Dünyamız, masmavi okyanusları, pamuk gibi bulutları, yemyeşil ormanları ile uzayın en gözde ve seçkin gezegenidir. Gök kubbenin altında, ışıltılı bir mücevher gibi parlar. Tahmine göre 4,5 milyar yıl önce, diğer gezegenler gibi Güneş’in etrafında dönmeye başlamış ve 4 milyar yıl kadar önce soğuyarak bu muhteşem güzelliğe kavuşmuştur. O zamandan bu yana nice değişimlere, nice dönüşümlere sahne olmuş, sonunda en ideal ölçülerdeki havası, suyu, iklimi ve bitki örtüsü ile canlılığa kucak açılmıştır.
Dünya’mızın sadık yoldaşı Ay ise, çorak ve sessiz bir bekçi gibi, gezegenimizin etrafında döner. Neredeyse hiç atmosferi olmayan ve yüzeyinde sıvı su bulunmayan bu kayalık gök cismi, hem kendi ekseni etrafında hem de Dünya etrafında yaklaşık 27 günde bir döner. Bu eş zamanlı dönüş nedeniyle, Ay’ın bize bakan yüzü hep aynıdır. Ay sessizlik içinde, durgun bir güzellik sergiler. Ama öte yandan Ay’ın bu çorak haline baktıkça, Dünya’nın hayat için ne kadar özel ve değerli olduğunu daha iyi anlıyoruz.
Hayatımızın her ânı, farkında olsak da olmasak da nefes alıp vermekle geçer. Sürekli olarak ciğerlerimize havayı çeker ve sonra da aynı havayı geri veririz.
Nefes almaya bu kadar ihtiyaç duymamızın sebebi, vücudumuzda her an gerçekleşen milyarlarca biyo-kimyevî işlemin, oksijen sayesinde gerçekleşiyor olmasıdır. Şu anda bu yazıyı gören gözümüzün görmesinde bile, oksijenin rolü vardır. Gözümüzdeki milyonlarca hücre, oksijenle beslenmektedir. Kanımızdaki oksijen miktarı düşünce, gözümüz kararır.
Vücuttaki kasların, bu kasları teşkil eden hücrelerin bütünü, karbon bileşiklerini yakarak, yani oksijenle reaksiyona girerek enerji üreten merkezlere sahiptir. Havayı içimize çektiğimiz anda, akciğerlerimizde bulunan yaklaşık 300 milyon küre şeklindeki küçük kesecik (alveol), yüksek basınçta oksijenle dolar. Bunların duvarlarını kaplayan kılcal damarlar içinde ise; oksijen çok azalmış ve basıncı düşmüş olduğundan oksijen kılcal damarlar içine geçerek kanımızdaki muhteşem hizmetkârlar olan alyuvarların içindeki hemoglobine bağlanarak taşınır. Böylece önce kalbe sonra da vücudun her tarafına bir hizmet koşusu başlar. Vücudun muhtelif köşelerinden akciğere gelen hizmetçi alyuvarlar; oksijeni akciğerden alıp ihtiyaç sahibi hücrelerin enerji santraline, hücrelerde açığa çıkan atık madde olan karbondioksiti de akciğere taşır. Bu işlemle, içimize çektiğimiz temiz (oksijenli) havayı, dışarıya kirli (karbondioksitli) olarak veririz.
Görüldüğü gibi; hem nefes alışımız, hem de nefes verişimiz ayrı ayrı şükrü gerektiren hayatî faaliyetlerdir. Karbondioksit çıkarken de işe yaramakta, kelime meyvelerine dönüşmektedir. Diğer taraftan atık durumundaki gaz, bitki yapraklarında şeker ve oksijen olarak canlılara dönmektedir.
Akciğerlerimizde 300 milyon odacığın küçücük bir alana sığdırılması da; O’nun ilmini, O’nun her şeyden hakkıyla haberdar olduğunu göstermiyor mu? Evet, sıkıştırılmış olan bu alan, akciğerin içinden çıkarılıp düz bir yüzeye yayılsaydı, bir tenis kortu kadar geniş bir meydanı kaplardı.
Akciğerlerin içindeki odacıkların ve dolayısıyla bu odacıklara giden kanalların dar olmasında da, O’nun hikmetini görmekteyiz. Öyle ki bu kanalların çapı da, havanın yoğunluk ve basıncının rahatlıkla hareket edebileceği değerdedir.
Hava basıncı 1 atmosfere tekabül eder. Bu da parmak ucu kadar yere 1 kilogramlık basınç demektir. Deniz seviyesinde, bir litre havanın yoğunluğu bir gramdır. Görüldüğü gibi, hava, tüy gibi hafifliğine karşı, muazzam bir basınca sahiptir. Havanın akışkanlığı, suyun elli katı kadardır. Bu değerler, gerçekte hayatımız için çok kritik ve hassas ölçülerdir. Eğer atmosferin yoğunluğu biraz artsa, nefes almak, bir enjektöre bal çekmek gibi zorlaşacaktı. Bu durum karşısında, “O zaman enjektörün iğnesi kalınlaşabilir.” diye düşünmek, yani akciğer kanallarının genişletilmesini düşünmek de mânâsızdır. Çünkü akciğerlerin hava ile temas eden alanı çok küçülecek ve akciğerler vücut için gerekli oksijeni alabilecek yapıdan uzaklaşacaktı. Havanın yoğunluğu veya akışkanlığı biraz daha fazla olsaydı, bu durumda hava direnci büyük oranlara çıkacak ve bir canlıya ihtiyaç duyduğu oksijen miktarını sağlayacak solunum sistemini tasarlamak imkânsız hâle gelecekti.
