İnsan, yeryüzüne adımını attığı ilk andan itibaren büyük bir hikâyenin içine doğar. Yaşadığı çağ, içinde bulunduğu toplum, kültürel ve sosyal atmosfer bu büyük hikâyeyi belirleyen temel unsurlardır. Kendi varlığını hikâyelerle anlayan, inşa eden insan, aynı büyük hikâye içinde şahsi hikâyesini de inşa ederek yaşamını sürdürür. Hele bir de öğretmensen attığın her adım, anlattığın her ders ya da girdiğin her sınıf, yeni bir şeyler katar sana. Yeryüzünde anlatılmamış, hikâyesi dile getirilmemiş, öyküsü yazılmamış iklimler gibi. Anka kuşu ya da Kaf dağı gibi, bir yerlerde karşına çıkacakmış sandığın. Zaten biz insanoğlu her adımımızla, her nefesimizle, aldığımız her kararla, yürüdüğümüz her yolla yaşayarak yazdığımız ve gün gelip anlatılmayı bekleyen öyküler değil miyiz?
Milli Eğitim Bakanlığı pandemiden dolayı sınavların nasıl yapılacağına ve ara tatilin kaç hafta olacağına dair bir genelge yayınladı. Uzaktan eğitim esnasında öğrencilerimin akıllarına takılan sorulara cevap vermem için, birden bana yüklendiler, “Hocam sınav nasıl olacak, tatil kaç gün olacak?” gibi soruların ardı arkası kesilmiyordu. Dersin telafi dersi olması ve vaktin de geç olması sebebiyle, biraz dersi esneteyim de çocukların merakını gidereyim dedim. “Çocuklar tatil üç hafta olacak.. Sınavlarda, öğrencileri ya azar azar okula çağırırız ya da sınavları online yaparız. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Hani geçenlerde çevrimiçi bir deneme sınavı yaptık ya onun gibi olacak” dedim.
Bir öğrencim “Hocam çevrimiçi olamaz” dedi. “Neden olmaz?” dediğimde, “kopya çekerler” dedi. “Çocuklar bakın bakanlığın eba üzerinde çalışmaları devam ediyor. Sistemi geliştirirler iyi bir kamera sistemiyle veya dik duran sabit bir ayna ile ekranı ve öğrenciyi aynı anda görebilecek bir sistemle bu mesele çözülür. Siz hiç merak etmeyin. Böylelikle ekranı başkasıyla paylaşmanız önlenmiş olur. Herhangi biriniz sağa sola hareket etiğinde kopya kabul edilir. Ve böylece sınavı iptal ederler” dedim.
Ben onları bu konuda ikna ettiğimi düşünürken, hiç beklemediğim bir öğrencim, “Hocam biz Türk milleti olarak kabirde Münker ve Nekir suallerine bile çözüm bulmuşuz, online sınava mı bulamayacağız” demez mi?
Öğrencimin verdiği cevap beni daha çok şaşırtmıştı. Büyük bir şaşkınlıkla “Nasıl yahu?” dedim, “Münker ve Nekir’in sorularına çözüm mü buldunuz? Öyleyse bana niye söylemiyorsunuz?” dediğimde aldığım cevap şaşkınlığımı daha da artırdı.
“Hocam siz bize öğrettiniz ya!” “Ne zaman öğretim size?” dediğimde. Öğrencim anlatmaya başladı: “Hocam derslerinizde bazen bizim iyi anlayabilmemiz için konuyla ilgili hikâyeler anlatıyorsunuz. Bir gün bir derste şöyle bir hikâye anlatmıştınız: Çok zengin bir adam ölür ve çocukları babalarına kabirde ne sorulacağını merak ederler. İçlerinden bir tanesi bir fikirde bulunur.
“Bir adam kiralayalım babamla beraber kabre koyalım ve ertesi sabah adamı çıkartıp gece olup bitenleri bize anlatmasını isteyelim” der. Diğer kardeşler de bu fikre sıcak bakarlar ve başlarlar kabre girecek gönüllü aramaya. Tabi kimse istemez korkudan. En son çare fakir mi fakir, üzerinde yırtık bir gömlek, yamalı bir pantolon ve altı delik deşik olmuş ayakkabısından başka dünyalık hiç bir şeyi olmayan bir garibanı ikna edip mezara koymuşlardı ya. İşte bu hikayede olduğu gibi onun gibi bizim arkadaşlar da online sınavda başarılı olmanın bir hal çaresine bakarlar” dedi.
Öğrencimin bu cevabı üzerine ne diyeceğimi bilemeden öylece kalakaldım. Aslında bambaşka bir konu dolayısıyla anlattığım bu hikâye, öğrencimin hayal dünyasında nasıl da hiç olmayacak bir şekilde yer tutmuştu. Onun merakını nasıl da beslemiş ve bu merakı onu nasıl sonuçlara götürmüştü.
Öğrencimin bu abartılı merakı ve vardığı sonuç, benim de kendi üzerimde düşünmeme sebep oldu. Bütün insanoğlu gibi ben de merak ediyordum. Evet, insan olarak her şeyi merak ediyoruz. Ta en başından beri, insanın bu merakı değil miydi Hz. Âdem’i (as) yasak ağaca yaklaştırıp da Cennet’ten indiren. Ve devamında yine merakımızdan değil midir? “İnsan necidir, nereden gelir ve nereye gider” sorularına cevap arayışımız. Filozofların akıllarını karıştırıp, mecnun gibi, varoluşun sırlarının peşinde koşturan bu meraklı sorular değil midir?
Hâsılı kelam, keşke, çevremizdeki her şeyi böyle merak ederken biraz da, kendi içimizi merak etsek. Çevremizdeki nesnelere karşı olan merakımız bizi onlara yaklaştıracağına, Rabbimize yaklaştırsa. İçimizden Rabbimize, bizden O’na giden yolları bulsak merakımızla. “Ben nasıl bir kulum?”, ile başlasak merak etmeye ve “Bana verilen bu paha biçilmez organları hangi tezgâhtan aldım. Bu aklımın, gözümün vesaire diğer cihazlarımın hakkını ödüyor muyum?” ile devam etsek… Belki böylece “Her an ensemde olan ecel celladım geldiğinde hazır olur muyum huzura çıkmaya?” sorusunun cevabını merak ederek ecel gelmeden bu gaflet uykusundan uyanırız. Rabbimiz gafletten uzak yaşamayı nasip etsin. Âmin.
- Hile-i Şer’iyye / Bekir Sıtkı Baytar
- İnsan, Neden Ölür? / Murat Çetin
- Bir Yıldız Daha Söndü / Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
- Örneklerle Tevhid Dersi / Bahri Han
- İhlas Suresinin Düşündürdükleri / Murat Balcı
- İçimizdeki Şeytan / Hande Ustamahmut
- Gerçek Bir Çakmakçılar Yokuşu (Mercan) Hikayesi / Dr. Osman Eminler
- Evrimin Bilimsel Açıdan Geçersizliği / Dr. Ali Kemal Pekkendir / BSc ODTÜ Makina Müh. MSc Birmingham Üniv. PhD California Üniv.
- Bilim Tarafsız mı, Taraflı mı? / Ayhan Küflüoğlu
- Din Eğitimi ile Amaçlanan Toplumu Cahilleştirmek midir? / Dr. Adnan Küçük
- İrade Terbiyesi / Özlem Değirmenci
- Gülün Fısıldadıkları / Tülay Bülbül