TR EN

Dil Seçin

Ara

Tekrar İbni Sina’ları, Birunî’leri ve Heysem’leri, Farabî’leri Nasıl Yetiştiririz? / Söyleşi

Tekrar İbni Sina’ları, Birunî’leri ve Heysem’leri, Farabî’leri Nasıl Yetiştiririz? / Söyleşi

Bu sayımızdaki söyleşimizde, Osman Çakmak hocamız ile Yaratılış Kongresi için hazırladığı sunumu hakkında konuştuk.

 

Hocam, şu soruyla başlayalım: Yaratılış konusu evrimi hatıra getiriyor.  Kısa da olsa evrim konusunu ele alalım. Evrimi tartışmalı hâle getiren nedir?

Evrimi esas tartışmalı hâle getiren, onun evolüsyon karşılığı olarak kullanılmasındadır. Evrim bir türden bir başka türün ve dolayısıyla bu yolla, insan da dâhil bütün canlıların, silsile halinde birbirinden tesadüfen ve tabiatın eseri olarak ve gittikçe mükemmelleşerek ortaya çıktığını ifade eder. Bu görüş maddeyi ilahlaştırır. Bilimsel platformdan çıkararak ideolojilere âlet eder. Bu yüzden evrim teorisi bilimsel bir teori olmaktan uzaktır. Darwinizm ve daha geniş manasıyla Evrim Teorisi, felsefî değerlendirmelerden, yorumlardan ibaret kalmaktadır. Bir kere takip ettiği metot bakımından bilim kriterlerine ve kurallarına uymaz. Ortada bir takım zorlamalar ve kılıfına uydurmalar var. Konu tabu, hatta bir tür “din” haline getirilmiştir ve herkesin bu dine biat etmesi istenmektedir. Etmeyen bilim adamlarının “aforoz edildiğine” şahit oluyoruz.

Hâlbuki bilimsel bilgi kendine has metotlara sahiptir. Bilimsel bilgi, bir sistem dahilinde gelişir. Tutarlılık, denetlenebilirlik, objektiflik ve nedensellik gibi özelliklere sahip olması gerekir.

Birçok fen bilimi gibi modern tıp biliminin de arka plandaki felsefesinin özü, her şeyin kör tesadüfler zinciri ve rastlantılar sonucu oluştuğunu öngörmektedir. Bu aslında bilim kılıfı geçirilmiş sistematik bir felsefî görüştür. Evrim ve evolüsyon gerekçe gösterilerek felsefî yorumlar “bilimsel bilgi” gibi dayatılıyor. Böylece sistemli, tutarlı ve objektif olması gereken bilim amacından saptırılıyor. 

 

Bu kongrelere katılan yüzlerce bilim adamı, bilimin, gözleme ve deneye dayalı olaylarını incelerken, tamamen objektif olunması, ideolojik görüşü savunma gayesinin içine girilmemesi gerektiği konusunu yüksek sesle dile getiriyorlar. Bu toplantılarla yetkililere de verilen mesajlar var mı? Onlardan ne isteniyor? 

Bu seslere kulak vermemiz lazım. Geleceğimiz ve neslimizi kurtarmamız bu sese kulak vermeye bağlı. Niçin sesleniyorlar bu bilim adamları? Çünkü dışarıdan ithal/kopya müfredatta eşyanın/varlığın sır ve hikmeti gizleniyor, yerine rastgelelik konuluyor. O yüzden okul kitaplarından başlamak üzere her türlü yazılı, sesli ve görüntülü yayın, bizi, “gafil” bir nazarla kâinata bakmaya şartlandırmaktadır. Bilginin mekanik boyuttan malumat tek boyutlu açıklamaya bürünmesi ile eğitimin içi boşalıyor. Bilgi, hikmete ve hakikate ulaşma vasıtası olmaktan çıkıyor. Sadece sınav için geçme aracı haline geliyor. Daha vahimi, ilimden irfana ve marifete giden yollar kapanınca okullar eğriliklerin öğrenildiği, ahlaki yozlaşmanın mekânları halini alıyor.    

 

Yaratılış Kongrelerinde konuşmacılar ne talep ediyorlar tam olarak? 

