Oruç
Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, yararları var. Başta Cenab-ı Hakk’ın Rab olduğuna bakan yönü var. Ayrıca toplum hayatına ve insanın şahsi hayatına, nefsin terbiyesine ve ilahi nimetlere bakan hikmetleri, yönleri var.
Ara
Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, yararları var. Başta Cenab-ı Hakk’ın Rab olduğuna bakan yönü var. Ayrıca toplum hayatına ve insanın şahsi hayatına, nefsin terbiyesine ve ilahi nimetlere bakan hikmetleri, yönleri var.
Oruç; İslam’ın beş şartından biridir. Hem de oruç, İslam’ı temsil eden, İslam varlığını gösteren, ona işaret eden, en büyük alametlerdendir.
Ramazan-ı Şerifteki orucun çok hikmetleri, yararları var. Başta Cenab-ı Hakk’ın Rab olduğuna bakan yönü var. Ayrıca toplum hayatına ve insanın şahsi hayatına, nefsin terbiyesine ve ilahi nimetlere bakan hikmetleri, yönleri var. Biz en önemli dokuz yönüne işaret edeceğiz:
Orucun birinci hikmeti; Allah toprağı rızka dönüştürmüş, oradan verdiği rızıkla hayat devam ediyor. Hayatı veren O, rızıkla devam ettiren O. Gafletle nimeti vereni unutuyoruz, oruç ise hatırlatıyor.
Allah, zemin yüzünü bir sofra gibi halk etmiş ve çeşitli nimetleri bu sofrada dizerek bize Rububiyetini (Rab olduğunu; her şeyi bu mükemmel hale getirdiğini), ne kadar Rahman, Rahîm, Kerîm olduğunu yani şefkatli ve cömert olduğunu bize gösteriyor. İnsanlar gaflet perdesi altında bu hakikati tam göremiyor, bazen unutuyor.
Ramazan-ı Şerifte Müslümanlar birden bir muntazam ordu vaziyetine geçer. Akşama yakın Allah’ın ziyafetine davet edilmiş bir surette “buyurunuz” emrini bekliyor gibi bir “kulluk” göstermeleri, Onun şefkatli ve haşmetli Rahmaniyetine karşı, azametli ve intizamlı bir kullukla mukabeledir.
Yani oruçla, müminler akşamları Allah’ın “buyrun” emrini bekliyorlar. Külli Rahmaniyetin tecellisini görerek, bizi besleyen, terbiye eden Rabbimizdir diyorlar. Bu nimetleri veren Rablerinin ikramını, ihsanını hatırlayarak imanlarını tazelendiriyorlar.
Bediüzzaman bu sebeple soruyor; böyle Külli Rahmaniyet karşısında, Rabbimizin oruç davetine iştirak etmeyen insanlar, insan ismine layık mıdırlar? Elbette değillerdir.
Evet, nasıl aynadaki, parlak şeylerdeki akisler kendilerinden değil, güneşten geliyorlar. Aynen öyle bu külli Rahmaniyet, Rahîmiyet, yani Külli İhsan, rızıklanmak, şefkat, hep Allah’tan geliyor. Toprağın işi değil. Demek ki, sanatın arkasındaki sanatkârı görememek, insan olmanın gereğini yerine getirmemek oluyor. Onun için Allah Lokman suresi 20. ayetinde şöyle buyuruyor:
“Görmüyor musunuz ki Allah göklerde ve yerde olan şeyleri sizin hizmetinize vermiş. Görünen görünmeyen bunca nimete sizi gark etmiş, yine de öyle insanlar var ki, hiçbir bilgiye, yol gösterici bir rehbere veya aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında tartışıp durur.”
Demek ki, oruç bize Rabbimizi tanıtıyor. Bütün nimetleri verenin O olduğunu tefekkür ettiriyor.
Orucun ikinci hikmeti ise; nimetlerin şükrüne bakar. Dünyada nimetleri satana, yani tablacıya bir fiyat veriyoruz. O nimetleri yaratan Yüce Rabbimize de bir hamd etmemiz gerekmez mi? Tablacıya ücret veriyoruz. Allah ise sadece şükür istiyor. Nimetin fiyatı yalnızca “şükür” ve “hamd”dir. Şükretmek ise nimeti Allah’tan bilmektir. Evet, bir kuru çubuk üzüm salkımı veremez. Kesif (katı) toprak sayısız nimet yapamaz. Bütün bunları bir veren var deyip, Allah’a şükretmektir.
İşte Ramazanda oruç; hakiki ve halis, azametli ve umumi bir şükrün anahtarıdır. Çünkü sair vakitlerde insanlar hakiki açlık hissetmedikleri için, çok nimetlerin kıymetini fark edemiyor. Kuru bir parça ekmek, tok olan adamlara, husussan zengin olsa ondaki onlarca nimet anlaşılmıyor. Hâlbuki iftar vaktinde o kuru ekmek bir müminin nazarında çok kıymettar bir nimet-i ilahiye olur. En zengininden en fukaraya kadar herkes, oruçta o nimetlerin kıymetini anlamakla bir şükrü maneviyeye mazhar olur.
