TR EN

Dil Seçin

Ara

Kayıp

Bir adam bütün gece rüyasında, kaybolan bir şeyi aradı. Sabah olunca, karısı:

Hadi kalk işe geç kalacaksın.” dedi.

Adam, kaybettiği şeyi bulamadan uyandı ve yorganın altından çıkmaya çalıştı. Doğrulunca ellerini yüzünde gezindirdi.

Neydi o kaybettiğim?” diye söylendi ve pencereden sızan gün ışığına çevirdi gözlerini. Gözleri kamaşınca da, bakışlarını kapıya yöneltti. Hanımı kapıda bir heykel gibi dikilmiş, donuk donuk bakıyordu. Gülümseyecekti belki de, kocası kaybettiği şeyi bulmuş olsaydı eğer..

“Şey...” dedi adam.

Hanımı,Efendim canım” demek istedi, belki de diyecekti..

Kocası,Neyse boş ver...” demeseydi. Hayırlı sabahlar” deseydi eğer...

Adam, gözlerini iyice ovuşturduktan sonra etrafına bakındı. Hâlâ daha bir şeyleri kaybettiğini hissediyor ama kayıp olana bir isim veremiyordu. Tekrar gözlerini kapadı, durdu, düşündü, bir şeyler hatırlar gibi olduysa da, hatırlayamadı.

İşe gitmeliydi. Zamanın çarkları, çok hızlı davranıp bir an önce yola koyulmasını söylüyordu. Adam yatağından bir fişek gibi fırladı. Gitmeliydi hemen.. Elini yüzünü yıkadı, tıraş oldu. Deli fırtınalar gibi bir odadan bir diğerine giriyordu. Dalgın bakışlarını elbise dolabına çevirdi, kendine çok yakıştırdığı mavi gömleğini askıdan indirdi.

Aman Allah’ım bu gömlek kırışık, neden ütülenmedi!” diye haykırdı.

Evin koridorlarında yankılanan ses, çocuk odasının kapısını geçip beşiğinde mışıl mışıl uyuyan bebeğin kulağına kadar gitti. Gece boyunca annesini uyutmayan minik bebek, çapaklanan gözlerini açmadan, acı dolu bir feryatla uyanıp titreyerek, ağlamaya başladı.

Aynı ses mutfakta kahvaltı hazırlamakta olan annenin de kulağına kadar ulaştı ve birkaç saniye sonra bir bebek iniltisi, yorgun yüreğini daraltmaya, ruhunu sıkmaya başladı, yüreğinde bir çocuk ağlıyordu.

Kızgın adam bir saate, bir ütüsüz mavi gömleğe bakarken, minik oğlunun hıçkırıklarını duymadı bile. Kocasının sinirlerini yatıştırmak için onlarca gerçek bahaneye sahip kadın, bu bahanelerden hiç birini söylemedi, o da ağlayarak yüreğine dökülen gözyaşlarının ardından göğe yükselir gibi çocuk odasına daldı.

Kızgın ve aceleci baba, söylene söylene başka bir gömlek giydi, kravatını taktı, ceketini bir eline, siyah bond çantasını öteki eline alıp, evin çelik kapısını hızla çarparak çıktı. Bir an anlamsız bir şekilde bakışlarını geriye, kapıya, hatta onunda ötesine çevirdi. Kaybettiği bir şeyler vardı.. Elini cebine attı ve arabanın anahtarını aldı. Kaybettiği şeyi hatırlamadığı gibi, bir şey kaybetmiş olduğunu da o anda unutuverdi.

Hızlı adımlarla bahçedeki park yerine yöneldi. Arabasını görür görmez elindeki anahtarla arabanın otomatik kilidini açtı. Arabasını çalıştırdı. Motor sesi, buhar gibi yükselip çocuk odasının camlarını sardı. Sesi duyan anne bebeğini kucağına alıp pencereye koştu. Kocasına olan kırgınlığını unutabilirdi belki, adam, arabasının kapısını açarken, dönüp buğulanan camlara bir gülümsemeyle ismini yazabilseydi eğer.

Arabasının yumuşak koltuğuna gömülmüş, direksiyona sarılmış, gidiyordu. Her sabah olduğu gibi, trafik yine allak bullaktı. Zamanın acımasız çarkları hızla dönerken, böylesine çakılıp da yerinde kalmak olası iş değildi. Dikiz aynalarındaki yüzler asık, gözlerdeki bakışlar kızgın, dillerdeki sözler eyvah.. 