Bu kongrelerde konuşmacılar eğitimin kimliğe kavuşmasını, ders kitaplarının bilimsel muhtevaya ve derinliğe kavuşturulmasını talep ediyorlar. Bu kongrelerde bilimin materyalizmin ve ateizmin “malı” olmadığı anlatılıyor. Bu toplantılarda din ile bilimin birbirinin muhalifi değil, birbirine destek ve güç verdiği anlatılıyor. 

Bu kongrelerde anlatılanları şöyle de özetleyebiliriz: Fen eğitiminin temel bir gayesi, insanı aldığı eğitim sonucunda kendisi için yaratıldığı ve tasarlandığı belli olan tabiatı doğru anlamaya vasıta olmaktır. İnsan her şeyden önce kâinat kitabının bir okuru haline gelmelidir. Zaten Kuran’ın ilk emri “oku”dur. (Alak Suresi, 1) Hak din ile bilimin maksatları birleşmektedir. Fen bilimleri Allah’a ve inanca ait gerçekleri tanımanın aracı olmalıdır. Bilim; tekniğe, mesleğe ve hayata dair sorulara cevap ürettiği kadar, dinî hakikatleri anlamaya, insanın görüş alanını genişletmeye de hizmet etmekle mükelleftir. Bilimler, inanca, dinî ve kültürel hayata dair sorulara cevap verdiği ve çözüm ürettiği ölçüde anlam kazanmakta, faydalı hale gelmektedir.

Yani bu kongrelerde bilim adamları şunu istiyorlar: Tabiatta her zaman şahit olduğumuz yardımlaşma, temizlik, iktisat, adalet ve denge, yüksek nizam ve düzen, sanatlı ve hikmetli yaratılış gibi hakikatler ders kitaplarında ana müfredat konuları haline gelmelidir. Bu hakikatlerin ders kitaplarına yansıması ile öğrenci “tabiatı” bir kitap gibi okumayı öğrenecektir. “Yeryüzü âyetleri”ni okumayı öğrenen öğrencinin maneviyat dünyasında adı geçen hakikatler aynı zamanda ahlak ve meziyet olarak belirecektir. Yaratılanı Yaratandan ötürü sevme duygusu inkişaf edecek; böylece sözde değil özde, kendisine ve çevreye/canlıya saygılı insan modeli ortaya çıkacaktır. Yaratılışta, adalet, hayır, yardımlaşma, güzellik ve mükemmelliğin esas olduğunu ön gören tevhidî bir bilim felsefesi hükmettiği takdirde, araştırmalar bu mükemmel mekanizmanın sırlarını ve inceliklerini keşfetmeye odaklanacak ve insan^, kemâlâtın ve marifetullahın önü açılacaktır.

 

Yaratılış Kongrelerinde neyin amaçlandığı konusunda önemli bilgiler verdiniz. Müsaadenizle konu ile bağlantılı başka bir konuya geçmek istiyorum. Ders kitapları konusunda burada bahsetmeye değer çalışmalar oldu mu? 

Oldu evet. 2013 yılında yaptığımız çalıştay sonrası konu iyice sahiplenildi. Muhtelif illerde/merkezlerde çalışmalar başlatıldı. Mesela onlardan birisi Dr. Şaban Odabaş başkanlığında bir vakıf bünyesinde sürdürülen çalışmalar, Profesör hocalarımız Âdem Tatlı, İsmail Kocaçalışkan, Fatih Satıl, Ali Alaş ve benim de içinde bulunduğum bir ekip bu çalışmaları organize etmeye çalışıyor. Biyoloji ve fen bilgisi kitapları neşredildi. Hayat Bilgisi kitapları bugünlerde neşredilecek. Planlanmış ve süregiden çalışmalar var. 

 

Ateizm ve deizm gibi akımların yaygınlaşması, kimliksizlik ve özenti hastalığının kaynağı, ithal Milli Eğitim Sistemi ve müfredat ile ilgili olduğu aydınlarımız arasında tartışılmaktadır. Bu kongrelerde ve çalıştaylarda  ülkemizdeki eğitim yapısı hakkında değerlendirmeler ve çözüme yönelik çalışmalar oluyor mu? 