Orucun üçüncü hikmeti ise; nimetin kıymetini anlamaktır. Nimete ihtiyacını hissetmektir. Bu husus da aynı zamanda sosyal hayata bakar.
Hakiki açlık yaşamayan nimetin kıymetini bilmez. İnsanlar maişet cihetinde farklıdır. Cenabı Hak bu nedenle zenginleri, fakirlere yardıma davet ediyor.
Eğer oruç olmazsa zenginler, açlık ve fakirliği tam hissedemez. Bu cihette insaniyetteki hemcinsine şefkat ise, şükrü hakikinin bir esasıdır. İnsan eğer nefsine hakiki bir açlık çektirmezse, kendinden daha fakir olanlara tam yardım yapamaz.
Orucun dördüncü hikmeti ise; nefsin terbiyesine bakar. Nefsi terbiye eder. İnsan abdiyetini, kulluğunu hatırlatır.
Nefis, kendini hür ve serbest ister ve öyle telakki eder. Hatta kendinde hayali bir Rablık vehmeder, serbest bir yaşayış arzu eder. Hadsiz nimetlerle terbiye olunduğunu düşünmek istemiyor. Husussan dünyada servet ve iktidarı varsa her şeyi yutar.
İşte Ramazan’ı Şerif’te en zenginden en fakire kadar herkesin nefsi anlar ki; kendisi malik değil kiracıdır; hür değil, abddir. Emrolunmazsa en adi ve rahat şeyi de yapamaz, elini suya uzatamaz diye hayali Rablığı, firavunluğu kırılır. Kulluğunu anlar, hakiki vazifesi olan şükre girer.
Orucun beşinci hikmeti ise; insana zayıf, aciz ve fani olduğunu tahattur ettirir.
İnsan gafletle acz ve fakrını kusurunu göremez. Hem musibetlere, ölüme maruz olduğunu, dağılır et ve kemikten ibaret olduğunu düşünemez. Şedit bin hırsla dünyaya sarılır. Her lezzetli menfaatli şeye bağlanır. Kendi nefsani arzuları içinde yuvarlanır. Hayat-ı uhreviyesini düşünmez.
İşte oruç açlıkla insana aciz olduğunu hatırlatır. Ne kadar, kendisinin de rahmet, şefkate muhtaç olduğunu derk ettirir.
Orucun altıncı hikmeti ise; Kuran Ramazan ayında nüzul olmuş; her Ramazan-ı Şerifte, yeme ve içmenin terkiyle yeni nazil oluyormuş gibi Kuran’ı okumak ve dinlemektir. Zaten Ramazan ayı da çok okunan Kuran’la bir Kuran ayı olduğunu gösterir.
Orucun yedinci hikmeti ise, Ramazan ayında amellerin sevabı bire bindir. Bu ayda her sevabın ameli katlanır.
Evet, Ramazan-ı Şerif, bu fani dünyada, fani ömür içinde ve kısa bir hayatta baki bir ömür ve uzun bir baki hayatı kazandırır. Leyle-i Kadir ise, Nass-ı Kuran ile bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir delildir.
Orucun sekizinci hikmeti ise; insanın şahsi hayatına bakar; sağlık yönünden insanın yararınadır.
Oruç insana ilaç nev’inden maddi ve manevi bir perhizdir. Hem gelişi güzel daim yemek tıbben de sağlığa zarardır. İşte oruç vasıtasıyla insan bir nevi perhize alışır. Oruç sabırsızlığın, tahammülsüzlüğün de ilacıdır. Ayrıca manevi yönden de, Ramazan-ı Şerifte müminler, derecatına göre ayrı ayrı nurlara, feyizlere, manevi sürurlara mazhar oluyorlar. Kalb ve ruh, akıl, sır gibi letaifin o mübarek ayda oruç vasıtasıyla çok terakkiyat ve tefeyyüzleri vardır. Midenin ağlamasına rağmen, onlar masumane gülüyorlar.
Orucun sayısız hikmetlerinden dokuzuncu hikmeti ise; insana kul olduğunu hatırlatmasıdır.
Nefis, hep serbestlik istiyor. Rabbini tanımak istemiyor. Fakat açlıkla o damar kırılır. İşte Ramazan-ı Şerifte oruç, doğrudan doğruya nefsin firavunluk cephesine darbe vurur, kırar. Aczini, zaafını, fakrını gösterir. Abd olduğunu bildirir.
Hem Hadisle bildirildiği gibi; Cenabı Hak nefse demiş ki; ben kimim, sen kimsin? Nefis de, ben benim, sen sensin demiş. Azap vermiş, cehenneme atmış yine sormuş, yine sen sensin, ben benim demiş. Sonra açlık ile azap vermiş, bu sefer “Sen, benim Rabb-ı Rahîmimsin; ben, senin aciz bir abdinim” demiş.
Evet, biz Cenab-ı Hakk’ın oruç davetine icabet edersek bu hikmetlere, sayısız faydalara, feyizlere mazhar olabiliriz.