TR EN

Dil Seçin

Ara

Uzay Yolculuğu / Voyager’ların 32 Yıllık Uzay Macerası

Gözü uzayda olan insanoğlu yıllardan beri Güneş sistemini daha yakından tanımaya yönelik pek çok çalışma yaptı ve hâlâ da yapmakta. Bunların en önemlilerinden birisi de Voyager projesi oldu. Henüz 70’li yılların başıydı ve 1972 yılından sonra, gelecek 20 yıl içinde gezegen dizilmesinin nasıl gerçekleşeceği biliniyordu. NASA 176 yılda bir tekrarlanan bu olaydan faydalanmak üzere bir çift uzay aracını uzaya fırlatmak için çalışmaya başladı. Bu gezegen dizilmesi Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün’ün üzerlerine inmeden de olsa tek bir araçla ziyaret edilmelerini mümkün kılıyordu. Çift uzay aracı düşünülmesi ise birinin başına bir kaza gelmesi durumunda diğerinin onun yerini alabilmesi içindi.

Nihayet 1977 yılının ortalarında Voyager 1 ve Voyager 2 uzay araçları fırlatılmaya hazır hale gelmişti. Çalışmalardaki en önemli konu ise bu araçların yıllar sürecek yolculuklarında ihtiyaç duydukları elektrik enerjisini elde etmenin bir yolunu bulmaktı. Güneş’ten çok uzaklara gidileceği için araçların güneş enerjisi kullanmaları mümkün değildi. Bu yüzden radyoizotop termoelektrik jeneratörleri tasarlandı. Jeneratörlerde yakıt olarak radyoaktif bir madde olan Plütonyum kullanılacaktı. Bu yakıt kullanımının maliyeti çok fazla ve buna oranla verimi çok düşüktü. Ama bu yöntem kullanıldığı takdirde hiçbir bakım ve ikmale ihtiyaç duyulmadan araçlar için 50 yıl boyunca elektrik üretilebilecekti.

Jüpiter ve Satürn gezegen sistemlerini araştırmakla görevli olan Voyager 2, 20 Ağustos 1977’de uzaya fırlatılmıştı. Voyager 1 ise dış gezegenleri incelemekle görevli ikizi Voyager 2’ye katılmak üzere 5 Eylül 1977’de uzaya gönderildi.

1978 yılında Voyager’lar artık Jüpiter istikametine yönlenmişti. 1980-1981 yıllarında Jüpiter, 1981-1982 yılarında Satürn ve bunların uydularının yakınlarından geçerek binlerce fotoğrafı ve ölçüm sonuçlarını dünyaya gönderdiler. Güneş sisteminin bu dev gezegenleri ile ilgili yeni bilgileri, bunların yeni uydularını ve manyetik alanlarını keşfettiler. Bu seyahatlerde belki de en ilginç keşifler, Jüpiter’in uydusu Io’nun aktif yanardağları ile Satürn’ün uydusu Titan’ın Dünya’ya çok benzeyen atmosferiydi.

Daha sonra Voyager 1’in istikameti Güneş sistemi sınırlarının keşfedilebilmesi için derin uzaya çevrildi. Voyager 2 ise Uranüs istikametine yönlendirildi. Voyager 2, 1986 yılında Uranüs ve 3 yıl sonra 1989’da Neptün semalarından geçti ve bizlere bu iki gezegene ait pek çok önemli bilgi gönderdi.

Daha sonra Voyager 2 de ikizi Voyager 1 gibi derin uzaya yönlendirildi. Sıra Güneş’ten 6,5 milyar kilometre uzakta yörüngesini tam 248 yılda tamamlayan dokuzuncu ve son gezegenimize gelmişti. 1990-1991 yıllarında Voyager’lar Plüton’dan da bilgiler gönderdi. Sonra da Güneş sisteminin dışına doğru yollarına devam ettiler.

Eğer herhangi bir problem olmazsa araçlar, Plütonyum kaynaklı enerjilerinin biteceği 2020 yılına kadar bilgi gönderecekler. Voyager 1 saniyede 17 kilometrelik, Voyager 2 ise saniyede 15 kilometrelik hızları ile bizden uzaklaşmaya devam ediyorlar. Onlarla bağlantı kurmak için gönderilen ışık hızındaki radyo sinyallerine cevap ancak bir gün sonra Dünya’ya ulaşabiliyor. Üstelik bu cevaben gelen sinyaller, bir saat pilinin ancak 20 milyarda biri kuvvetinde. Bu yüzden NASA bunları ancak ‘büyük kulaklar’ adını verdiği 70 metrelik çanak antenlerle duyabiliyor. 1977 yazında yola çıkan Voyager 1 güneş sisteminin sınırına yaklaştı. Güneşten yaklaşık 15 milyar kilometre uzaklıktaki elektromanyetik fırtınaların yoğun olarak bulunduğu bu alan, güneş etkisinin kaybolduğu ve “sınır şoku” olarak bilinen, yıldızlar arası boşluğun başlangıcı olarak tanımlanıyor.

Voyager 1’in 80 KB’lik bilgisayar hafızasından alınan veriler, aracın sınır şokunu atlattığını ve yıldızlar arası boşluğun başlangıcı olan “heliosheath” denilen sınıra girdiğini gösteriyor. Aracın bu alanda 10 yıl kadar daha ilerleyeceği ve zor şartlara rağmen hasar görmeyeceği düşünülüyor.

İnsanoğlu eliyle oluşturulan teknoloji imkânları ile şimdilik Güneş sisteminin sınırlarına geldik. Mevcut teknoloji ve ulaşılan sürat ile galaksilerin içine dalmak ve uzayın derinliklerinde seyahat şimdilik imkansız görünüyor. Geleceğin neye gebe olduğu çok da bilinmez. Kimbilir belki de ileride ışık hızını aşan teknolojiler bulur, ya da karadelikler yoluyla “kurt delikleri”ni kullanarak uzay zamanda yolculuk imkânlarını kullanabiliriz. Ama dediğim gibi, bu şimdilik sadece bir fantezi.