Hz. Mesih’in ahirzamanda yeryüzüne döneceği inancı bir çok dinde ve inanışta mevcut Herkes kendi inancına ve meşrebine göre bu durumu değerlendiriyor ancak, Hz. İsa ünlü sinemacı Mel Gibson’un filmiyle sinema dünyasına bir indi ki sormayın!
…
Geçenlerde meslek yaşamımın en şaşırtıcı tepkilerinden birini aldım. Şeyh Yasin’in öldürülmesinden sonra kaleme aldığım ‘The Passion Of The Palestinians’ başlıklı yazı, biraz da organize olduğunu hissettiren bir kitleyi harekete geçirdi. Başlarda nazik içerikli gelen elektronik postalar sonradan belli bir kabalığa, küstahlığa ve hakarete varan muhtevaya dönüştü. En ilginçlerinden biri ise Bety Sone isimli bir hanımefendinin (ki muhtemelen rumuz kullandı, o muhtevayı bir bayanın yazabildiğine inanmak güç) ‘Bunlar ne berbat yazılar. Beynini açık tut.’ türünden İngilizce kafama sopayla vuran bir metin yazmış ve yazının sonuna da bir internet adresi iliştirmiş. Girip baktığımda son derece sıradan ve aptalca yapılmış bir Yahudi propaganda sitesi gördüm ve acı acı güldüm.
Aslında bütün bu olanlar Mel Gibson’un henüz ülkemizde gösterime girmeyen bir filminden iki yazımda bahsetmiş olmamdan kaynaklanıyordu. Nedense bu film bir çok Yahudi’yi rahatsız etmiş ve gösterimine karşı çıkmışlar, engelleyemeyince filmi yerin dibine batırmayan herkese, organize bir baskı uygulamaya başlamışlardı. Tabii ki bu baskıdan en çok nasibi filmin yapımcısı ve yönetmeni Mel Gibson almıştı. Braveheart’ın ünlü oyuncu-yönetmeni can korkusundan Oscar ödül törenlerine gidemeyecek duruma gelmişti.
Film ABD’de vizyona girdikten sonra inanılmaz tepkiler gelmeye başladı. ABD’de toplam 3043 sinemada gösterilen film daha birinci gününde 30 milyon dolara yakın hasılat yaparak en çok gişe rekoru yapan tüm filmler arasında 5. sıraya oturuvermişti. Öte yandan bir sinema eserinin insan hayatını nasıl etkilediğinin de çarpıcı örnekleri sergilendi. Brezilyalı bir rahip filmi izlerken kalp krizi geçirerek öldü. Aynı esnada Arkansas eyaletinde 50 yaşındaki bir kadın da filmi izlerken kalbine yenik düştü.
Bütün bunlara, henüz filmin çekim aşamasında eklenen fısıltılar, mucizevî dedikodular eklenince film bir sanat eseri olmaktan ziyade iki din arasında gerilim ve siyasî kavgaların nedeni oldu. Başta DreamWorks olmak üzere bir çok Hollywood yapımcısı, Mel Gibson’a ateş püskürdü ve bir daha iş vermeyeceklerini açıkladılar. Dustin Hoffman’ın da aralarında bulunduğu bir çok artist, Gibson’u kınadı ve delilikle suçladı. Film, Avrupa’da da çok yankı buldu. Papa filmi izlediğini ve gerçeğin ta kendisinin anlatıldığını açıkladı. Fransız salon sahipleri bu filmi göstermeyeceklerini deklare ettiler. Öte yandan özellikle Protestan din adamları salonları kiralayıp cemaatlerini toplu halde bu filme götürmeye başladılar. Hele hele filmin gelirinden 30 milyon dolar gibi büyük bir meblağı kiliseye bağışlayacağını açıklayan Mel Gibson, baskıların inanılmaz boyuta ulaştığını görünce geri adım attı ve bu sefer, Yahudiler’in bayramını filme çekeceğini söyledi. Filmin ABD’de 17 yaşından küçüklerin izleyemeyeceğini gösteren “R” kategorisinde gösterildiğini hatırlatan Gibson, filmi için bu kategorinin bile az olduğunu kaydetti. Gibson, “Aileler lütfen iki kez düşünsün. Çocuklar aileleri olmadan bu filmi izlemesinler. Çünkü, gerçekten şiddet dolu sahneler içeriyor.” uyarısında bulundu. Bir yönetmen kendi filminin izlenmemesini tavsiye ediyordu, durum bu kadar karmaşıklaşmıştı.
