyoruz.

Kameramana, “Sen bizim yapacaklarımızı bilip kaydetmeseydin biz bu suçları işlemezdik” diyebilir miyiz?

Elbette hayır!

İşte, bizim ömrümüz boyunca yapacaklarımız da “ezel” kamerasıyla “levhimahfuz” isimli bir kasete alınmış. Fakat bu kayıtlar, bilgiler bizim hareketlerimizi asla etkilemiyor.

İrademizle tercih ediyor, seçiyor, yapıyoruz. Yapıp ettiklerimizden elbette sorumluyuz. “Kaderimde yazılıysa suçum ne?” demeye hiç hakkımız yok.

Günahımıza tevbe etmekten, affı için yalvarmaktan ve güzel ameller işleyip cezadan kurtulmaktan başka çaremiz de yok!

Mazeretler ileri sürerek, suçumuzu kadere yükleyerek cezadan kurtulamaz, ancak kendimizi aldatmış oluruz.