TR EN

Dil Seçin

Ara

Hepimiz Sulu Beyinliyiz!

Hepimiz Sulu Beyinliyiz!

Patatesin %79’u, karpuzun %92’si, hıyarın ise—çok affedersiniz “salatalık” diyecektim ağzımdan kaçtı—%96’sı suymuş! Şaşırdınız mı? Aman çok şaşırmayın, az şaşırın. Çünkü asıl şaşırmanız gereken şeyi daha söylemedim: Ey ahali! Meğer insan beyninin de %77’si suymuş!

Patatesin %79’u, karpuzun %92’si, hıyarın ise—çok affedersiniz “salatalık” diyecektim ağzımdan kaçtı—%96’sı suymuş! Şaşırdınız mı? Aman çok şaşırmayın, az şaşırın. Çünkü asıl şaşırmanız gereken şeyi daha söylemedim: Ey ahali! Meğer insan beyninin de %77’si suymuş!

Bunu öğrendikten sonra “Sulu beyinli!” lafını bir daha ağzıma alır mıyım? Tövbe! Çünkü vaziyet böyleyse eğer, hepimizin birer sulu beyinli olduğu gerçeği bir tarafa, sağlıklı, tıkır tıkır çalışan (Aslında işin içinde bu kadar su olduğuna göre şakır şakır demek daha doğru) bir beynin, kuru değil, sulu olduğu da kabak gibi ortada...

Bu arada, kabağın da %90’ı su!

Fakat durun hele! Beyninizin suya düşmüş bir sünger gibi olduğunu öğrendiniz diye hemen enseyi karartmayın. O iki bilinmeyenli denklem sorularını çözememenizin sebebi bu değil, onun sebebini siz gayet iyi biliyorsunuz! Ayrıca, beynimiz büyük oranda sudan yaratılmıştır ama kimsenin beyni burun deliklerinden ya da kulaklarından akıp gitmez. Çünkü %77-78’i su olan beynimizin, %10-12’si de yağ!

Yağ evet bildiğiniz yağ! Bu, sudan iyidir değil mi? Hiç değilse durduğu yerde pelte gibi de olsa durur, başınızı salladığınızda çalkalanmaz yayıktaki ayran gibi.

Hâlâ daha kendinizi bir tuhaf hissediyorsanız, size iyi haberlerim var:

Beynimizin %8’i de protein!

%1’i de karbonhidrat!

Bunun dışında %2 oranında türlü tefarik organik maddeler ile %1 kadar da birtakım organik olmayan yani inorganik maddeler var beyinde...

İnsanın, beynini ve onun ne kadar önemli bir organ olduğunu düşününce “Bu mudur yani?” diyesi geliyor. Evet budur! Hatta dahası da var, koklayanların dediğine göre küflü peynir gibi kokuyormuş o kıymetli beynimiz.

 

Ne kadarınız beyin? 

Hayatım boyunca karşılaştığım (karşılaşmaz olaydım), tanıdığım (tanımaz olaydım), konuştuğum (konuşmaz olaydım), tartıştığım (tartışmaz olaydım) birtakım insanları düşündükçe, kafataslarının içinde o kadarını bile taşıdıklarından şüphe etmiyor değilim ama beynimiz, her ne kadar cevize benziyorsa da, elbette ceviz kadar değildir! İnsan, canlılar âleminin en büyük beyinlerinden birine sahiptir. 

Elbette vücuduna oranla...

Vücuduna oranla evet! Yoksa bir mavi balinanın 9 kg beyni, elbette bir insanın 1,3 kg beyninden büyüktür. Ancak 150 ton ağırlığındaki bir mavi balinanın beyninin vücuduna oranı, 70 kg’lık bir insanın vücuduna olan oranından küçüktür. Doğada vücuduna oranla beyin büyüklüğü insandan daha büyük canlılar da vardır.

Mesela karıncalar. Bir karıncaya yakından baktığınızda onun kocaman bir kafası olduğunu hemen fark edebilirsiniz. 

Gerçekten de karıncalar koca kafalı canlılardır. Ve beyinleri de vücutlarına oranla büyüktür. Bir karıncanın vücudunun %6’sı beyindir. İnsanlarda ise bu oran sadece %2’dir. Eğer insanların da beyin büyüklükleri vücutlarına oranla karıncalar kadar olsaydı şimdikinden 3 kat daha büyük bir beyne, dolayısı ile kafaya sahip olmamız gerekirdi. Ama bu durum, karıncaları bizden daha zeki canlılar yapmaz. Elbette bir karınca, bir karınca için yeterince zekidir. Ve bu, bir karıncanın hayatı boyunca yapması gerekenleri yapabilmesi için yeterlidir. 

Ama bir karınca için...

