TR EN

Dil Seçin

Ara

Buhranların Çaresi

Buhranların Çaresi

Değer buhranının temelinde, insanın psikolojik ihtiyaçlarının geri plâna atılarak maddî kıymetlerin bütün hayatı sarması olayı vardır. Günümüzün Batı medeniyeti dünyayı kaplama yolunda olduğu için, ona şimdi hâkim olmuş bulunan değer buhranının derece derece her ülkeyi tehdit etmesi, bizi bu konuda derin derin düşünmeye zorluyor.

Dünyanın bugünkü en büyük buhranlarından biri de sosyal ve iktisadî organizasyonun insanı ezmesine yol açan veya bu ezilmeyi önleyemeyen çarpık bir değerler sisteminin her tarafa hâkim olmasıdır. Bu buhran, hakikat buhranından apayrı bir şey değildir, ancak tezâhürleri bakımından kendini daha acil ve daha şiddetli bir şekilde hissettirmektedir. 

Değer buhranının temelinde, insanın psikolojik ihtiyaçlarının geri plâna atılarak maddî kıymetlerin bütün hayatı sarması olayı vardır. Günümüzün Batı medeniyeti dünyayı kaplama yolunda olduğu için, ona şimdi hâkim olmuş bulunan değer buhranının derece derece her ülkeyi tehdit etmesi, bizi bu konuda derin derin düşünmeye zorluyor. 

Baş döndürücü bir hızla gelişen teknolojinin hâkim kıldığı değerler, insanı vasıtasız tatmin eden değerleri (sanat, din, ahlâk) zayıflatmaktadır. Manevî sahadaki bu gerilemenin, silâh yarışı, milletler ve sınıflar arası düşmanlık, sefalet, zulüm ve işkence gibi belirtileri, dünyamızın hâkim manzarası haline gelmiştir.

Batı medeniyetinin bu şekilde insanları da makineleştiren bir teknoloji putuna esir olması, herhalde Hıristiyanlığın doğrudan bir sonucu değildir, fakat Hıristiyanlık böyle bir gidişe engel olacak kudreti gösterememiş bulunuyor. 

Hıristiyanların başkalarına “Hıristiyanlığın başarısı” olarak takdim ettikleri Batı medeniyeti, eğer öyle ise, bindiği dalı kesen bir şuursuzun durumunu hatırlatmaktadır. 

Gerçekten, bugünkü Batı dünyasının üstünlüğünü sağlayan kapitalist iktisadî gelişme, birçok önemli mütefekkir tarafından Protestanlığın zaferi olarak görülmüştür. Fakat Protestan ahlâkının bu “zafer"inden pek hayırlı bir sonuç çıkmadığını farkeden başka bazı Batılı düşünürler vaktiyle en şiddetli hücumlara uğrayan Katolikliğin insanı daha çok tatmin eden bir sistem olduğunu söylüyorlar. Muhakkak ki, Hıristiyanlığın dünya hayatını ‘Sezar’a bırakması, bundan doğacak sonuçlara katlanmasını bir zaruret haline getirmiştir.

İslâm’a gelince, onun liberal-kapitalist bir politikanın dizginsiz at koşturmasına müsaade etmeyeceği açıktır. 

Çünkü İslâm, dünya hayatını “Âhiret’in mezraası” olarak kabul eder. İnsanları Allah’ın emrettiği istikamette çalışmaya, yasakladığı yoldan da kaçınmaya teşvik etmeyen, yahut buna engel olan bir sosyal düzeni hoş görmesine imkân yoktur. 

Nitekim istediği gibi bir dünya hayatını sağlamak üzere, gerekli müesseseleri de getirmiş bulunuyor. 

İslâm henüz modern teknoloji ile imtihan olmadığı için, bu söylediklerimizi şüphe ile karşılayanlar, “hele o zaman bir gelsin de görelim” diyenler bulunabilir. Onlara şu kadarını söyleyebiliriz ki; İslâm’ın hâkim olduğu yerlerde sınıf mücadelesi, ırk kavgası, kölelik ve emperyalizm görülmemiştir. Camide eşit gördüğü bir insanı sokakta hayvan sayan bir İslâm cemaati da görülmüş değildir.

İslâm’ın modern teknolojiye karşı takınacağı tavır elbette ona karşı çıkmak olmayacaktır. 

İslâm ülkeleri, hemen istisnasız şekilde, modern teknolojiye intibak etmek gayreti içindedirler, ve bunda herhangi bir dinî mahzurun bulunmadığını bilmektedirler. 

İlim ve tekniğin çok ileri olduğu geçmiş çağlar hâlâ İslâm’ın altın devri olarak hayranlık uyandırmaktadır ve bütün Müslümanlar böyle bir geçmişin yakın gelecekte de gerçekleşmesi ümidi içindedirler. 

Şu halde İslâm’ın makineleşmeye karşı getireceği çare teknolojiyi reddetmek değil, onu daha yüksek bir değer sisteminin emrine vermek olacaktır.