İkide bir kol saatini kontrol eden adam, zamanı kovalarken anlara takıldığında kaybettiği bir şeyin olduğunu anımsadı yine. Evet o bir şey kaybetmişti. Tam o kaybettiği şeyin ne olduğunu anlayacaktı ki, önde giden arabanın ve arkadan gelip kendisini geçmek için direten ve hiç durmaksızın korna öttüren arabanın şoförüne birbiri ardına lanetler savurmasaydı.

Adam şirket binasının park yerine hızla girdi. Bu sırada park halindeki bir araca hafiften sürtündü ve araba çizildi. Çizilen arabanın alarmı acı çeken bir kuş gibi feryat etmeye, bağırıp dövünmeye başladı. Ne yapacağını şaşırdı, kan beynine sıçrayınca da öfkelendi. Arabanın sahibiyle dakikalarca tartıştı. O sırada da kaybettiği şeyi bulabilirdi aslında, suçunu kabullenip, özür dileseydi eğer..

Masasının başına geçmiş, siyah deri koltuğuna oturmuş, hesap çizelgelerine dalmıştı. Saatine baktığında toplantıya beş dakikasının kaldığını farketti. Dosyalarını tekrar gözden geçirip için için içini kemiren kaygılar eşliğinde toplantı salonuna yöneldi. Projesi beğenilirse belki de terfi edecekti.

Adam ümit ve korku taşlarına basa basa geçti beyaz koridorlardan. O şimdi, en kararlı ve kendinden emin tavrını takınmış, en çarpıcı cümlelerle müdürlerini iknaya çalışıyor. Varlığını anlamsız bir şekilde kuşatan o kara delikten kurtulup, neyi kaybettiğini farketmiş olacaktı, Bu projeyi ben yarattım!” deyip göğsünü gururla germeseydi..

Adam sunumu gerçekleştirip övgüleri benlik hanesine kaydettikten sonra tekrar saatine baktı. Borsada sonuçların açıklandığını görüyordu kol saatinin çarkları arasında. Tüm birikimlerin yatırıldığı hisse senedinin kaç puan arttığını görüp, sevinçle havalara fırlamalı ve:

Ben biliyordum bu kağıtların kazandıracağını!” diye bağırmalı, çığlık üstüne çığlık atmalıydı. Adam çığlıkları arasında bile kaybettiği şeyin sesini duyabilirdi aslında; kazandığı şeyin, bir gün tekrar kaybedileceğini görebilseydi, düşünebilseydi.

Zaman nehri, akşamın denizlerine dökülünce, yorgun adam tekrar saatine baktı. Artık dönmeliydi evine ve uzanmalıydı televizyon karşısındaki üçlü koltuğa boylu boyunca. Çantasını eline aldı ve kapıya doğru birkaç adım attı. O anlamsız soru tekrar beynini kemirmeye başladı: Ben bir şey kaybettim ama ne?!” Hızla çantasını açtı, içine göz gezdirdi. Her şey yerli yerindeydi. Kaybolan neydi? Neyi kaybetmişti?

Adam trafiğe çıkınca bir şey kaybettiğini yine unuttu. Yolda çiçek satan çocuklardan bir demet alıp eve götürseydi, hatırlayacaktı. Yap(a)madı.

Dakikalar sonra evine vardı. Yorgun bedenini dinlendirmeden önce iyi bir yemek yemeliydi. Neyse ki sofra o gelmeden önce donatılmıştı. Evdeki sessiz karmaşayı çatal kaşık sesleri bölüyordu ki bir ses daha yükseldi: Küçük bebek acıkmış, ağlıyordu. Anne koşup bebeğini kucağına alıp yemek sofrasına döndü. Midesini tıka basa doldurmakla meşgul olan adam, çocuğuna şöyle bir baktı. Bebek susar gibi oldu, ama tekrar ağlamaya başladı. Sabahtan beri gürültüden bunalan adam, hanımına ters ters baktı. Adam çocuğunu sevecekti kaybettiği şeyi kaybettiğini bile unutmasaydı. Televizyon başında reyting rekorları kıran bir diziyi izlerken uyuya kalmasaydı belki de küçük oğlunu sevecekti. Ve çocuğunu sevebilseydi, ne kadar da çabuk hatırlayacak ve bulacaktı kaybettiğini..

O gece bir rüya daha gördü. Adam bu rüyada kaybettiği şeyin ne olduğunu anlayabilirdi, gördüklerinin saçma sapan şeyler olduğunu düşünmeseydi eğer. 

Küçük bir karınca, rüyasında, yüreğindeki duygu damarlarını koparıp koparıp atıyordu. Sevgi damarını, şefkat damarını, anlayış damarını, fedakârlık damarını…