İlk kıblemize, miracın ilk durağı olan Harem-i Şerif’e, Mescid-i Aksa’ya, ziyaret zamanım Ramazan ayının arefesinde gerçekleşti ve iki heyecanı birlikte yaşadım.
Harem-i Şerif’e doğru yola çıktığımızda arabaların yol verdiğini gördüm aynı Medine gibi… Ve karşıma ilk önce oldukça yüksek surlar çıktı. Bu surları Kanuni Sultan Süleyman yaptırmış, o zamanın valisi Bayram Çavuş’a.
Ve uzun, labirent gibi koridorlardan oluşan geçitlerden geçerek Faysal kapısından girdik Harem-i Şerif’e. Kubbetüssahra’yı ilk gördüğümde Kabe-i Muazzama’yı ilk defa gördüğüm an geldi hatırıma ve o duygularla Ümmet-i Muhammed’in selameti için dua ettim.
Peygamber Efendimizin miraca çıkarken üzerine bastığı ve o yükselirken yükselen ve Peygamber Efendimizin dur demesiyle havada kalan ‘Muallak Taş’ın altında kıldım ilk namazımı.
Sonra kıble mescidine girdim. Orada Türkiye’den kardeşlerimiz de vardı ve Filistinlilerle konuşuyorlardı. Filistinliler, Türkiye’yi çok sevdiklerini, hep yanlarında bulduklarını söylüyorlardı.
Ramazan ayı çok yakın olduğundan, Mescid-i Aksa’da hazırlıklar da yapılıyordu. Avluya çadırlar kurulmuştu. Ve o gün ilk teravih namazına giderken Selahattin caddesinin, evlerin pencere ve kapılarının ışıklandırıldığını gördük. Satıcıların sayısı da artmıştı ve bunlar daha çok çocuklardı; renkler, kokular, ışıklar ve Ramazan coşkusunu içinde barındıran seslerle ve kontrollerden geçerek girdik Mescid-i Aksa’ya…
Teravih dönüşünde milli giysileri içinde yaşlı, çocuk ve gençlerden oluşan bir ilahi grubu ‘taleal bedru aleyna’ ilahisini söylüyordu. Defler ve milli çalgıları eşliğinde, Ramazan coşkusu yaşanıyordu…
Ertesi günü ilk iftarımızı yapmak için yola çıktığımızda Müslüman kardeşlerimle birlikte olmanın sevincini yaşıyordum, başka bir devlette de olsam, işgal altında da olsa, onlarla Ramazan sevincini paylaşmak güzeldi…
Kontrollerden geçerek girdik Harem-i Şerif’e, serin bir rüzgâr ve beni alıp çocukluğuma götüren top sesiyle açtık ilk iftarımızı. Namazdan hemen sonra Ramazan ayının hilali güldü yüzümüze, hilali buradan görmek ayrı güzeldi…
Ve ertesi gün ilk Cuma namazını kıldık Mescid-i Aksa’da, çok kalabalıktı ve kadınlar da çoktu.
Eski şehrin içindeki çarşıları gezdik. İstanbul’daki, Bursa’daki kapalı çarşı gibiydi oraların havası.
Ayrıca Harem-i Şerif’in içinde mahalleler var. Dar sokaklardan oluşan büyük büyük mahalleler, sur içi bölgesi 1000 dönüm, Mescid-i Aksa ise 144 dönümden oluşuyor.
Buralar tam bir açık hava müzesi. Ne kadar eski olduğunu gezerken hissediyorsunuz, yere basarken ürperiyorum, Peygamber Efendimizin (asm), Hz. İsa, Hz. Meryem, Hz. Zekeriya, Hz. Yahya, Hz. İbrahim, Hz. Ömer, Selahattin Eyyubi’nin bastığı yerlere basıyorum ve buralardaki hatıralarını düşünüyorum…
Ertesi gün Kıble Mescidi’nin yanındaki kadınlar Mescidini, az solunda ve aşağısındaki Mervan Mescidi’ni ziyaret ediyoruz. Mervan Mescidi, Mescid-i Aksa’ya temel olması için yapılmış, çok büyük ve revaklarla süslü, serin güzel bir mescit.
