TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Musibet Olarak Kuraklık ve Çâresi

Bir Musibet Olarak Kuraklık ve Çâresi

Kâinatta başıboş bir hâdise yoktur; küçük ve büyük her olay da ya doğrudan veya dolaylı olarak insanla alâkalıdır. Çünkü kâinat bir ağaçsa, insan onun meyvesidir. Nasıl ki bir ağaç bütün varlığıyla meyveye yönelik çalışıyorsa, kâinat da bütün unsurlarıyla insana, yani insanın hayatına yönelmiştir. Dolayısıyla insanın fiil ve hareketleriyle kâinat unsurları arasında sıkı bir alâka vardır. Bu alâka sadece maddî olmayıp, aynı zamanda mânevi yönü de vardır.

Kâinatta başıboş bir hâdise yoktur; küçük ve büyük her olay da ya doğrudan veya dolaylı olarak insanla alâkalıdır. Çünkü kâinat bir ağaçsa, insan onun meyvesidir. Nasıl ki bir ağaç bütün varlığıyla meyveye yönelik çalışıyorsa, kâinat da bütün unsurlarıyla insana, yani insanın hayatına yönelmiştir. Dolayısıyla insanın fiil ve hareketleriyle kâinat unsurları arasında sıkı bir alâka vardır. Bu alâka sadece maddî olmayıp, aynı zamanda mânevi yönü de vardır.

Kur’ân-ı Kerim, kâinattaki unsurların insanın yaşayışıyla, onun mânevî halleriyle yakından ilgili olduğuna işaret etmektedir. İsyan eden Firavun kavminin helâki üzerine semâ ve yerin ağlamadığını ifade eden âyet, zıt anlamıyla, inanan ve itaat edenlerin ölmeleriyle semâ ve yerin üzülüp ağladıklarına işaret etmektedir.1

 

Rahmet yağmuru

Hayatın devamında en önemli bir unsur olan suyun, yağmur damlaları halinde yere indirilişinin nasıl büyük bir rahmet olduğu, ancak şu günlerdeki gibi biraz kuraklık yaşadığımız zamanlarda anlaşılıyor. 

Hayatımızla çok yakından alâkası olan yağmurun yağmasının da, yağmamasının da insanların mânevî halleriyle yakından ilgisi vardır. Bundan dolayı da kuraklık musibetinin hangi günahların ve kötü fiillerin sonucunda meydana geldiğini düşünmek, sebeplerini bulup onlardan kaçınmak ve rahmetin inmesine engel oluşturan halleri ortadan kaldırmaya çalışmak da hepimize düşen bir görevdir.

 

Kuraklık azap olarak verilmişti

Geçmiş kavimlerden bazılarının şiddetli kuraklıkla helâk edildikleri bir gerçektir.2 Âd Kavminin helâkine sebep olan, kuraklık ve “sarsar” denilen kuru ve soğuk bir rüzgârdır. Yemen’de Hadramut civarında yaşayan Âd Kavmi su ve yağmurların bolluğu sebebiyle yemyeşil bahçelerle kuşatılmış bereketli bir bölgede hayat sürmekteydiler. 

Maddî güç ve servet bakımından son derece ileri bulunuyorlardı. Ancak bu nimetlerin kadrini bilip Allah’a şükredecekken, zamanla tevhid dininden uzaklaşıp şirke saptılar. Yani, Allah’tan gelen nimetleri mahluklar veriyor sandılar; faydayı ve zararı onlardan bildikleri putlara taptılar. Ve sonuçta cansız putlar önünde ibadet etmeyi âdet edindiler. Ayrıca yaptırdıkları köşklerde her türlü sefâhet ve ahlâksızlığı işlediler. Güçsüz ve fakirlere zulmetmekten, civar kabileleri esir alıp köle yapmaktan zevk duydular.

Bütün bu günah ve zulümlerine karşılık, Allah adaletiyle o yemyeşil ve bereketli toprakları, şiddetli bir kuraklıkla kupkuru hale getirdi. Hayvanları telef oldu. Giderek güç ve takatleri tükendi. Kuru ve bunaltıcı rüzgârlar nefes borularını kuruttu. Bir rivâyete göre bu durum üç yıl devam etti.

Bu feci durumdan kurtulmaları için Hz. Hûd onları Allah’tan af dilemeye dâvet ederek şöyle dedi:

“Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin. Sonra Ona tevbe edin ki, gökten üzerinize bol bol bereket (yağmur) indirsin. Ve kuvvetinize kuvvet katarak sizi (neslinizi) çoğaltsın. Günahlarınızda ısrar edip de imandan yüz çevirmeyin.”3

Bütün bu ikazlara aldırmayıp günahta ısrar eden ve Hz. Hûd’un dâvetine kulak tıkayan kavmi, bununla da kalmayıp onu alaya aldılar ve hattâ peygamberlerini öldürmek için tuzak bile kurdular. Bunun üzerine “sarsar” denilen şiddetli bir rüzgâr ile helâk edildiler.4

 

Peygamberimizin kabul olmuş duası

Geçmiş kavimlerin bir kısmının su ile, bir kısmının susuzlukla helâk edilmesi karşısında Peygamber Efendimiz (asm) ümmetinin bu felâketlerle helâk edilmemesini Cenâb-ı Hak’tan niyaz etti. Cenâb-ı Hak da Onun duâsını kabul ederek ümmetini bu iki felâketle helâk etmeyeceğini bildirdi.5 

Bugün o geçmiş kavimlerin günah ve zulümlerinin her çeşidi işlendiği halde yine de bu gibi umumî belâ ve musibetlerle helâk edilmeyişimizin sebebini, boşlandığımıza değil, Âhir Zaman Nebisinin bizim için Cenâb-ı Hakka yaptığı bu niyazında aramalıyız.

