TR EN

Dil Seçin

Ara

Vahdaniyet Ne Demektir?

Vahdaniyet, Allah’ın bir olması demektir ve Allah Teâlâ’nın kemal sıfatlarının en önemlisidir. Çünkü bu sıfat, Allah Teâlâ’nın zâtında, sıfatlarında, fiillerinde bir olduğunu; hâkimiyet ve işlerinde ortaksız olduğunu ifade etmektedir. Kur’an’ın ifadesiyle eğer “Yerde ve gökte, Allah’tan başka ilâhlar bulunsaydı, yer ve gök harap olurdu”1 yani kainat karışıklığa gidecek ve yok olacaktı. Çünkü kâinatı yaratan ve yöneten birden fazla ilâh olsaydı, farklı yönde istek ve iradeleri olacağından kâinatın düzeni bozulurdu.

Vahdaniyet, Allah’ın bir olması demektir ve Allah Teâlâ’nın kemal sıfatlarının en önemlisidir. Çünkü bu sıfat, Allah Teâlâ’nın zâtında, sıfatlarında, fiillerinde bir olduğunu; hâkimiyet ve işlerinde ortaksız olduğunu ifade etmektedir. 

Kur’an’ın ifadesiyle eğer “Yerde ve gökte, Allah’tan başka ilâhlar bulunsaydı, yer ve gök harap olurdu”1 yani kainat karışıklığa gidecek ve yok olacaktı. Çünkü kâinatı yaratan ve yöneten birden fazla ilâh olsaydı, farklı yönde istek ve iradeleri olacağından kâinatın düzeni bozulurdu. 

Rabbimiz bu durumu Kur’an’da herkesin anlayacağı çok basit bir örnekle dikkatimize sunmaktadır: 

Bir adam var ki onun birbiriyle ihtilâflı birçok ortak efendisi bulunmaktadır; bir adam da var ki bir tek kişiye bağlıdır. Şimdi bu iki adamın durumları eşit olabilir mi?”2

Ayetteki benzetmedeki adam, kainat ve içindekilerdir. Şimdi kainata baktığımızda tek bir idare edenin olduğunu mu, yoksa farklı iradelerin birbiriyle çatışması mı görüyoruz? Bilimlerin de keşfetmesiyle daha da iyi anladığımız evrende atomdan galaksilere kadar geçerli olan aynı kanunlar, tek bir kanun koyan ve idare edeni gösteriyorlar… Ayrıca yaratılanlardaki birlik yönleri, Yaratanın da bir olduğunu gösteriyor; mesela tüm insanların yüzlerinin aynı yapıda olması insanlara suret verenin de bir olduğunu gösteriyor, simalardaki farklılıklar da bir olan O Zât’ın irade sahibi olduğunu gösteriyor…

Tarih boyunca insanlık, peygamberlerin getirdiği hakikatleri ne zaman unutsa, aciz varlıkları ilahlaştırıp onlarda ilahi sıfatlar olduğunu vehmetmişlerdir. 

Bediüzzaman Hazretleri bunu çok basit bir örnekle izah eder ve Güneş örneği verir. Özetle şöyle der; yeryüzünde milyonlarca ayna, ışık yansıtan şeyleri gören bir insan, bunlardan yansıyan ışığı iki şekilde izah eder: Ya “Gökte Güneş var ve bu yansımalar, Güneşin ışığının yansımalarıdır” diyecek ve doğruyu ifade edecektir; ya da güneşi kabul etmez, yok sayar, inkar ederse her ışık yansıtan şeyi küçük bir güneş olarak kabul etmek zorunda kalacaktır. 

 

İşte kainatta da Allah’ın isimlerinin nurları tecelli eder, yansır. Kainattaki tüm fiillerin fâili Allah’tır; tüm yaratılmışları yaratan Hâlık Allah’tır; tüm canlılara hayat veren Hayy Allah’tır; tüm rızka muhtaçları doyuran Rezzak Allah’tır; tüm hastalara şifa veren Şafi’ Allah’tır… Yani varlıklar, Allah’ın isimleri karşısında aynalardır. Varlıklarda yansıyan tüm kemal sıfatlar Allah’ındır. Mesela arının bal yapması için ilim gerekir, ancak arıda ilim yoktur, işte burada ki ilim Allah’ın ilmidir, arı Allah’ın sevk etmesiyle bal yapar, asıl fâil Allah’tır. Balda görülen ilmi Allah’a vermeyen birisi, arıyı ilim sahibi kabul etmek zorunda kalır.

