Bugün saat 8’de kalktım. Kızım Ayşenur, doğacak çocuğunun sağlıklı olması isteğiyle (tansiyon hastası olduğu için kendini zorlu bir hamilelik dönemi bekliyordu) salat-ı tefriciye dağıtmış tanıdıklarına. Konu bana iletilince ben de doğuma kadar her diyaliz vaktinde ve diğer günlerde bu salavatı okumaya karar verdim.
Salat-ı tefriciye 4444 kere okunan bir salavat. Peygamberimize getirilen bu rahmet duası sıkıntıların giderilmesine faydalı olan bir dua aslında.
Salat-ı tefriciye okurken, birden aklım yıllar öncesine gitti.
Yıl 1986. Temmuz ayının son haftası. Kayınpederim Osman Demirci Hoca, kayınvalidem ve ben, hacca karayolundan gitmek üzere yola çıktık. Haşimoğulları şirketine bağlı bir kafile içinde bulunuyorduk. Bu kafile hac kafilesi değildi aslında. Suudi Arabistan’da çalışanları taşıyan bir işçi kafilesiydi. Bu kafilede, sadece hac için yola çıkan 10 kadar kişi vardı.
3 günlük bir yolculuktan sonra Suud sınırına vardık. İçeri girerken hac vizesi alanlara bir liste yaptırdılar. Kişi başına 500 riyal teminat parası istiyorlardı. Bu geri dönüş teminatıydı. Fakat herkes kıt imkânlarla hac için yola çıkmıştı. İnsanlara 500 riyallık teminat parası ağır geldi. Bir Suud yetkilisi, hacıların sızlanışlarını görünce, bu parayı ödememenin yolunu şu şekilde gösterdi:
“İçinizden bir kişi, diğer yolculara kefil olsun. Onları geri götüreceğini tekeffül etsin. Siz de teminat parası ödemekten kurtulun…” dedi.
Hac yolcuları birbirlerine baktılar. Bu kefil kim olabilirdi? Hemen kararlarını verdiler. Rahmetli kayınpederime:
“Hocam, ne olur, bize kefil ol. İmkânlarımız kısıtlı. Biz bu parayı ödemeden ancak bu yolla içeri girebiliriz.”
Kayınpederim, bunca insanın ricasını kıramadı. Yolculara kefil olmayı kabul etti. Bu kefaletin ne manaya geldiğini pek bildiği de yoktu. Ama bunun kendisine ne kadar büyük bir sorumluluk yüklediğini sonradan anlayacaktı.
Demirci Hocanın kefaleti sebebiyle, teminat parasını ödemekten kurtulan hacılar, büyük bir sevinç içinde kutsal topraklara girdiler...
Hac ibadeti yapıldı. Geri dönüş zamanı yaklaştı. O yıl Türkiye’den hacca gelenler arasında hac organizatörü Kayser Hoca da vardı. Bu yılki hac, belki de kendisinin 25. haccıydı. Kayser Hoca, bu kefalet durumunu öğrenince Demirci Hocayı ikaz etti.
“Hocam ne yaptın sen? Bu kefalet son derece ağır bir sorumluluktur. Şimdi Suudlular senden bu kefil olduğun insanların tümünün sınırdan çıkarılmalarını isterler. Sen bunca hacıyı nereden toplayacaksın? Her biri farklı zamanlarda dışarı çıkacaktır. Belki de burada kalanlar bile olur.”
Kayser Hocanın dedikleri doğruydu. Kafile içinden bir kişi, hac yaptıktan sonra Cidde’de akrabasının yanına gidecek, burada kalacak, kaçak işçi olarak çalışacaktı. Diğerlerinin ise ne zaman dönüş yapacakları belli değildi.
Kayser Hocanın bu ikazı, Demirci Hocayı ve beni oldukça tedirgin etmişti. Son derece iyi niyetle, ama bu davranışın doğuracağı neticeleri bilmeden, Demirci Hoca kafileye kefil olmuştu.
Suudlular kefil olduğu kişilerin hepsini çıkarmadan Demirci Hocanın dışarı çıkmasına izin vermeyebilirlerdi. Bu ihtimal, oldukça tedirgin ediciydi.
Demirci Hoca, Kayser Hoca ile bu duruma bir çare bulmak için hayli kafa yordular…
Gitmeye birkaç gün kala Kayser Hoca, Demirci Hocaya gelerek şöyle dedi:
“Hocam. Peygamberimiz buyuruyor ki: Ennecatü fissıdk: Yani kurtuluş doğruluktadır. Biz yetkililere durumu bütün samimiyetimizle açıkça anlatalım. İnşallah bu doğru sözlülüğümüze binaen, Rabbimiz bize bir kolaylık gösterir. Araplar mert insanlardır. Bakarsın mazeretimizi kabul ederler. Ben böyle düşünüyorum, sen ne dersin?”
Demirci Hoca da kendine yakışanın bu yol olacağını söyledi. Ne olacaksa olacaktı artık. Bir hata yapılmış sonucuna katlanılacaktı.
Birkaç gün sonra, Türkiye’ye boş giden bir otobüse binerek dönüş yolculuğuna başladık.
Benim içimdeki tedirginlik devam ediyordu. Sınıra varıp geri çevrilmek, belki de hapse atılmak ihtimali, strese sebep oluyordu. Yola çıktığımız andan itibaren salat-ı tefriciye okumaya başladım.
