TR EN

Dil Seçin

Ara

Hoşlaşmadığım Laflar - 2

Muhterem okuyucularım! Fi tarihinde* “Hoşlaşmadığım laflar” adında bir yazı kaleme almış ve sizlerle paylaşmış idim. Bir kısım okuyucumuz, bu yazıyı fevkalâde beğenmiş ve türlü türlü internet sitelerinde, efendime söyleyelim, blog sayfalarında ve dahi forum adreslerinde halkımızın istifadesine sunmuş idi.

Allah cem-i cümlesinden razı olsun! Bu cem-i cümlesi içine, yazımızı beğenip takdirlerini ifade edenler bulunduğu gibi; “bırak bu işleri devlet su işleri” kabilinden tenkidler edip, Hüdai kardeşinize boyunun ölçüsünü hatırlatanlar da dahildir. Allah oncağızlardan da razı olsun!

İmdi, beğenmeyenlerden kat-ı nazar edip—zira, söylemesi ayıp sayıca pek bir azdırlar—beğenenlerin hatırları için bu ay bize ayrılan sahifemizde, işte bu “hoşlaşmadığım laflar” faslının ikincisine yer vereceğiz. Rabb Teâlâ’nın izin ve inayeti ile…

İşte işittiğimde ensemden tepe başıma doğru bir üşümek ve ürpermek hissine kapıldığım laflardan birkaç tanesi de şunlardır, buyrun:

 

“TABİATIN MUCİZESİ”

En fenası budur!

Bakınız Allah, kişioğlunun aklına bir körlük verdiğinde, ne acıklı hallere düşmekte ve ne mânâsız sözler sarf etmektedir, görünüz:

Vakti zamanında bir zeytinyağı reklamı var idi. Bendeniz zeytini ve zeytinyağını fevkalâde severim. Ol sebeple, bu mübarek nimet ile ilgili her ne var ise, alâkamı çeker. Söz konusu reklamda bir hanım kızımız—kendisini görmeyiz ama sesini duyarız—“Zeytinyağı, tabiatın mucizesi. Yeyin için sağlıktır, bizden söylemesi!” demekte idi.

Şimdi muhteremler bakın! Mucize demek, olağanüstü, fevkalâde, sıradan olmayan, acayip, tabiatüstü.. demektir. Hanım kızımızın dediği gibi zeytinyağı mucizedir. Ve bir şey mucize ise “tabii” değildir, fevkalâdedir, tabiatın fevkindedir.

Hülasa: Bir şey mucize ise, tabiatın olamaz; tabiatın ise mucize olamaz!

Öyleyse, “Tabiatın mucizesi” gibi bir laf, en hafifinden boş laftır! Kullanmayınız, rezil olmayınız. Allah’ın mucizesi deyiniz. Hem sevaba giriniz…

 

“SİZDEN İYİ OLMASIN”

Canım efendim, iyiye ve özellikle insanın iyisine bu kadar ihtiyacımız olan bir zamanda, böyle bir temenni ne kadar boş bir laftır, izaha gerek var mıdır?

Bana, sohbet muhabbet meclislerinde, “sizden iyi olmasın, falanca yerde bir ahbabımız var, maişetini kokoreççilik ile temin eder” dediklerinde, fevkalâde mahcub olurum. Bazen dayanamam:

“Olsun efendim olsun! Bizden de iyi olsun, sizden de iyi olsun! Fena mı? İyiler çoğalsınki, kötülerin adı silinsin gitsin.” demekten kendimi alamam.

“Sizden iyi olmasın..”

Niçin olmasınmış? Ne zararı var? O muhterem yahut muhtereme iyi olunca benim iyiliğim mi azalacak?

Hepimiz elden avuçtan geldiğince iyi olalım. Ve iyilikte birbirimizle yarışalım. Rabbimiz, “Hayırda yarışın” buyurmaktadır.

Eş dost ve akrabalarımıza iltifat edeceksek, böyle acaib-ül garaib ve hikmetsiz temennileri bırakalım derim. Bu laflar dalkavuk mirası laflardır.

“İyi insanlar, iyi atlara binip gitti” diyen şairi bütün bütün haklı mı çıkaracağız yahu!..

 

“HAYATINI YAŞA”

Peh! İşte bu söz dahi, bendenizi fevkalâde rahatsız eder. Genellikle, eli ayağı yerinde durmayan, gözleri fıldır fıldır dönen bazı kimselerin, halim selim, aklı başında, mazbut çocuklara şöylesinden laflar ettiğini işitmişliğim vardır:

“Ya, arkadaşım, biraz da hayatını yaşa! Gel gezelim tozalım. Şu bahar mevsiminde okumak yazmak senin neyine gerek!”

Ey ona buna hayatını yaşa diyen arkadaş!

Senin hayatını yaşamaktan anladığın bu gezip tozmalar, işret etmeler—safi zihinleri bulandırmamak için tasvire girmiyorum—ise, yuh sana!

Bir bu kadar daha yaşamak ihtimali giderek azalan bu Hüdai kardeşine azıcık kulak ver!

Ona buna “hayatını yaşa” diye öğütler vereceğine, kendi ömürcüğünün ağacına bir bak!

Kendi tarihçe-i hayatını bir gözden geçir!

Sen meraklanma, herkes hayatını öyle ya da böyle yaşar. Mesele, nasıl yaşadığıdır!

Bu meyanda bir öğüdün var ise, söyle de tutalım!

(Bu fasılda neşter, yara derinde olduğu için pek bir derinden gitti, mazur görünüz..)

 

“ALLAH’IN DAĞI”

İş bu söz de, lafız doğru olmakla birlikte, söyleyenin muradı genelde sakat olduğu için, faslımızın içine dahil edilmiştir.

Efendim, bendeniz vatanî vazifesini yapmak için, bir hudud karakoluna yollandığımda, bir takım eş, dost ve ahbab arkamdan:

“Allah’ın dağı’na gidiyorsun be ya!” deyivermişler idi.

Ben vatanımızın o güzide beldesine tayyare ile bir an önce vasıl olmak için yola çıktığımda, hep bu “Allah’ın dağı” lafını düşündüm durdum.

Bana bu sözü söyleyen gafilun tabakasından kimseler olduğu için onların birinci derecede muradları:

“Oğlum yandın! O dımdızlak dağlarda ne yapacaksın. Bitmez senin askerliğin..” gibi menfi mânâlar idi.

Ancak, halt etmişlerdi. Zira, Allah’ın olduğunu bildikten sonra dağ da makbuldü, bağ da… Mümin kimse için, her yer mesciddi.

Öyle buyurmuyor muydu Cenab-ı Hak, “yeryüzü bir mesciddir” demiyor muydu?

“Allah’ın dağı” demek suretiyle, Allah’ın dağını küçümsemek, veyahut kötülemek mümin kimselerin ağzına yakışır mıydı?

Ben o tayyare uçağında, “Allah’ın dağlarından bir dağa” gittiğimi düşündüm durdum. O’na tevekkül ettim ve o dağ, bana bağ oldu.

Hamdenlillah…

Ey azizler, işte geldik faslımızın sonuna. Hüda ne vakit takdir eylemiş ise, o vakit görüşmek üzere hoşça kalınız, Allah’a emanet olunuz.

 

• Söz konusu tarih Ocak 2008’dir.