TR EN

Dil Seçin

Ara

Çocuklarımızı Tabiatla Buluşturalım

Bizler çocukluğumuzu ‘çocuk’ gibi yaşadık, zamane çocukları gibi en güzel yıllarımızı beton hapishanelerde geçirmedik. Sabahtan akşama kadar sokakta oynar, toprak ve çamura doyardık. Bizim için çimenlerde, toprakta ayakkabısız dolaşmanın korkulacak hiçbir yanı yoktu. Yağmurda ıslanmanın tadını doyasıya yaşardık. Yollardaki su birikintilerine zevkle basar, ağaçların tepesine korkusuzca çıkardık.

 

Bizler çocukluğumuzu ‘çocuk’ gibi yaşadık, zamane çocukları gibi en güzel yıllarımızı beton hapishanelerde geçirmedik. Sabahtan akşama kadar sokakta oynar, toprak ve çamura doyardık. Bizim için çimenlerde, toprakta ayakkabısız dolaşmanın korkulacak hiçbir yanı yoktu. Yağmurda ıslanmanın tadını doyasıya yaşardık. Yollardaki su birikintilerine zevkle basar, ağaçların tepesine korkusuzca çıkardık.

Hele o piknikler, saray sofralarına taş çıkartacak türdendi. Kışın kıyafetlerimiz buz tutana dek kızak kayar, annelerin müdahalesiyle ara vermek zorunda kalsak da, soba başındaki kısa ısınmanın akabinde yine sokakta bulurduk kendimizi. Saatlerce eve girmez, şimdinin çocuklarının aksine, o kadar soğuğa maruz kalıp nedense hasta da olmazdık. Belki de biz yaşadığımız mutluluk sebebiyle hastalıktan korunuyorduk.

 

TABİATI SEVMEK

Tabiatla iç içe büyüdük; rüzgâr, yağmur, kavurucu sıcak, kar.. hiçbiri korkulacak şeyler değildi. Böcekler, örümcekler, karıncalar, solucanlar hemen yanıbaşımızdaydı. Korkmak ne kelime, birçoğuyla dosttuk biz. Çevremizdeki varlıklar hayatımızın bir parçasıydı, farkında olmadan otları, çiçekleri, ağaçları, hayvanları tanırdık. Küçük kır çiçeklerinden demetler yapıp annemize sunar, bazen de kalın bir kitabın arasında kuruturduk rengârenk güzellikleri. Baharda ballıbabalarla yaptığımız taçlar saçlarımızı süslerdi.

Hayvanlar, ağaçlar, toprak, su, çamur, bir çocuk için en güzel eğlenceydi. Bugün de şüphesiz öyle… Ama ne yazık ki sokağı bilmeyen, tabiatı tanımayan, hafta sonunu alışveriş merkezlerinin ışıklı, metal, ruhsuz oyuncakları arasında, mutlu olduğunu zannederek geçiren çocuklar bu güzelliklerden mahrum.

Şehirlerimizde gün geçtikçe yükselen binalar ilk bakışta belki bir gurur kaynağı; şehrimizin, ülkemizin gelişmesine seviniyoruz. Ancak farkında değiliz ki, her yükselen binayla daha fazla çocuk beton duvarlara hapsoluyor. Bir yandan komşuluk can çekişirken, diğer yandan tabiattan daha fazla kopuyoruz. Dünya her geçen gün daha fazla “ekranlardan seyredilen” bir yer haline geliyor.

 

EBEVEYNLERİN YERSİZ KORKULARI

Çocuklar ancak özgürce oynayabilecekleri doğal ortamlarda ruhlarını doyurabilirler, sağlık kazanabilirler, yeteneklerini geliştirirler, duygu dünyalarına zenginlik katarlar. Stresten, doyumsuzluktan, hırçınlıktan, aşırı hareketlilikten, uyumsuzluktan korunabilirler. Tabiatta korkulacak şeyler olsa da, korkuyla baş etmeyi öğrenirler, çözümler üretirler, hayata hazırlanırlar.

Günümüz çocuklarının pek çoğu doğal çevreden kopuk. Elbette bunun değişik sebepleri var. Çağın getirdiği koşuşturmaca, ebeveynler kadar çocukları da etkiliyor. Çağımız çocuklarının birinden çıkıp diğerine yetiştikleri pek çok etkinlikleri var. O kurs senin bu kurs benim koşturuyorlar. Kalan boş zamanlarında ise televizyon ve internetten kendilerini alamıyorlar.

Çocukların tabiattan uzaklaşmasında, ebeveynlerin yersiz endişeleri de etkili oluyor maalesef. Pek çok kanaldan uzmanların bilgi bombardımanına maruz kalan anne babalar, çocuklarını korumak adına gereksiz kısıtlamalara gidiyorlar. Kâinattaki her şey dostken, koruma reflekslerini abartan anne babaların zihinlerinde normal şeyler bile tehlikeli ve düşman haline geliveriyor. Öyle ki, günümüzde güneş, rüzgâr, yağmur bile sakınılan şeyler haline geldi.

Yanlış algılarımız yüzünden evi güvenli, dışarıyı tehlikeli zannediyoruz. Çocuklarımızı eve hapsediyoruz. Yazın kene korkusundan pikniğe gitmeyen, gittiklerinde ise tehlike algısını üzerlerinden atamadıklarından açık havanın keyfine varamayan aileler hiç de az değil. Çocuklarını hayvanlara yaklaştırmayan, ona dokunmasına izin vermeyen anneler… Islanmasına, çamurlanmasına tahammül edemeyenler… Düşecek korkusuyla ufacık tepelere tırmanmasına engel olanlar… Küçük bir dikenden, böcekten, ısırgandan düşmanmışçasına korkan ve bunu çocuklarının zihinlerine de yansıtan ebeveynler maalesef gün geçtikçe daha da çoğalıyor. Ve çocuklarımız her gün daha fazla kopuyor tabiattan. Sadece çocuklar mı, elbette yetişkinler de…

 

NELER YAPABİLİRİZ?

Çocuklarımızı tabiatla buluşturmak, tabiatı sevdirmek zaman ve emek istiyor. Bu ise pek çok anne baba için kolay değil. Zamansızlık günümüzde en çok yakındığımız şeylerden biri. Ama çok geç olmadan çocuklarımıza bu iyiliği yapmak zorundayız. Çünkü küçüklüğünde doğal ortamlarla tanışmamış insanlar zamanla tabiattan soğuyor, korkuyor, tabiata olan ilgisini kaybediyor.

Üstelik tabiatın rahatlatıcı etkisine bizim de çok ihtiyacımız var. Tabiattan ne kadar uzaksak, ruhsal gerilimlere bir o kadar yakınızdır. İşte bu yüzden gelin, çocuklarımızla sık sık kırlara, parklara çıkalım, birlikte kâinatı tanımaya, anlamaya ve okumaya çalışalım.