TR EN

Dil Seçin

Ara

Ne Gariptir Şu İnsanoğlu

Ne gariptir şu insanoğlu… Ne garip… Elinde olanları hiç görmez… Onları bir nimet olarak bilmez…

 

NE GARİPTİR şu insanoğlu… Ne garip…

Elinde olanları hiç görmez…

Onları bir nimet olarak bilmez…

Hep ama hep daha fazlasının peşindedir…

Gözü yukarılardadır… Aşağıda olanı hiç görmez…

Dünyayı versen ona yetmez… Başını kaldırıp aya göz diker… Onu da ister…

Ne hırsı geçer, ne emeli biter, ne de arzusu söner…

Ne gariptir şu insanoğlu… Ne garip…

Kendisine verilen nimetlerin kıymetini kaybetmeden bilemez.

Çocukluktan usanır, bir an evvel büyümek ister. Büyüdükten sonra da çocukluğuna hasret çeker.

Mal mülk, şan şöhret uğruna sıhhatini kaybeder, sonunda tutar, sağlığına kavuşmak uğruna ne kazandıysa sarf eder.

Ne gariptir şu insanoğlu… Ne garip…

YARIN başına ne gelecek endişesiyle elindeki biricik nimet olan bugünü kaybeder. Yaşarken hiçbir zevki, hiçbir lezzeti kaçırmaz ama hiç yoktan ona bu hayatı veren Allah’ı unutur, nankörlük eder.

Günler böyle böyle geçer gider, her gün birbirine benzer… Hayattan sıkılmaya başlar… Sürekli kendine yeni eğlenceler arar. Hakikatte ne bugünü, ne de yarını yaşar.

Ve o an gelir, bir gün kapı çalınır, ölüm de hayattan payına düşeni alır. Zevkler, lezzetler bir bir söner, geride günahların dumanı kalır.

Ne gariptir şu insanoğlu… Ne garip…

Onun için günler gibi mevsimlerin de kaderi hep aynıdır. Yazın kışı özler, kışın da yazı… Arada ise hep elden kaçırır o güzelim baharları…

Ne gariptir şu insanoğlu… Ne garip…

Hakkıyla ne bugünü yaşar, ne de yarınları... Düşünmez hiç hayatın sonunu, bir gün ölümle olan randevusunu…

DÜNYADA hiç ölmeyecekmiş gibi yaşar durur. Bir gün olur, o da bu dünyadan hiç yaşamamış gibi ölür gider…

Ne gariptir şu insanoğlu… Ne garip…

Ölümü, hastalığı görür ama onu hiç kendi üzerine almaz. Bir gün âkıbet onu da bulur, göz kapamanın bir faydası olmaz.

Ne gariptir şu insanoğlu… Ne garip…

Zevke, eğlenceye geldi mi, hiçbir şeyi kaçırmaz, nefsi adına en küçük menfaati bile unutmaz. Ama ona her şeyi veren Rabbini çabucak unutur. Aldığı her nefesle ona yeniden can bahşeden Allah’ı çok kolay unutur… Günler böyle gelir geçer… Sonunda bir gün o da toprağa girer. Her fani gibi o da unutulur gider.

Böyledir ilahî hüküm. Böyledir kader. İnsan ektiğini biçer.

İnsan eninde sonunda yaptığını bulur. Hiçbir şey yanına kâr kalmaz. Hesap kitap, sadece mahşere kalmaz. Bu dünyadan göçer göçmez ilk menzil olan kabirde başlar.

Şimdi başucunda taşlar ve mezarda nice insanlar, ders veriyorlar. Bize ibret gerek ise, bunları görmek gerek. Anlamak için uyanmak, uyanınca da düşünmek gerek.

HAYAT bir uykudur derler. Ölünce uyanırmış insan. Biz bari hayat gözümüzü dört açıp da, ölmeden önce uyanalım. Ölünce başımıza neler geleceğini düşündükçe tadı kaçar bu hayatın. Belki de hakiki tat bundadır.

Hem Hazreti Peygamber (asm):

“Lezzetleri tahrip edip acılaştıran ölümü çokça anın” demiyor mu?

Derdin dermanı, uzakta değil, derdin içinde gizli. Hayatın gerçek lezzeti, ölümün içinde gizli.

Bu müjdeyi duyanlara, bu lezzeti bulanlara selam olsun…