Derimiz dokunma, temas organımızdır.
Dokunduğumuz cismin sertliğini, yumuşaklığını, sıcaklığını, soğukluğunu, batıcılığını veya kesiciliğini derimiz vasıtasıyla anlarız.
Aslında bu klasik ifadeler tenimizin fonksiyonlarını belirtmekten çok uzaktır. Cildimiz öyle harika bir organdır ki, bize sadece böyle fiziksel bilgiler vermez, onunla çok daha derin, çok daha karmaşık ruhsal, manevi temaslar kurup, çeşitli lezzetler ve hazlar alırız.
Ruh deri ile de lezzet alır
Dil nasıl çeşitli lezzetler alıyorsa, derimizle de çeşitli maddi, manevi lezzetler alırız. Mesela, bir kardeşimizle kucaklaşmak, bir çocuğumuzu okşamak, bir büyüğümüz tarafından başımızın okşanması, sırtımızın sıvazlanması, bize en güzel bir tatlıdan daha tatlı gelir. Bir yaz günü denizin serin sularına gömülmenin verdiği tadı hangi yemek verebilir? Bir kış günü yorgunluktan bitap düşmüş bir bedeni, ılık su dolu bir küvetten daha iyi dinlendirecek ne vardır?
Fakat bu madalyonun bir de ters yüzü var. Derimiz çok çeşitli acıları, ağrıları da alarak sanki bütünüyle bir azap ve işkence organı da olabilir. Başta ateş olmak üzere, elektrik, çeşitli asitler ve bazlar cildimizi yakarak bize dayanılmaz acılar tattırabilirler. Her türlü kesici, delici alet yaralarının verdiği acıları da yine cildimiz vasıtasıyla alırız.
Derimizin tabakaları
Deri başlıca iki tabakadan oluşur:
a) Üst deri (epidermis): Bu tabakada keratinden zengin çok katlı epitel hücreleri bulunur. Keratin, saç, tırnak, boynuz gibi oluşumların yapısında bulunan özel bir proteindir. Bu tabakada kan damarları bulunmaz. En üstteki hücreler cansız olup, yıkanırken, sabunlanırken, keselenirken hatta kurulanırken dökülürler. En alt kısmını oluşturan hücreler ise sürekli bölünerek çoğalır ve dökülen hücrelerin yerini takviye ederler. Bu hücreler alt deri (dermis)deki damarlardan beslenirler.
Bu tabaka esas derinin fiziksel ve kimyasal zararlılara karşı korunmasını sağladığı gibi mikroplara karşı da bir bariyer oluşturur.
Bu tabaka hücreleri arasında bir de deriye renk veren melanosit denilen özel hücreler bulunur. Bu hücreler melanin denilen esmer, kahverengi bir pigment ihtiva ederler. Melaninden zengin deriler daha esmer görünür, güneş ışınları melanin sentezini artırır. Bu yüzden güneşi az gören kuzey Avrupa ülkelerinin insanları daha açık renkli, bol güneşli ülkelerin insanları ise daha esmer olur. İnsanda epidermisin en kalın olduğu yerler ayak tabanı ve avuç içidir.
b) Alt deri (dermis): Bu tabaka üst tabakaya göre çok daha komplekstir. Kılcal damarlar, çeşitli uyaranları hisseden sinir uçları, ter bezleri, yağ bezleri ve kıl kökleri bu tabakada bulunur. Değişik duygular, değişik sinir uçları (reseptörler) tarafından alınır. Yani değişik hisler ve uyaranlar, bunlara karşı özelleştirilmiş reseptörler (alıcılar) tarafından algılanır. Bu alıcılar derinin her bölgesine eşit dağıtılmamıştır.
Mesela, dokunma duygusu en fazla parmak uçları ve dudaklar tarafından algılanmaktadır.
Deriye yapılan bir anlık ve hafif bir temasta dokunma hissi oluşur. Bunun dışında derimiz sıcaklık, soğukluk, basınç, gerilme duyularını da algılar.
Deri ve ateş
Deriden bahis açılmışken elbette yanıklardan bahsetmemek olmaz. Yanıklar bir insanın başına gelebilecek en kötü olaylardan biridir. En hafif şekli olan bir güneş yanığı bile ancak bir haftada iyileşir ve çok ıstırap vericidir. Çünkü yanıklarda tıbbın yapacağı çok fazla bir şey yoktur. Mecburen derinin yenilenmesi ve tamiri beklenecektir, bu ise zaman alıcıdır.
Uzun süre güneşte kalmak veya çok kısa bir süre sıcak sıvılara maruz kalmak bu tip yanıklara sebep olur. Bunlara birinci derece yanıklar denir, çok ağrılı ve hassastırlar.
Kur’an-ı Kerîm birçok yerinde küfredenleri ateşle, yakmakla tehdit eder, çünkü hepimiz biliyoruz ki ateşe kısa bir müddet temas etmek bile hiçbir kimsenin arzu edeceği bir şey değildir. Enbiya suresinin 46. ayetinde azabın azıcık bir dokunmasıyla tehdit eder:
“Onlara Rabbinin azabından bir nefha, yani bir esinti, bir kokucuk dokunduğu zaman ‘vay halimize, doğrusu biz zalimlerden idik’ derler.”
Yanık biraz daha derinse ikinci derece kabul edilir. Çok sıcak su dökülmesi, kısa süreli parlak aleve maruz kalma gibi kazalar sonucu oluşur. En ağrılı yanıklar bunlardır, çünkü sinir uçları yanmamıştır.
Üçüncü derece yanıklar ise alevlere veya sıcak sıvılara uzun süre maruz kalma sonucu ortaya çıkarlar. Deri kurumuş, köseleşmiş hatta kömürleşmiştir. Yanığın şiddetinin aksine ağrı yoktur veya çok azdır.
Burada hemen aklımıza Nisâ suresinin 56. âyeti geliyor: “Şüphesiz ki âyetlerimize küfredenleri ileride ateşe sokacağız, derilerinin her yanışında azabı tadıp durmaları için derilerini başka derilerle değiştireceğiz, (yani yenileyeceğiz).” Bu âyet yanığın belirli bir dereceden sonra azap vermeyeceğini bu yüzden kafirlerin azaplarının devamı için derilerinin durmadan yenileneceğini açıkça ifade etmektedir. Cenâb-ı Hak muhafaza eylesin.