Koca kafa ve iri bir beyin sıralamasında filler, canlılar âleminin ön sıralarında yer alırlar. Ortalama bir fil beyni 5 kg kadar gelir. Karada yaşayan bu en kocaman memelilerin, özellikle kuraklık zamanlarında on yıllar önce su içtikleri kaynakların yerlerini şıp diye hatırlayabilecek kadar sağlam bir hafızaya sahip olmalarına şaşırmamak gerek.

 

Bir beyni diğerlerinden daha iyi yapan şey, büyüklüğü değil, sahip olduğu NÖRON sayısıdır

Nöron, yani beyin faaliyetlerinin gerçekleşmesi için yaratılmış çok özel hücre!

Koca kafalı karıncaların 0,3 mg ağırlığındaki beyinlerinde 1 milyon adet nöron bulunur.

Her biri usta birer kan emici olan sivrisineklerin sahip oldukları nöron sayısı ise 100.000 adettir. Bu kadarı bir sivrisineğe, yaz gecelerinde insanları deli etmek ve en tecrübeli hemşirelere bile damar yolu bulma yarışında nal toplatmak için yeter de artar bile. 

0,46 mg’lık vücutlarına oranla iri sayılabilecek bir beyne sahip bal arılarının da 1 milyon nöronu vardır. Bal arıları, bu 1 milyon nöronluk beyinleri ile, çiçekten çiçeğe uçar, Güneş’in konumuna göre yollarını bulur, buldukları bereketli bahçelerinin koordinatlarını, oynaya oynaya kovandaki arkadaşlarına bildirir ve evlerinde, içlerini bal gibi bir nimetle doldurmak için, muhteşem kusursuz altıgen odacıklar inşa ederler. Yüz binlercesi tıpkı karıncalar gibi olağanüstü bir düzen içinde bir arada yaşayabilirler.  

8-9 kiloluk devasa balina beyinlerindeki nöron sayısı ise, hiç de beklediğiniz gibi devasa oranlarda değildir. 

Balinalar âleminin en koca kafalı üyeleri olan ispermeçetler bile, çok çok 10 milyar kadar nörona sahiptir. 

Bu rakam size yeterli gelebilir. Evet bu rakam yeterlidir ama bir ispermeçet balinası için. Eğer bir insan aynı oranda nörona sahip olsaydı kimse onu, derisidikenlilerin Holothuroidea sınıfına ait omurgasız bir hayvan mesela bir deniz hıyarı olmadığına ikna edemezdi! Çünkü dünyaya yeni geldiğinde 400 gram, ilk bir yıl içinde 800 gram, dördüncü yılın sonunda ise 1,2 kilo ağırlığa erişen insan beynindeki nöron sayısı 100 MİLYAR kadardır! Söz konusu nöron sayısı olduğunda kimse bizimle yarışamaz! Fakat onları ne kadar iyi(ye) kullandığımız tartışılır. 

 

Beyninizin ne kadarını kullanıyorsunuz? 

Ah sen ne güzel bahaneydin! Fakat gerçeği biraz araştırınca, işin aslı hemen ortaya çıktı! Demek ki gerçeği her zaman araştırmamak, yalan yanlış, hayal hülya ile vaziyeti idare etmek lazımmış!

Şaka şaka! Siz siz olun, susam tanesi kadar bile olsa gerçeği, bir kamyon dolusu palavraya, tatlı gelse de yalana değişmeyin asla. 

Günün sonunda sizi hayal kırıklığına uğratmayacak ve avuçlarınızın içinde kalacak olan, o miniminnacık da olsa, canınızı da acıtsa, kabul etmesi zor da gelse, hiçbir şeylere değişmediğiniz gerçekler olacaktır çünkü... 

Pembe hayaller ya da gözünüzü kamaştırmak için itina ile süslenip püslenmiş o kuyruklu palavralar değil...

Ben neden mi bahsediyorum? “Aslında insanlar beyinlerinin sadece %10’unu kullanırlar. Eğer tamamını kullanacak olsalardı, bazılarımızın nüfus kâğıdında, Doğum yeri: Mars Gezegeni yazıyor olurdu!” palavrasından elbette...

Evet bu bir palavradır ama insana, “Bir gün bir ilaç keşfedilse de, beynimin hiç değilse yarısını tepe tepe kullanabilsem, belki çarpım tablosunu bile ezberleyebilirim!” dedirtecek kadar güzel hayaller kurdurtan bir palavradır.

Elbette bazılarınız, çarpım tablosunu ezberlemek için beynin %10’unu kullanabilmenin bile yeterli olduğunu düşünebilir. 

Peki ama ya, Han Duvarları şiirini ezberleyebilmek için yeterli mi?

 

Nereden çıktı bu %10 palavrası?