Ülkemizde de ilginç gelişmeler yaşandı. Kültür Bakanlığı filmi daha bir hassas gözle izleyip sansüre tabii tutacağını açıklarken, İsa’nın Çilesi filminin 9 Nisan günü gösterime girecek olması, Antakya Hristiyan Rum Ortodoks Kilisesi cemaatini rahatsız etti. Hürriyet gazetesini arayan Antakya Rum Ortodoks Kilisesi Cemaat Vakfı Başkanı Josef Naseh, bağlı oldukları kilisenin beş önemli patrikhaneden ikincisi olduğunu ve Hz. İsa’nın 8 Nisan günü çarmıha gerilip, 9 Nisan günü göğe yükseldiğini öne sürerek şunları söyledi: “İsa’nın ölüm yıldönümü olarak kabul ettiğimiz ve paskalya haftasının başlangıç tarihi olan 9 Nisan günü İsa’nın Çilesi filminin gösterime girmesi cemaatimizi yaralar.”
Bir sinema filminin neler yapabileceğinin çok çarpıcı örneğiydi bu. Ancak bugüne kadar hep tersi olmuştu. Özellikle Yahudilerin elinde bulunan Hollywood en fazla iki yılda bir Musevîlerin soykırıma uğradığını anlatan filmler çekmeyi gelenek haline getirmişti. Hatırlarsınız bunun son örneği Roman Polanski’nin Piyanist isimli filmiydi.
Nedir bu İsa’nın Çilesi?
Filmi izleyen biri olarak şunu söyleyebilirim ki, The Passion Of The Christ, benzerlerinden ileri gitmeyen, sadece şiddet sahneleri abartılmış bir filmden başka bir şey değil. Filmin tarihsel gerçekliklerle ilgisi yok. Zaten Hollywood sinemasının da gerçek tarihle ilgisinin olmadığını en iyi bilen Yahudiler’in derdi bu değil. Yeni bir Antisemitik dalganın yayılmasından ve işin Yahudi-Hristiyan kavgasına dönmesinden rahatsızlar. Zira bugüne kadar özellikle İslâm’a karşı Hristiyanları çok iyi kullandıklarını herkes biliyor.
Gibson, bir peygamberi anlattığı filme, Cesur Yürek filmini çeker gibi yaklaşmış. Yani şiddeti ve gerilimi ön plâna çekmiş. Ancak horlanan, hakir görülen, kırbaçlanan, öldürülen peygamber olunca tepki onun da beklentisinin üzerinde olmuş.
Ancak buna rağmen filmin, insanı etkileyen, derinlere inen sahneleri de yok değil. Özellikle Hz. Mesih’in hoşgörüsü, acılara direnişi ve affedici özelliği güzel verilmiş. Romalı askerlerin pervasızlığı, Yahudi din adamlarının sinsiliği de iyi aktarılmış. Filme insanın çok zor anlamlandıracağı bir şeytan figürü eklenmiş ki, işin içinden çık çıkabilirsen!
İsa’nın Çilesi eli yüzü düzgün, ne dediğini bilen ve kendini izlettiren bir film. Dili tahrik edici, anlatımı sıradışı, müzikleri etkileyici. Hepsi o kadar. Film üzerine kopartılan fırtınalar da filmin konusu gibi gerçeğe dayanmıyor. Siyasî bir kavganın sanat düzlemine taşınmasından başka bir şey değil. Yahudiler kendi silahlarıyla vurulmanın can havliyle biraz çığırtkanlık yapıyorlar o kadar!