İnsanlık O’na ümmet olma borcuna girdi
Ve zaman, döne döne, Hicret burcuna girdi!...
Evet O!.. Feleklerin yaradılış sebebi,
Âlemlerin Rabbinin sevgilisi, Habibi!...
Beklenen En Son Resul, Âdem’den, Nuh’tan beri
Kurtuluş Müjdecisi, Nebiler Peygamberi!..
Velayet tarafıyla, göklerde ismi: Ahmed!..
Risâlet rütbesiyle O, Mahmûd-u Muhammedi...
Adı her anıldıkça, O’na Salât ve Selâm!..
Nefes verip aldıkça, O’na Salât ve Selâm!..
Hicret!.. Gayeye eriş, meyveyi deriş sırrı...
Bir habbenin çatlayıp bin sümbül veriş sırrı!..
Resullük hizmetinin özeti, fihristesi,
Bir kaç günlük sürede, her çilenin listesi...
Neler çekti o narin bedeniyle; dayandı,
Ruhunda nice volkan tutuştu; sessiz yandı!..
Madem hem ‘Resul’ hem ‘Kul’; kulluk hissesi çile!
İmtihan ediliyor elbet, resuller bile...
İlâhi hikmet böyle; vuslat hicretsiz olmaz,
Kolaylıklar zorluksuz, Cennet ücretsiz olmaz!..
Hicret’ten hemen önce: Mekke, mü’mine zindan!
Her türlü cefa: tehdit, işkence... dört bir yandan
Çâre yok: üfledikçe ateş, alev alıyor,
İslâm, bir yangın gibi, çevreye yayılıyor!..
Mazluma kucak açtı önce Habeş diyarı,
Ve Medine... Çağırdı zulme uğrayanları
Hele Allah Resulü!.. Ne olur geliverse!..
O gelse câna minnet; yaparız ne isterse!..
Sahabeye izin var, ama, Resul gidemez!..
Rabbin emri olmadan yerini terkedemez!..
Ümmetine çok düşkün O Şefkâtli Peygamber,
Rica etti Ensar’dan: korunsun Muhacirler...
Hicret izni gelirse, O’na da kavuşurlar
Ahdini bozmayana Ebedî Saâdet var!..
Ve... “Akabe Biatı”... üst üste kondu eller:
Mü’minlere öz vatan olacak uzak iller!..
Medineli yiğitler yemin etti Allah’a:
Biz sağken yan bakamaz kimse Resulullaha!..
“Sana anam ve babam feda Yâ Resulallah!..”
Canım, ailem, obam feda Yâ Resulallah!..
O ele sarılmayan, ebedî mahrum kaldı.
Gitti Kisrâ ve Kayser; ne Acem ne Rum kaldı!..
Evet... İlâhi vaad: zorluklar aşılacak,
Hicret edene rahmet yolları açılacak!..
Mekkeli putperestler toplanıp karar verdi:
“Tek çare O’na ölüm; Uzza’ya zarar verdi!..”
Gün bu gün; O da hicret ederse, kaçar elden,
Yalnız kaldı, su işi bitirelim tez elden!..
Allah Resulü mahzun, elleri hep duâda,
Hicret izni bekliyor, bakışları semâda...
Hicretin ilk adımı, belki en zorlu adım
Küfür O’nu kuşatmış gözlüyor adım adım!..
Nûr yuvası evini gece sarmış gölgeler,
Nûr pınarı vücuda kastetmiş mızrak, hançer!..
Her oymaktan bir katil, kim vurdu bilinmesin...
Bir tuzak ki, eşini kuramaz şeytan ve cin!..
Ne var ki, en hayırlı tuzak kurucu Allah!..
O Yetim Peygambere her an Korucu Allah!..
Vahiy geldi; her şeyi bildirdi âyet âyet,
Kalktı Resul; Bismillah, Hicret’e etti niyet!..
Ali girdi, örtündü Resulün döşeğinde
Uyudu mışıl mışıl, korku yok yüreğinde...
Bu nasıl teslimiyet, her yiğitlikten üstün!..
Yiğit o ki, inancı, aşkı bilekten üstün!..