1800’lü yılların sonlarına doğru Amerikalı iki psikolog, zekâ üzerine bir takım araştırmalar yaptı ve insanlar içinde, 250-300 seviyesinden yüksek IQ oranına sahip olanların çok az olabileceği gibi bir sonuca vardılar. Yani pek az insan, insanların ancak %3-5, bilemediniz %10 kadarı böyle yüksek IQ seviyelerinde olabilirlerdi.

İşin doğrusu böyle bir sonuca varmak için bilimsel araştırma yapmaya da gerek yoktu bana göre. Sokağa çık bir iki tur at ve İbn-i Sina, Harezmi, Einstein ya da Goethe gibi kaç kişiye rastlayacağına bir bak, aynı sonuca varırsın...

Aslında psikologların demek istediği şuydu:

İnsanların çoğu, ortalama bir zekâya sahip. Yani tıpkı benim gibi ayakkabı numaraları ile IQ’ları arasında öyle parmak ile sayılamayacak kadar büyük bir fark yok! %5-10 kadarı ise, zekâ olarak diğerlerinden daha iyi durumda...

Bu açıklamalar insanların beyinlerinin sadece %10’unu kullandıkları anlamına gelmiyordu! Ama bu, o kadar cazip bir düşünceydi ki, hayatı boyunca aptalca pek çok şey yapmış koca koca adamlardan, matematik sınavında resmen çakılmış öğrencilere kadar herkesin diline düştü. 

•••

Albert Einstein, 1920’lerde bir röportajında insanları kafalarını daha fazla kullanmaya davet etmek için, “Beynimizin %10’unu kullanıyoruz” gibisinden bir laf etti. Aslında söylemek istediği şey, yeterince düşünmediğimizdi. Ve gerçekten de kimse yeterince düşünmediği için söyledikleri, “İnsanlar beyinlerinin %10’unu kullanıyor! Gerisi boş duruyor!” şeklinde anlaşıldı. 

Einstein’ın sözlerini böyle anlamak tabii ki insanların işine geldi. Çünkü bu, akılsızca işler yapan akıllı canlılar için harika bir bahaneydi.

Sözde zihin açan bazı ilaç ve besin takviyelerini, o ilaçların ve besin takviyelerinin üretildiği kazanlara tepe taklak düşseler de, hayatları pek değişmeyecek insanlara kakalamaya çalışan reklamcılar, bilim kurgu yazarları ve sonraki yıllarda sinemacılar, bu fikri havada kaptılar. 

O kadar çok tekrar edildi ki, sonunda herkes beyninin %10’unu kullandığına, geri kalanının ise henüz kullanıma açılmadığına inanmaya başladı.

Bugün hâlâ daha, bunun bir saçmalık olduğu yüzlerce kez söylendiği hâlde, magazin sayfalarının boş kalan yerlerine, insanların beyinlerinin %10’unu kullandıkları, eğer beynimizi tam kapasite çalıştıracak olsaydık ne muhteşem şeyler olabileceğine dair haberler sıkıştırılır. Sıradan insanlar gibi beynin %10’unu değil, %100’ünü kullanan süper kahramanların ortalıkta fink attığı ucuz bilim kurgu romanları yazılır ve filmler çekilir. 

İnsanların birçoğu, bu tatlı hayalden vazgeçmek istemez ve eğer birkaç polisiye filmde daha oynarsa, kıdem tazminatı ve ikramiyeyi kapıp, emniyetten başkomiser olarak emekli olma hakkı kazanacak Morgan Freman ile Scarlet Johanson’un rol aldığı Lucy filminde gördüklerine inanmayı tercih ederler.

Oysa bütün vücudumuzdaki besin ve enerjinin neredeyse %25’ini tüketen bir organın sadece %10’unun kullanıldığına, geriye kalanının, işe yaramaz bir yağ yığını olarak kafatasımızın içinde yan gelip yattığına ve bedavadan beslendiğine inanmak için, beyin hakkında hiçbir bilgimizin olmaması gerek. Çünkü mahallenin fırınına ekmek almaya giden birisi, eve iki taze ekmekle dönebildiyse eğer, beyninin %100’ünü kullanmadan bu işi beceremezdi...

– Peki ya bir taze ekmek için?

– Ha?

– Eğer iki taze ekmek almak için %100’ünü kullanmamız gerekiyorsa, bir taze ekmek almak için %50’si yeter diye düşünüyorum ben.

– Sen neden düşünüyorsun ki? Ne gerek var?

– Mantıklı!

– Değil mi? Sana da öyle geldi...

Sanırım Einstein haklı! Bazı insanlar, beyinlerinin değil belki ama, akıllarının %10’unu ancak kullanabiliyorlar...