Ancak zulüm, günah ve ahlâksızlığın fazlalaştığı zamanlarda, yağmurların azalmasını veya kıtlaşmasını da, kâinatı bizim hizmetimize veren Rabbimizin bu hallerden razı olmadığını gösteren alâmetler olarak bilmemiz gerekir. 

 

İnsanlar yaptıklarından sorumludur

Bediüzzaman Hazretleri, zaman zaman karşılaştığımız böyle hallerin hikmetlerine şu şekilde işaret ediyor:

“Birinci Nokta: Nimet ve rahmet-i İlâhiyenin fiyatı, şükürdür. Biz, şükrü hakkıyla vermedik. Evet, rahmetin fiyatını şükürle vermediğimiz gibi, zulmümüzle, isyanımızla gazabı celb ediyoruz. Şimdi zemin yüzünde zulüm ve tahribat, küfür ve isyan ile nev-i beşer tam tokada kendini müstehak etti ve dehşetli tokatlar yedi. Elbette bir parça hissemiz de olacak.

“İkinci Nokta: Hadiste var ki, hattâ deniz dibindeki balıklar dahi günahkâr ve zâlimlerden şekva (şikâyet) ediyorlar ki, ‘Onların yüzünden yağmur kesilir, hattâ bizim de nafakamız azalır’ derler. Evet, bu zamanlarda öyle günahlar, zulümler oluyor ki; mâsum hayvanlar da azap çekerler.

“Üçüncü Nokta: Âyette vardır: ‘Öyle musibetten kaçınız ki, geldiği vakit zâlimlere mahsus kalmaz, mâsumlar ve mazlumlar da içinde yanar.’ Çünkü musibet-i âmmeden (herkese gelen musibetten) mâsumlar hârika bir tarzda yangın içinde selâmette kalsalar, hikmet-i diniye bozulur. Çünkü din, bir imtihan, bir tecrübedir. O vakit Ebû Cehil gibi fenalar, aynen Ebû Bekir Sıddık (ra) gibi tasdik ederler. Onun için, musibet-i âmmede mâsumlar da belâ çekerler.

“Dördüncü Nokta: Şimdi malda ve rızıkta hileler ile, suiistimal ile, rüşvetle çok haram karıştığı ve on adamdan iki üçü tam rahmete müstehak ise, ekincilerin malından istifade edenlerden beş altısı, ya zulüm ile—haram karıştırmakla—ya şükürsüzlükle rahmete istihkakını kaybediyor.”6

 

Musibetler, hayırlarla engellenir

Günahlar İlâhî gazaba sebebiyet verdiği gibi, iyilikler de İlâhî rahmetin celbine ve gazabın kalkmasına sebep olurlar. Bu arada sadakaların ve hayırlı hizmetlerin büyük önemi vardır. Sadaka belâyı def ettiği gibi, insanların imânına ve Kur’ân’a yapılan hizmetler de belâların defi için bir sadaka hükmüne geçer. Böylesine hayırlı hizmetlerin şu veya bu şekilde yapılamaması, bu gibi musibetlerin gelmesine sebep olabilmektedir.

Buna mukabil, sadaka hükmüne geçecek hayırlı hizmetlere hız vermekle beraber, günahlardan tevbe etmek gerekir. Âlemlere rahmet olan Son Peygamberin (asm) gösterdiği yoldan ayrılmamaya dikkat ederek bid’alara girmekten kaçınmalı, Allah’a itaat edilmelidir.

Bütün bu mânevî hayır ve duaları yerine getirdikten sonra şayet yağmur yine gelmezse, rahmetten ümidi kesmeksizin duaya devam etmelidir. Çünkü dua bir kulluk görevidir; bu gibi yağmursuzluk halleri o duaların yapılmasına birer vesiledir. Hattâ yağmur duası ve namazı, yağmuru getirmek amacı ve niyetinden önce, yağmursuzluğu duaya vesile edip, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak niyetiyle yapılmalıdır. 

Zaten her şey hükmü ve emri altında olan Kâinatın Sahibi râzı olduktan sonra, Onun emir ve iradesiyle her şeyin bize yardımcı olacağını bilmek imanımızın bir gereğidir.

 

Kaynaklar:

1. Duhan Sûresi, 31.

2. Peygamberler Tarihi, s. 169.

3. Hûd Sûresi, 52.

4. Hûd Sûresi, 58-59; Hakka Sûresi, 6-7.

5. Müslim, İstiskâ: 8.

6. Emirdağ Lâhikası, s. 31-32.