İslam müzesi açık olmadığı için giremiyoruz ve Mescid-i Aksa Kütüphanesi’ni ziyaret ediyoruz. İslam müzesinin bahçesinde Bizans döneminden kalma oymalı taşlar var. Onların içinden geçip, surların dışına çıkıp, ‘Babürrahme’ yani ‘Rahmet kapısı’ kabristanını ziyaret ediyoruz. Burada iki sahabe medfun, Şeddat bin Evs ve Ubade bin Samit. Kabirler Türkiye’deki gibi değil, yeşillik yok denecek kadar az ve üzerleri beton kaplı. Sahabe Efendilerimizi ziyaret edip, Müslüman kardeşlerimize dua ederek ayrılıyoruz ve arabayla surların etrafından dolanarak zeytin dağına çıkıyoruz.
Buradan da kuş bakışı Kudüs’ü izliyoruz. Oldukça büyük ve kadim bir şehir, Lût gölünü, Ürdün dağlarını, Hz. Ömer’in Kudüs’ü fethetmeye gelirken Kubbetüssahra’yı görünce tekbir getirerek şehre girdiği yer olan Tekbir dağını görüyoruz.
Dönerken, Osmanlı devletinden 100 yıllığına manastır yapmak için kiralanan ve Osmanlı “Üzerine haç dikmeyin dediği için hâlâ haç dikilmeyen, bugün ise hastane olarak kullanılan Agusto Victoria’nın önünden geçerek Rabiatül Adeviyye annemizin makamını ziyaret ediyoruz. İçerye dört Türk genciyle giriyoruz ve bu gençler bize kelime-i tevhid ve salâvat zikri ziyafeti veriyorlar.
Bu manevi ziyafetin ardından Selman-ı Farisî Hazretlerini ziyaret ediyoruz. Buraya küçük bir cami yapılmış ve oldukça bakımlı, bu kadar kadim bir şehir elbette kısa zamanda ziyaret edilmez ve böyle kısaca anlatılamaz, ama ben bu kutlu beldeyi ve buradaki kardeşlerimizi tekrar hatırlatmak ve az da olsa anlatmak istedim.
Beni Filistinli kardeşlerimin vakar içerisinde olmaları, vatanlarına düşkünlükleri çok etkiledi. İnşaallah bu mübarek günler ve beldeler hürmetine ümmet-i Muhammed sahil-i selamete çıkar… Bu duaya buralarda çok ihtiyaç hissettim. Evet buralar çok güzel, çok etkileyici, ve bir o kadar da hüzünlü…
- Bir Direniş Öyküsü: Raid Salah / Tarık Sezai Karatepe
- Hile-i Şer’iyye / Bekir Sıtkı Baytar
- İnsan, Neden Ölür? / Murat Çetin
- Bir Yıldız Daha Söndü / Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
- Örneklerle Tevhid Dersi / Bahri Han
- İhlas Suresinin Düşündürdükleri / Murat Balcı
- İçimizdeki Şeytan / Hande Ustamahmut
- Gerçek Bir Çakmakçılar Yokuşu (Mercan) Hikayesi / Dr. Osman Eminler
- Evrimin Bilimsel Açıdan Geçersizliği / Dr. Ali Kemal Pekkendir / BSc ODTÜ Makina Müh. MSc Birmingham Üniv. PhD California Üniv.
- Bilim Tarafsız mı, Taraflı mı? / Ayhan Küflüoğlu
- Din Eğitimi ile Amaçlanan Toplumu Cahilleştirmek midir? / Dr. Adnan Küçük
- İrade Terbiyesi / Özlem Değirmenci