Hac başlı başına bir ibadet, bir kulluk görevidir. Namaz gibi, oruç gibi, zekât gibi bir ibadet. İbadet olduğu için hacda en çok hissedilen duygu, kulluğun idraki, kul olmanın verdiği hazzı bütün yönleriyle yaşamaktır. Ki, Hz. Mevlâna’nın eşsiz bir heyecan dalgası içinde “Kul oldum, kul oldum” demesinin gösterdiği gibi, “Kul oldum” mertebesi çok büyük mertebedir.
Kelime-i şehadette ifadesini bulan ‘abdühû ve resûlühû’da Resûlullah’ın (asm) önce kul, sonra peygamber olarak tarif edilmesi, bu mertebenin yüceliğini bildiriyor. İsa Aleyhisselamın beşikteki ilk sözü de, “İnnî abdullah”, yani, “Ben Allah’ın kuluyum”dur. İşte hacda, bu kulluk mertebeleri yaşanıyor.
Hacda birbirinden farklı ve değişik o kadar ibadet şekilleri ve tarzları vardır ki, bir anda kendinizi, bütün bedeniniz, duygularınız, istidat ve kabiliyetlerinizle bir ibadet yoğunluğu içinde görürsünüz. Namazı, umresi, tavafı, sa’yi, ihramı, tekbiri, tehlili, telbiyesi, vakfesi, şeytan taşlaması, kurban kesilmesi, tıraş olunması gibi o kadar farklı ibadetler vardır ki, birini bitirir, öbürüne başlarsınız veya birini yaparken aynı anda ötekini de yerine getirirsiniz. Öyle ki, dünyaya ve dünyalıklara ne zaman kalır, ne de fırsat ve imkân. Bir ara yorulur, dinlenmek ister, bu sefer de Kâbe’nin karşısına geçer, gözbebeğinizle Kâbe’yi buluşturursunuz. Kâbe’yi seyir bile tek başına bir ibadet ve ruh dinlenmesidir; kalbin ve gözün Kâbe’nin Sahibine yönelmesidir. Âyet diyor ya: “Hangi tarafa yönelirseniz, Allah’ın rızası oradadır.”
Sıcaktır, susadınız, hararet bastı, terden sırılsıklam oldunuz, ver elini Zemzem kuyusu veya yanınızda hazır duran tam içilecek kıvamdaki—ne çok soğuk, ne de ılık—Zemzem’le zemzemlenirsiniz. İçiniz nur, dışınız billur olur. İçiniz parlar, dışınız parıldar. Böylece kalıbınız da değişir, kalbiniz de değişir. Bütün bedeniniz ve duygularınızla, bir âhiret adamı oluverirsiniz. Bu gerçeği bir cümle ile şöyle ifade eder Bediüzzaman: “Hacc-ı şerif, bi’l-asâle herkes için bir mertebe-i külliyede bir ubudiyettir.”
Her an huzurdasınız, her dem huzurundasınız. Başka seçeneğiniz, başka tercih imkânınız yok zaten. Hep O’nunlasınız, hep O’nun önünde, karşısında ve yanındasınız. Özel bir lûtfa, özel bir iltifata ve özel bir yakınlığa mazharsınız. Hamdiniz artar, şükrünüz ziyadeleşir, fikriniz derinleşir, zikriniz zenginleşir. Hamdettiğinize hamdedersiniz, şükrettiğinize şükredersiniz. Hamdetmeyi, şükretmeyi nasip ettiği için şükredersiniz üst üste, peş peşe, ardı arkasına...
TEKBİR COŞKUSU
Harem’e varıncaya kadar, Harem-i Şerif’i görünceye kadar “Lebbeyk, Allâhümme lebbeyk”leri tekrarlarsınız. Söyledikçe söyleyeceğiniz, tekrar ettikçe tekrar edesiniz gelir. Bir de dünya gözüyle Kâbe’yi görünce, içiniz dışınız, diliniz dimağınız, aklınız kalbiniz tekbir getirir. “Allâhu ekber” dilinizden düşmez olur. Birkaç milyon mü’minle aynı anda namaz kılar, vakfe yapar, tekbiri niye getirdiğinizin, hatta gerçek anlamda belki de ilk defa tekbir getirdiğinizin farkına varırsınız. Hatta, ‘hac eşittir tekbir’ demek lâzım.
Hararetten, heybetten, dehşetten, hayranlıktan ve şaşkınlıktan gelen olgunluk ve dolgunlukla kendinizden geçer, yanar kavrulur, ancak ve ancak tekbirlerle teskin olur, tekbirlerle sâkinleşir, tekbirlerle sükûnete kavuşursunuz. Çünkü, ne kadar âmî de olsa bir velî hükmüne geçen hacı, “umum aktâr-ı arzın Rabb-i Azîmi ünvanıyla Rabbine müteveccihtir, bir ubudiyet-i külliye ile müşerreftir.” Şerefi küllî bir kulluk yüceliğiyle artmıştır her yönüyle...
Bu küllî, ortak ve büyük kulluk şuuru herkesi kaplar. Dualar da bir başka boyut kazanır bu ortamda...
BAŞKA DUALAR
Harem-i Şerif’te birbirinden farklı ve değişik dua manzaraları gözünüze çarpar. Geçtiğimiz yılda müşahede ettiğim iki kişi hâlâ gözümün önünden gitmez. Birisi kadın, Kâbe’nin duvarına yapışmış, ellerini de yaslamış, sesli sesli öyle dua ediyor, öyle ağlıyor ki, içinizi yakıyor. Ettiği duayı anlamıyorum, kendi diliyle birşeyler istiyor, ama ihlasın ve ubudiyetin zirvesinde dolaşıyor. Böyle bir duanın, hele böyle bir mekânda kabul olmaması mümkün gözükmüyor.
Diğer manzara ise şöyle: Elli yaşlarında bir erkek. O da Kâbe’nin duvarına yaslanmış. Sı