Çıktı Şanlı Peygamber sessizce hanesinden,
Dudağında fısıltı: üç beş âyet, Yasin’den...
Bir avuç toprak saçtı o kararmış yüzlere
Ve Allah yerde çekti Nûr’u görmez gözlere!..
O geceyi nerede geçirdi?.. Bilinmiyor!..
Allah’a sığınanı O saklamış, çok mu zor!..
Ve ertesi gün... Nebî, Ebu Bekr’in evinde,
Tedbir, plân, hazırlık... sebepler âleminde...
Ebu Bekir’i seçti Rabbimiz O’na yoldaş
Onun başı -nebîler dışında- en yüksek baş!.
O bağlılar bağlısı, “Sıdk” tacının incisi,
Rütbesi: “Mağarada İkinin İkincisi”!..
Hicret’in gözden gizli tohumu “Sevr Mağarası”,
Çile çiçeklerinin fideliği, orası!..
Evet... Hicret ışıktan, hicret sudan, havadan,
Mâverâ’ya gömülüş; sıyrılış Mâsivâ’dan!..
Mağara, “Bâtın İlmi”nin Nebevî dersanesi,
İç umman’a seferin manevî tersanesi...
Bu derin sırrı hangi çelik perdeleyecek?..
Perdenin en incesi yetti: kuş ve örümcek!..
Üç gün sonra... Kılavuz, develeriyle geldi,
Kafile durmaksızın Medine’ye yöneldi...
Dışta, her iş “sebeb’e” bağlanmasaydı eğer,
Hiç, kendine kılavuz tutar mıydı “Peygamber”!..
Kudreti Sonsuz Allah, germiş bu ince tülü
“İmtihan Sırrı” ile azameti örtülü!..
İç içe bin hikmetle sıralanmış vak’alar,
Görmeye çalışalım, Rabbin ne murâdı var...
“Yüz deve” vaad edilmiş O’nu bulup görene,
Ödül büyük, heveslisi çok, iz süren sürene...
Bir fakir Sürâka var, ödül avcılarından
Nasibi, daha çokmuş yüz bin deve altın’dan!..
Sürâka O’nu gördü, at sürdü üzerine,
Ama çöl, bir göl gibi, çekti atı derine!..
Atı ve “nefsi” tutuk; ne güzel bir tutuluş,
Hayret, dehşet... ve sonra, inanış ve kurtuluş!..
O’na karşı çıkanlar hep böyle pişman oldu
Düşmandı, şimdi artık, düşmana düşman oldu!..
“Emân-nâme” yazıldı bir deri parçasına,
Nûr’a daldı Sürâka, ayrılmamacasına...
Kum kum tarayadursun çölleri nasipsizler,
Melek kanatlarıyla çoktan silinmiş izler...
Sütsüz koyun süt verdi.. Yolda pek çok mucize...
Nûr Yüzünü her gören, aşk ile geldi dize!..
Sebepler tüketilir, sonra, “inayet” gelir.
İmdada koşturulur Cebrail, âyet gelir!..
Âyet!..: “Hiç tasalanma, Allah seninle birlik!..”
Hep O’nunla olana gerçek devlet ve dirlik...
Demek ki bir peygamber ne zaman düşse dara,
Rahmetle azaltılır yükü; ilâhi dara!..
Doğdu “Ayın On dördü”, bak Veda yamacından,
İn-cin, ay, güneş titrek, şükür ihtilâcından!..
Arz ve semâ, yepyeni bir devri müjdeliyor
İşte Allah Resulü, Medine’ye giriyor!..
Taze bir kırbaç yemiş bir topaç gibi zaman
Hızlanıverdi sanki... Açıldı “Âhirzaman”!..
Beşerin son devresi; akrep-yelkovan fır fır
Mühürlendi “Ortaçağ” şimdi takvimler sıfır!..
İlahî!.. O “Muhacir Peygamber” hürmetine,
Kötülüklerden hicret nasip et ümmetine!..
Bizleri bağışlanmış olanlarla haşreyle...
Habibinin Nûrunu bulanlarla haşereyle!..