Uğrumuzda çaba harcayanlara Biz yollarımızı göstereceğiz. Zira Allah iyilik yapan ve iyi kulluk edenlerle beraberdir.
(Ankebut Sûresi, 29:69)
Yüce Allah bu âyetinde kesin bir vaadde bulunuyor, bir garanti veriyor.
“Biz yollarımızı göstereceğiz.” buyuruyor. Bunu, mutlaka gerçekleşecek bir sonuç olarak bildiriyor.
Yalnız, bu vaade hak kazanmak için bir şart var:
Onun uğrunda çaba harcamak. Âyetteki orijinal tabiriyle, cehd etmek, cihad etmek.
Tabii, burada kastedilen şey, “cihad” kelimesinin zaman içinde ağırlık kazanan anlamı olan savaştan ibaret değildir. Gerçi zaman ve zemin gerektirdiğinde elbette o anlam da bu âyetin kapsamına girer. Fakat Allah uğrunda çaba göstermek, Onun uğrunda savaşmaktan çok daha geniş bir kapsama alanına sahiptir. Zaten bu âyet de Mekke döneminde, savaşın meşru kılınmasından senelerce önce inmiş bir âyettir.
Allah uğrunda çaba harcamak demek, herşeyden önce, imanını ciddî bir çaba sonucu elde etmek, korumak ve geliştirmek demektir. Şu veya bu kimse söylediği için yahut moda öyle olduğu için değil, bir tahkik sonucu iman eden, bunun için delil araştıran, gerçeği bulmak için çaba harcayan, yanlış bir yola sapmamak için gayret gösteren, Allah rızasına erişmek için ter döken kimsenin, bu âyetten ümitlenmesi için yeterli sebep var demektir.
Âyetteki vaadi düşünürken, bunun muhalif şıkkını da gözden uzak tutmamak gerekir:
Allah uğrunda çaba harcayanlara doğru yol vaad edilmiş olduğuna göre, bu uğurda ciddî çaba harcamayan kimse için böyle bir taahhüdün olmaması doğaldır. Çabalayan doğru yolu bulur; çabalamayan kimse için ise şaşma ihtimali her zaman var demektir. Evet, hidayet, başka âyetlerde de açıkça bildirildiği gibi, Allah’tandır; ancak Allah bunu taahhüt etmek için kulun göstereceği çabayı şart koşmuştur.
Dikkati çeken bir başka nokta daha var:
Âyet tek bir yolu göstermekten değil, “yolları” göstermekten söz ediyor. Gerçi bu, dinin birden fazla olabileceği anlamına gelmez; çünkü “Allah katında din İslâm’dır.” [1] âyeti böyle bir yoruma engeldir. Ancak, bu ifadede İslâm’ın genişliği açıkça görülmektedir. Gerçekten de, bu hak dinin içinde, onun esaslarından hiç sapmaksızın Allah’ın rızasına ulaştıracak pek çok yol vardır. Kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün zamanlar, bütün toplumlar, bütün bireyler, kendi hayat şartlarına ve özelliklerine göre, bu geniş ve yüce din içinde kendilerini Rablerinin rızasına ulaştıracak bir yolu mutlaka bulabilirler.
Bu âyet-i kerime, dinin genişliğinden başka, âkıbet hakkında verdiği taahhütle de gönülleri rahatlatıyor. Böyle bir taahhüdü aldıktan sonra, artık Allah uğrunda çaba harcayacak bir kimsenin “Acaba yolda kaybolur muyum? Yanlış yapar mıyım? Fazla derine dalarsam boğulur muyum? Doğru yol diye sapıklıkların içine düşer miyim?” şeklinde endişeler taşımaması gerekir. Hakikati araştıranlar için bunda büyük bir rahatlık vardır. Ancak, çabanın yanı sıra, “niyet” şartını da unutmamak gerekir. Çaba “Onun uğrunda” olmalıdır. Eğer Onun rızasından başka bir amaç güdülmezse, bir de Onun rızasına lâyık çaba esirgenmezse, Allah da kulundan doğru yolu esirgemez. Böylece, âyet “niyet + çaba = doğru yol” şeklinde özetleyebileceğimiz bir formül ile bize kurtuluşun çaresini gösteriyor.
Âyetin (ve bu âyeti barındıran sûrenin) son cümlesinde de bu anlamı vurgulayan bir İlâhî yasaya gönderme yapılmıştır:
“Allah muhsinlerle beraberdir.”
Burada şu kadarını belirtelim ki, yukarıda anlatılan “niyet + çaba” formülü, yani, “sağlam niyet ve ona lâyık çaba” bu cümledeki “ihsan” kavramına açıklık getirmektedir.
Muhsin, ihsan sahibi demektir. İhsan ise iyiliktir. İyilik yapmak, yaptığını en güzel şekilde yapmak, iyi kul olmak, kulluk görevlerini en iyi şekilde yerine getirmek demektir.
Başka bir deyişle, “Onun uğrunda çaba harcamaktır.”
İşte bunu yapan kimse ile Allah beraber olur. Allah’ın beraber olduğu kimse de doğru yolu bulmuş demektir.
[1] Âl-i İmrân Sûresi, 3:19.