Sınıra varıncaya kadar, büyük bir iltica haleti içinde 4444 adedini tamamladım. Bu sıkıntılı halden kurtulmak için Resulûllahı şefaatçi kıldım.
Tefriciye bitmiş, otobüsümüz de öğle üzeri sınıra varmıştı. Vize işlemlerini yaptırmak için pasaport bölümüne giderken, bizimle beraber hacca gelen 3 yolcu ile karşılaştık. Bunlar, Konyalı Hoca Tahir Büyükkörükçü’nün akrabaları, baba, oğul ve kızından ibaret 3 kişi idi. Böylece 10 yolcudan 6 kişi birlikte çıkış yapmak için pasaport binasına gittik.
Memurlar öğle vakti olduğu için öğle tatili vermişlerdi. Binada kimse yoktu. İkindiye kadar beklemek gerekiyordu. Buna rağmen, Kayser Hoca kapıyı çaldı. Kapıyı orta yaşlarda bir kişi açtı. İstirahate çekildiği giyiminden belli idi. Bize de ikindiden sonra gelin deme ihtimali yüksekti. Kendisi pasaport bölümünün yetkilisi idi ve yüzbaşı rütbesindeydi.
Allah’ın şu inayetine bakın ki, adam bizi tersleyeceği yerde, son derece büyük bir anlayış gösterdi. Pasaport bölümüne geçti. Pasaporttaki numaradan yolcu listesini bulup çıkardı.
Listede 10 kişinin adı vardı. 3 kişi bizden önce gelmiş; sınırdan çıkış yapmıştı. Şimdi biz 6 kişi idik. Çıkış vizesi istiyorduk. Böylece listedeki 9 kişi sınırdan çıkmış oluyordu. Geriye 1 kişi kalıyordu. O kişiden haber yoktu. Korktuğumuz başımıza gelmişti.
Normal mesai zamanı olsa, vize veren memurların bu durumda Demirci Hocaya vize vermeleri imkânsızdı. Ancak şu anda, biz, bu bölümün sorumlusunun önündeydik. O zat baktı. Bir kişi listede eksik görülüyordu. Onun tereddüt ettiğini gören Kayser Hoca Arapça:
“Şeyh Efendi mazbut (düzgün, çok dindar insan) hafız, alim, salih, masum” diye Demirci hocanın meziyetlerini anlatmaya başladı.
Yetkili zat:
“Şeyh mazbut, velakin muamelat (yapılan iş) harap,” dedi.
Bu cümle bomba gibi ortaya düşmüştü…
Artık karar onun 2 dudağı arasından çıkacak cümleye bakıyordu. Geri dön, bu kişiyi bul getir, öyle vize vereyim diyebilirdi. Ama o, kafasını bir o yana bir bu yana salladı. Demirci Hocanın nurani, sakallı, gerçekten mazbut haline bakıp insafa geldi.
“Her neyse diyerek,” vizeyi verdi.
Sırtımızdan büyük bir yük kalkmıştı. Bu, Allah’ın büyük bir rahmeti ve inayeti idi. Memurların eline kalsaydık, geri çevrilme olasılığı yüksekti. Ama Allah karşımıza o bölümün en üst düzeydeki yetkilisini çıkarmış, işlem vakti olmamasına rağmen işlemimizi ona yaptırmıştı.
Teşekkürlerle, dualarla vize binasından ayrıldık.
Bu durum, okuduğum Salat-ı Tefriciye’nin makbuliyetinin neticesi mi idi, yoksa yalana sapmak yerine doğruluğu tercih etmemizin bir lütfu mu idi?.. Ama neticede Allah bizi, büyük bir sıkıntıdan harika bir şekilde kurtarmıştı.
…
Kızım Ayşenur’un tefriciyelerini okurken, bu hatıra gözümün önünden geçti.
Sıkıntı içinde olanlara Salat-ı Tefriciye okumanın ne anlam ifade ettiğini göstermesi bakımından, bu hatırayı ajandama yazma isteği içimde oluştu. İnşallah başkaları da ibret alır...
Bir not: Kızım Ayşenur, bir ay erken doğum yaptı, ama bebeği Allah’a hamdolsun son derece sağlıklı olarak doğdu.
- İrade Terbiyesi / Özlem Değirmenci
- Gülün Fısıldadıkları / Tülay Bülbül
- Ramazan Ayı ve Oruç Konulu Anket Çalışması / Nedim Barut / NG Araştırma
- Ehl-i Kitap’tan Din Öğrenilir mi? / Dr. Mehmet Sürmeli
- Kısa Kısa... / Mustafa Şimşek
- Kurtuluş, Doğru Sözlü ve Samimi Olmaktadır / Bir Hatıra / Mehmet Dikmen
- İnsanların Atası Hz. Adem’dir / Prof. Dr. Âdem Tatlı
- Vefat Eden Yakınımızın Ardından Neler Yapabiliriz? / Yusuf Yalçın
- Tesettür ile İlgili Ayet ve Hadisler / Yusuf Yalçın
- Kur’an-ı Kerim’in Yazılması, Toplanması ve Kitap Haline Getirilmesi Hakkında Detaylı Bilgi Verir misiniz? / Yusuf Yalçın
- Peygamberimiz Neden Çok Evlendi? / Yusuf Yalçın
- Sanal Kumar Bağımlılığı / Esra Obuz / Uzman Klinik Psikolog