Atmosfer basıncı şu anki değerinden fazla değil, beşte bir nispetinde düşük olsaydı ne değişirdi? diye sorabilirsiniz. Buharlaşma ve kaynama açık hava basıncının bir fonksiyonu olarak değiştiğine göre, denizlerdeki buharlaşma nispeti artacak ve atmosferde yüksek miktarlara varacak olan su buharı, Dünya üzerinde sera tesiri yapacaktı. Bu da, Dünya ısısının aşırı derecede yükselmesi demekti. Atmosfer basıncının şu anki değerinden bir kat daha yüksek olması durumunda ise, atmosferin su buharı nispeti öylesine azalacaktı ki, Dünya üzerindeki karaların tamamına yakını çölleşecekti.
Özetlersek atmosferin solunum için ideal yoğunlukta ve akışkanlıkta bulunması da, tesadüfün bu ince tedbire karışamayacağını söyler.
Sonuç olarak, atmosfer basıncı, Dünya üzerindeki hayatın varlığı ve devamlılığı için hayati öneme sahip, son derece hassas bir dengedir. Bu denge, yaratılış boyunca karmaşık jeolojik ve atmosferik süreçlerin bir sonucu olarak ince hesaplar üzerine kuruludur. Bu sistemlerin canlılara hizmet etmek üzere yaratıldığı düşünüldüğünde, bu dengenin korunmasının ne kadar önemli olduğu daha iyi anlaşılır. Ancak, bu hizmetlerin bir bedeli olduğunu unutmamak gerekir. Bu dengeyi sağlamak ve sürdürmek oldukça maliyetlidir. İnsan faaliyetleri, bu muazzam ilahi dengeyi bozarak felaketlere kapı aralanmaktadır. Özetle, atmosferi korumak ve gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakmak için hepimize düşen görevler vardır.
Kuran’da, Allah’ın yarattığı düzenin mükemmelliğine ve bu düzeni bozmanın sonuçlarına dair birçok ayet bulunmaktadır. Örneğin:
“Şüphesiz Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.” (Kamer Suresi, 49)
“Yeryüzünde bozgunculuk yapmayın.” (Araf Suresi, 56)
İlahi dengeyi bozmak, yalnızca canlıların varlık haklarına tecavüz etmekle kalmayacak, aynı zamanda bu mükemmel dengeyi yaratan ve koruyan Yüce Yaratıcı’ya karşı gelmek anlamına da gelecektir. Bu nedenle, her insanın yaratılışından kaynaklanan en temel görevi, bu ilahi dengeye saygı göstermek ve onu korumak olacaktır.
Atmosferle yeryüzü arasındaki bu sürekli bir değişim ve dönüşüm her zaman bir hareketlilik, bir akışkanlığın bozulmadan devamı öylesine hayret verici bir denge içinde, bir ölçü, bir düzen hüküm sürer ki, bu durum, bu sınırsız değişim ve olayların her bir anında, tüm yeryüzünü gören, denetleyen bir tek Zatın ölçüsüyle ölçüldüğünü, tartıldığını açıkça gösterir.
Aksi takdirde, eğer bu olaylar başıboş olsaydı, ya da amaçsız, tesadüfi bir şekilde gerçekleşseydi, o zaman yeryüzündeki denge öyle bozulurdu ki, belki de bir günde her şey altüst olurdu. Denizler kirlenir, hava zehirlenir, toprak çoraklaşır, yeryüzü yaşanmaz bir hale gelirdi.
Yeryüzünde kontrol edilmesi zor olan olayları kolayca denetleyen bir kuşatıcı ilim; yeryüzünü kapsayan dengeyi sağlayan bir kudret hükmetmektedir.
Elementler kontrolsüzdür, sebepler başıboş hareket eder, tesadüf rastgele olaylara yol açar, kuvvet dengesizdir ve tabiat, yaptığı işin anlamını ve amacını düşünemeyen şuursuz bir varlıktır… Eğer Allah’ın kontrolü olmasaydı bu düzenli ve dengeli evren nasıl var olabilirdi? Evet bu unsurları denetleyen, sebeplerin hareketlerini kontrol eden, kuvvetleri yönlendiren, kuvvete denge veren ve tabiata bir amaç veren, ilmiyle ve kudretiyle her şeyi kuşatan bir Hâkim (Allah) vardır.
Kainatın dengesi bozulmadığına göre, bu dengeyi sağlayan gücün büyüklüğüne bakıyoruz ve bu kadar iç içe olan şeyi, birbirinin sınırına tecavüz etmeden yöneten Allah’ın (c.c.) gücünün sonsuzluğunu anlıyoruz.
- Atmosfer Basıncı ve Ölçüler Dünyası / Prof. Dr. Osman Çakmak
- Kar Havanın Zehrini Alır! / Ziya Kesriklioğlu
- Şivlilik: Konya’da Üç Ayların Karşılandığı Bayram / Nursen Bektaş
- “Yutmak” Fiilimize Farklı Bir Bakış / İnt. Dr. Furkan Güneş
- Garip / Öznur Karaaslan
- Varlığın Kaynağı: Akıl ve Mantık Çerçevesinde Mutlak Yaratıcının Gerekliliği / Muhammed Enes Aydın
- Risale-i Nur Külliyâtı'nda Peygamberimiz Hz. Muhammed'in İsim ve Sıfatları / Serdar Çınar
- Attila İlhan, Paris’te Türkolog Prof. Carlier'i Ziyaretinde Ne Duydu? / Attila İlhan
- Yol / Sıla Taşöz
- PEYGAMBER EFENDİMİZ (ASM) SOKAK KÖPEKLERİ KONUSUNDA NE YAPMIŞTIR? / Selçuk Yıldırım
- Bir Direniş Öyküsü: Raid Salah / Tarık Sezai Karatepe
- Hile-i Şer’iyye / Bekir Sıtkı Baytar