“Gerçekten (biz) insanı, en güzel bir biçimde (ahsen-i takvimde) yarattık!” (Tin Suresi, 4. ayet meali)
İnsanın isteklendirilmesi, güdülenmesi, şevklendirilmesi anlamına gelen motivasyon kavramı üzerine bilim insanları pek çok şey söylemiştir. Konuyla ilgili birçok araştırma ve çok sayıda teori ortaya konmuştur. Bunların en klasik olanı Maslow’un “ihtiyaçlar hiyerarşisi” teorisidir.
Bu teoriye göre bir insanın motive olabilmesi için öncelikle onun ihtiyaçlarının karşılanması gerekmektedir. Belli bir hiyerarşi düzeninde olan bu ihtiyaçların en temelinden karşılanarak üst ihtiyaçlara doğru gidilmesi gerekmektedir.
Maslow bu ihtiyaçları iki ana grupta toplamıştır:
1. Temel ihtiyaçlar: fizyolojik, güvenlik, aidiyet, saygınlık.
2. Üst düzey ihtiyaçlar: bilme-anlama, estetik, kendini gerçekleştirme.
Yeme-içme, nefes alma, ısınma, dinlenme vs. gibi bedenî ihtiyaçlar insanın yaşaması için temel ihtiyaçlarını oluşturmaktadır. Fiziksel veya psikolojik tehlikelerden korunma ihtiyacı güvenlik ihtiyaçlarını; mensubiyet, aidiyet, sevme, sevilme gibi sosyal ihtiyaçlar aidiyet ihtiyaçlarını; takdir edilme, tanınma, makam-mevki kazanma, başarı kazanma gibi psikolojik ihtiyaçlar saygınlık ihtiyacını oluşturmaktadır.
İkinci kademede yer alan üst düzey ihtiyaçlardan bilme-anlama ihtiyacı ise, kendini ve çevresini bilmek ve anlamak ihtiyacıdır. Sanatı anlama ve bundan zevk alma, orijinal eserler ortaya koyabilme estetik ihtiyacını; kişinin doğuştan var olan potansiyelini ve kabiliyetlerini tam olarak meydana çıkarabilmesi ve ortaya koyabilmesi ise onun kendini gerçekleştirme ihtiyacını oluşturmaktadır.
Diğer ihtiyaçlar bir yana, bu yazımızda özellikle kendini gerçekleştirme ihtiyacımızı ele almak istiyoruz.
İnsanın kendini gerçekleştirmesi, diğer bir ifadeyle var olan potansiyelini ortaya çıkarması ve hayata geçirmesi, kişinin en üst ve en önemli ihtiyacını oluşturmaktadır. Aslında buna, Bediüzzaman’ın da namazlardan sonraki duasında geçen “aksal gayat / en yüksek gayeler, amaçlar” ya da “ahsenül gayat / en güzel gayeler”e maddi ve manevi olarak ulaşmak da diyebiliriz.
İnsan en yüksek hayat gayesini, yaratılış amacını gerçekleştirmek için en üst düzeyde motive olursa ve bunu da başarırsa müthiş bir lezzet alır. Hatta en büyük ücreti ve lezzeti bu potansiyelini gerçekleştirmek olarak görür. Mesela; mesleğinde başarılı bir cerrah doktor, kabiliyeti olduğu ve beğeni topladığı için yazı veya şiir yazması, onu daha çok mutlu etmektedir.
İnsanın maddi ve manevi yönleri olduğundan dolayı, hem fiziki potansiyeli vardır, hem de manevi potansiyeli.
Bunun içindir ki, insan kendi potansiyelini veya kabiliyetini bazen uzun yıllar sonra da keşfedebiliyor. Mesela Zafer Dergimizin bir yazarı, İstanbul’da mütevazi, ahşap bir ev satın almıştı. Vakti de müsait olduğu için evin tamiratını, boya badana işlerini kendisi yaptı. Daha sonra görüştüğümüzde dedi ki: “Yahu aslında ben marangozluk da yaparmışım, ahşap işleri ile uğraşırken öyle lezzet alıyordum ki, sanki kendimi gerçekleştiriyorum gibi geldi bana.” Oysa ki, bu abimiz 55 yaşınını geçmiş bir ziraat mühendisi idi.
Bir de insanın manevi potansiyeli var ki, aslında insanı insan yapan yönü de odur. İşte insan yaratılış gayesi olan “ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül ettiği” ve “mahlukata şefkat, ve uluhiyeti tazim (Âlemler Rabbine saygı ve itaat)” ettiği oranda manevi potansiyelini gerçekleştirecektir.
Bediüzzaman Hazretleri, Hz. Âdem’in cennetten dünyaya gönderilmesinin hikmetine dair bir soruya cevap verirken “Hikmeti tavziftir” (tavzif: vazife vermek, görevlendirmek) der ve bu görevin ne olduğu konusunda ise, insanın mahiyetinde yaratılan maddi ve manevi yeteneklerin ortaya çıkması olduğuna işaret eder. Devamında da, dünya sahnesinin açılması ile birlikte, maddi alanda insanın yetenekleri hayat bularak teknik ve bilimsel gelişmeler gerçekleştiğine; insanın manevi alanda yeteneklerinin açığa çıkmasıyla, dünya bahçesinde ihlaslı insanların, evliyaların ve peygamber seçilmeye lâyık insanların yetişmesi sağlanmıştır, şeklinde bir izah getirir…
İşte bu şekilde kendini gerçekleştiren ve kendini bilen insan, Rabbini de tanıma ve bilme imkânına sahip olur. Zaten insanın maddi ve manevi olarak noksandan olgunluğa doğru bir hayat seyri yaşaması, bu tecrübeleriyle onu terbiye eden Rabbini, Yaratanını daha iyi tanımasıdır. Zaten insanın dünyaya gönderilişinin en birinci gayesi Halık-ı Kâinatı bilmek ve tanımaktır.
Maslow’un piramidine göre gidecek olursak fizyolojik, güvenlik, aidiyet ve saygınlık ihtiyaçları hayvanlar için de geçerlidir. İnsanı insan yapan hususlar ilim ve dua ile bilme ve anlama, Allah’ın (cc) sanatını anlama ve tefekkür etme ve bundan lezzet alma ve en önemlisi, mahiyetini ve kulluğunu bilip ‘ahsen-i takvime’ ve ‘aksal gayat’ına ulaşıp kendini gerçekleştirmektir.