Kongrelerde sunumların önemli bir bölümünü, milli ve yerli kendi modellerimizin hayata geçirilmesi konusu teşkil ediliyor. Bu sunumlarda taklitçiliğimizin faturası dile getiriliyor ve bir an evvel kendi yerli eğitim modellerimize geçilmesi talep ediliyor. Eğitim ithal edilmemeliydi ama edildi. Eğitim ithal edilirse topluma yabancı kimliksiz insan türeyiverir. Kendi iyi vatandaşlarınız yetişmez. Aşağılık kompleksi ile malul insanlar ortaya çıkar. Topluma yabancı, aidiyetsiz, ezik özentiler bu eğitimin meyveleridir. Çağımızın en etkili sömürü aracı eğitim sistemleri olmuştur. 

Evet, İngiliz, Finlandiya, İsveç, Alman eğitim metotları iyi olabilir. İyi olmasının sebebi şu: Onların maksadına uygun iyi İngiliz, iyi İsveçli, iyi Alman yetiştirdiği için. Bunda muvaffak olmuşlar.

Bir milletin terbiye metodu diğerine uygun gelmiyor. İngiltere’den aldığınız terbiye metodu ile iyi bir İngiliz uşağı yetiştirmeniz mümkündür. Ama kendi insanınızı yetiştiremezsiniz.

İyi eğitim alanların geneli İngilizce konuşup yazmaya, İngiliz gibi düşünmeye, onların memleketlerini sevmeye, onlar gibi yiyip onlar gibi içmeye özenti duyuyorlarsa, ülkesini ve değerlerini hep tenkit ediyorsa bir sıkıntı var demektir. İngiliz sömürgeciliği böyle bir şey. Bir asırdır eğitimde Avrupa taklitçiliği ile gelinen noktayı özetlemeye çalıştım. Afrika’da Fransız sömürgesi olmuş ülkelerde de Fransa özentisi görüyoruz. Günümüzün etkili sömürgeciliği, toprakları ele geçirmek üzerine değil. Eğitim sistemini ele geçirmek üzerine.

 

Gelelim kendi sunumunuza. Kongrede hangi konuyu ele aldınız?      

“Müslümanlar ortaçağda bilimde zirve idiler. Özellikle bilimin en zor kısmı olan yeni bilimsel alanın ilk teorisini ve o bilimin varlığını tespit etme noktasında bilimin kurucu liderleri oldular. Daha sonra bilimi Müslümanlardan alan Avrupalılar Ortaçağdaki Müslüman biliminin kaynağını inkar ettiler. Bilimin kaynağını Müslümanlar yerine, eski Yunan’a bağladılar. Bundan daha saçma olanı ise bizim kendi tarih kitaplarımızın da Batı’nın yanlışlarını sürdürmesi, onlara körü körüne bağlı kalmasıdır. Hâlbuki Batı’da 18. Yüzyıla kadar İslam ve peygamberler merkezli bir tarih anlayışı vardı. 18. Yüzyılın başlarında İngiltere’de siyer ilmi bilmeyen aydın sayılmıyordu. Sömürgeciliğin başladığı 18. Yüzyıl başında tarihin merkezine kendilerini yerleştirme kararı aldılar. Bilimi sömürgeye alet ve dine karşı silah olarak kullanmaya başladılar.” 

 

Peki 12. Yüzyılda bilimde nasıl bir kırılma oldu? 

Şöyle özetleyeyim: “Yunan felsefesinin materyalizm anlayışının yerleşme tehlikesine karşı, Kelam âlimlerince yanlış bir tedbir ortaya çıktı. Bilimler dinî ve dünyevî diye ikiye ayrıldı. Yani başka bir ifade ile din ve bilim laikliği 11. ve 12. yüzyıllarda başlamış oldu. 

Batı’dan ithal seküler bilim, dini dışlamakta ve öğretilerini ateizm üzerine temellendirmektedir. Bu yanlış seküler bilimsel anlayışın Müslümanları motive etmeyeceği açık. Acilen bu probleme çözüm bulmak zorundayız. Din alimleri, Erzurumlu İbrahim Hakkı gibi, dinî bilimlerde olduğu kadar yeterli ölçüde fen ve matematik bilimlerinde de uzman hale getirilmelidir. İmam-ı Gazali gibi, Bediüzzaman Said Nursi gibi ilahiyatçı hocalara ihtiyacımız var. İmam-ı Gazali  astronomi, insan anatomisi ve kimya üzerine dinî bakışla kitaplar yazmıştı. Çağımızda dini hakikatler, fen ve diğer bilimlerin dili ile anlatılmadıkça, ispat metodu kullanılmadıkça etkili olmamaktadır. 