Bu bütün mahlûkatın kendileri ve yaptıkları için böyledir. Bir Allah’ı kabul etmeyen, Onun sıfatlarını o aciz mahlûkata vermek zorunda kalır, yani her şeyi ilah kabul etmeye mecbur olur.

İşte tarih boyu bütün putlar ve putlaştırılan şeyler, böyle Allah’a ait olan sıfat ve fiillerin onlarda olduğu vehminden çıkmıştır. Güneşi göremedikleri için aynalara güneş muamelesi yapmışlardır. Bazıları da imanın özünü kaybedip, pek çok saçma itikat ile inançlarına şirk bulaştırmışlardır. Böylece bu bâtıl itikatlar ile kendilerini mahlûkatın en şereflisi makamından, en aşağı seviyesine düşürmüşlerdir. 

Kur’an’da kendisini ilah olarak halkına gösteren Nemrut’a, Hazreti İbrahim’in (as) vermiş olduğu cevap, şirk koşanların ne kadar aciz olduklarını bizlere gösteren harika bir örnektir: 

İbrahim: “Rabbim, dirilten ve öldürendir” demişti. 

(Nemrut:) “Ben de diriltir ve öldürürüm” dedi; 

İbrahim, “Şüphesiz Allah güneşi doğudan getiriyor, sen de batıdan getirsene” dedi. İnkar eden şaşırıp kaldı.3

Evet, Kur’an’da, Allah’tan başka şeylere tapanlara, aciz yaratılmışlara ilahlık verenlere şu apaçık ayetle denilir ki: “…Allah'ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahi yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bunu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!”4

Allah insanı kendisine muhatap olması için yaratmış ve bütün kâinatı insanın hizmetine vermiştir. Allah’tan başka şeyleri ilah edinenler bu sebeple, sadece kendilerinin değil tüm evrenin yaratılış hikmetini de boşa çıkarırlar. Ve mahlukatın karşısında Allah’ın şerefli misafiri olmak varken, onların dilencisi konumuna düşerler.

Bu sebeple, kalbde tevhid akidesi bulunmadıkça, Allah indinde hiçbir inanç, hiçbir amel makbûl değildir. Bunun için İslâmiyet, insanlığa her şeyden önce tevhid inancını sunmuş ve bütün insanlığı bir olan Allah’a iman etmeye çağırmıştır. Hak dinler ile bâtıl dinlerin ayrıldığı en önemli nokta da budur.

Çünkü bâtıl dinler de Allah’ın varlığını kabul etmekte, fakat İlâhî sıfatlarda, özellikle, vahdaniyet sıfatında hataya düşerek, O’na yardımcı ve ortaklar koşmaktadırlar. Bu bakımdan, Allah’ın varlığını kabulden sonra en mühim hakikat, tevhid inancı, yani Allah’ın bir olduğunu kabul etmektir.

Özetle, âlemde bir düzenin oluşu ve bozulmadan devam edişi, bir tek Allah’ın eseridir. İlâhta birlik, evrende birliği, uyum ve düzeni getirmiştir. Allah’ın ortağı bulunsaydı bu düzen bozulurdu. Konumuzu bir ayet daha paylaşarak tamamlayalım:

“Onun yanında hiçbir ilâh yoktur. Eğer olsaydı, şüphesiz her tanrı kendi yarattığını kabullenir ve korur, kimisi de diğerine üstün olmaya çalışırdı…”5

 

Kaynaklar: 

1. Enbiyâ Suresi, 22

2. Zumer Suresi, 29

3. Bakara Suresi, 258

4. Hac Suresi, 73

4. Mü’minûn Suresi, 91