 

Din derslerinin tek başına etkili olmadığını mı anlatmak istiyorsunuz? 

Geçen Kurban bayramı öncesi Din Öğretimi Genel Müdürlüğünce düzenlenen bir çalıştaya katıldım. Çalıştayda din eğitimi, ders kitapları, muhteva ve öğretim metotları masaya yatırılmıştı. Bu amaçla kapsamlı bir anket, araştırma, çalışma sonuçları sunuldu. Binlerce ortaöğretim öğrencisi üzerinde yapılan ankete dayalı araştırma çalışmasına göre öğrenciler ve öğretmenler din dersi kitaplarını muhtevası ve sunum/anlatım şekli ile yetersiz buluyorlar. İhtiyaca cevap vermediği ortaya çıkmış. Çalıştaya katılan bilim adamları acilen kitaplara bilimsel muhteva kazandırılması, anlatımda ispat dilinin kullanılması; dinî hakikatlerin başta felsefe (hikmet) bilimleri olmak üzere mantık ve pozitif bilimler ile birlikte sunulması yönünde karar aldılar. Bu önemli bir adım. Sonuçlarını merakla bekliyoruz. 

Günümüzde materyalist akımların gelişmesiyle teslim kırılmış, sorgulama yapılmaktadır. İnanmak için ispat dili istenmektedir. Zamanımızda inançsızlık fen ve felsefeden gelmektedir. Bu yüzden zihinler hayli karışık bulunuyor. Bu  karışıklığı izale edecek ilmî izahlar yerine, dinî hikâyeler anlatmak ve bilgileri tekrarlamak ikna edici ve inandırıcı olmamaktadır. Mevcut dinî anlatımda insanları adeta eski zamanın köşelerine çekiyoruz ve öyle konuşuyoruz. Kalp hastası olan birine bağırsak ilâcı vermek ne derece etkili olabilir? Günümüzde insanların kalp hastalığı iman zayıflığıdır.

Kuran-ı Kerîm’in ayetlerini ‘yeryüzü ayetleri’ ile birlikte öğretecek metoda ihtiyacımız var. Tabiatın ikinci bir Kuran-ı Kerîm olduğu gerçeğini unutmuş görünüyoruz. Halbuki tüm bilimler gerçekliklerini Hak Teala’nın isimlerinden alıyorlar. Yeryüzünde ve kainatta varlık ve özellik adına ne varsa ilahi esmanın tecelli ve yansımalarından başka bir şey değildir.

 

Müslümanların bilim ve araştırmada tekrar şevk ve heyecana kavuşturulabilmesi için ne tür çalışmalar yapılmalıdır? 

Kongrede bilim ve din ayrılığını giderecek bir çözüm yolu üzerinde durduk. Kongre sunumumuz esasen “Nasıl araştırmacı bir toplum haline gelebiliriz?” sorusuna cevap sunmaktadır. Bunun yolu ortaçağda olduğu gibi bilimde motivasyon kaynaklarına tekrar dönmemiz gerekiyor. Bilimi inançsızlığa alet eden ders kitaplarının dilini değiştirmek zorundayız. Ders kitaplarının dilini hakikat eksenli ve Hak ismine bağlı anlatıma (Mana-yı Harfi) kavuşturmalıyız. Böylece bilimler; sanatta sanatkârı, eserde ustayı, nimette o nimeti vereni gösterecek ve ‘şirk’ vasıtası olmaktan kurtulacaktır. İslamiyet ile bilimin beraber sunulması halinde kendi kadim kültür değerlerimizi ihya edebiliriz; geçmişte olduğu gibi, bilim ve araştırmada tekrar motivasyonu yakalayabiliriz. Cabir bin Hayyan’ları, İbni Sina’ları, Birunî ve Heysem’leri, Farabî ve Razi’leri tekrar yetiştirebileceğimiz ortamı ancak bu şekilde teşkil edebiliriz.