TR EN

Dil Seçin

Ara

‘Şenlikli Köy’ / Fıtrat Yazıları

Ekrandan, perdeden, bilboarddan, cep telefonundan.. zihnimize akan sayısız iletilere karşı ne yapabiliriz, ne yapmalıyız?


 

Tarihin hiçbir döneminde insan zihni bu kadar kuşatma altına alınmamıştı. Son yıllarda özellikle medya araçlarından yayılan kimi gerçek kimi sanal sayısız görüntü ve ses, algı mekanizmalarımızdan geçip zihnimize akıyor. Zihinlerimiz giderek ‘malzeme’lerin gelişigüzel içine atıldığı kocaman bir kazana benzemeye başladı. Neyin ne olduğunu bilemiyoruz, tasnif edemiyoruz, üzerinde işlem yapamıyoruz. Şartlandırılıyor ve seyircileştiriliyoruz. Yaptığımız tek şey, gözümüz ve kulaklarımızın bize ilettiklerini ‘zihin kazanı’nın içine atmak!

O kazanda neler yok ki? Küresel köyün kabadayı muhtarı George W. Bush’un televizyon ekranından dünyayı tehdit edercesine uzattığı parmağı, diş fırçası reklamları, ekonomik kriz haberleri, çocukları içinde yaşadıkları acılı dünyadan büyülü bir dünyaya doğru yolculuğa çıkaran Harry Potter, kötülüğün asıl ama iyiliğin geçici ve görece olduğu bir evren haritası çizen Yüzüklerin Efendisi, cep telefonumuza iletilen siyasî parti mesajları, Yılmaz Erdoğan, Tayyip Erdoğan, Çarkıfelek, Yusuf Miroğlu, ‘light’ Selami ve daha milyonlarcası...

Şimdi cevabı verilmesi gereken soru şu: Ekrandan, perdeden, bilboarddan, cep telefonundan.. zihnimize akan bu sayısız iletilere karşı ne yapabiliriz, ne yapmalıyız? Aklına mukayyet olmaya çalışan bir birey olarak zihnimizi bunlara karşı nasıl koruyabiliriz?

İşe sonda söyleyeceğimizi başta söyleyerek başlayalım. Umberto Eco’nun dediği gibi, kendi kafamızla düşünmesini öğrenmeliyiz her şeyden önce. Ve zihnimizde netleştirmemiz gereken iki nokta olduğunu görmeliyiz. Bunlardan birincisi nasıl bir dünyada yaşadığımız, ikincisi bu dünyaya karşı nasıl konumlanacağımız.


 

Yaşadığımız ‘köy’ü tanıyalım

Bilindiği gibi, içinde yaşadığımız dünya küçük bir köye dönüştü. Fakat bu köy bildiğimiz köylerden çok farklı. En çarpıcı farkı da çok kalabalık oluşu. Ama bunun sebebi, kön dışarıdan göç alması değil. Meselâ Marslılar yüzünden kalabalık değil bu köy. Köyün kalabalık olmasının sebebi, bazen gerçek bazen gerçek olmayan görüntü ve seslerin istilasına uğramış olması. Küçük kapalı mekânlara koca bir dünyanın sıkıştırılmış olması.

O yüzden bu şenlikli köyde gerçek kişiler kadar hayalî tipler de var. En azından kitabını okuyan ya da filmini izleyenler için Harry Potter bu köyün bir üyesi, hem de asli bir üyesidir. Ya da Mükremin Çıtır her an mahallenin başında karşımıza çıkacak biri gibidir. Çok rahatlıkla iki kişilik sohbetlerimizin üçüncü kişisi olabilir.

Yine bu köyde fotomontaj yapılmış görüntüler var. Yani gözünüze ilişen görüntü, farklı zamanlarda farklı yerlerde varolan iki gerçek olayın başka bir zamanda yan yana getirilmiş sahte bir görüntüsü olabilir. Aslında köyün başka bir yerinde başka bir zamanda petrole bulanan bir karabatak, adına Körfez Savaşı denen bir savaş sırasında her iki dakikada bir gözünüze çarpabilir meselâ. Ve bu görüntüyle Saddam adındaki birinin ne kadar cani olduğu ve onun ülkesine saldırmakla ne kadar haklı bir iş yapıldığı anlatılmaya çalışılabilir.

Yine bu şenlikli köyde aslında küçük olduğu halde büyütülmüş, büyük olduğu halde küçültülmüş görüntüler vardır. Herhangi bir ahlâksızlığa bulaşmadan evine ekmek parası götürebilmek için çalışan insanlar bu köyde nedense çok küçük gözükürler. Hattâ görüntüleri küçük çıksın diye genellikle kalabalıklar halinde görüntülenirler. O yüzden bir doğal âfet sonucunda ölmeleri, kalan sağlar bizimdir” düşüncesiyle bizde ama özellikle devlet katında derin yaralar oluşturmaz.

Yine aslında arka plânda olması gerekenler öne çıkarılmış, önde olması gerekenler arka plâna itilmiştir bu şenlikli köyde. Mafya ve hukuksuzluk öne çıkarılmış, adalet arka plâna itilmiştir meselâ. Veya şamata öne çıkarılmış, iz’an ve denge geriye bırakılmıştır.

Ayrıntıyı gizlemek için uzaktan çekilmiş, bütünü gizlemek için yakından çekilmiş görüntü ve resimler de bu köydedir. Hoşlanılmayan bir grubun mitinginde eğer çok fazla kalabalık toplanmışsa, uzak çekim yapılarak kalabalığın gerçek büyüklüğü ele verilmez hiçbir zaman. Tersi bir durum varsa, o zaman da yakın çekim yapılır ve mümkünse bağırıp çağıran bir iki kişi görüntülenerek kalabalığın ne kadar coşkulu olduğu anlatılmaya çalışılır büyük bir gayretle.

Yine, gözünüzün gördüğü kulağınızın işittiği pek az şeye dokunabileceğiniz, onları koklayıp tadabileceğiniz köy de bu köydür. Sözgelimi bir western filmi izleyebilir, silahşörün sinek öldürür gibi kızılderili öldürdüğüne şahit olabilirsiniz; fakat asla acı hissetmezsiniz. Belli belirsiz, zihniniz kızılderililerin öldürülmek için yaratılmış bir ırk olduğuna şartlanır. Hattâ tembelliğinize ve odanızdaki durağanlığa bir hareket getirdiği için bu görüntüler sizi mutlu bile eder.

Ayrıca bu köyde gerçekte aydınlık olanlar karanlık, karanlık olanlar aydınlık gösterilebilir. Yine bu köyde haksız olduğu halde haklı çıkarılmak için sesi yükseltilen, haklı olduğu halde haksız çıkarılmak için sesi kısılan birileri hep vardır...

Velhasıl, şenlikli bir köydür bu köy. Kalabalıktır, karmaşıktır, gerçektir, yalandır, fotomontajdır, aydınlıktır, karanlıktır, uzaktır, yakındır, öne çıkarılanları vardır, arkaya itilenleri vardır, olduğundan büyük görünenleri vardır, küçük görünenleri vardır, sesi olduğundan çok çıkartılanları vardır, sesi kısılanları vardır...

Fakat en önemlisi, bu köyde görüntüler gerçeklerden daha gerçektir!


 

Bir yaklaşım önerisi

Görüleceği üzere, bu şenlikli köyde zihnimize akan hiçbir görüntü, belirli bir ‘duruş noktası’ndan bağımsız değildir. Her görüntü ya da fotoğraf belirli bir yerden belirli bir açıyla çekiliyor çünkü...

İşte bu yüzden olan biteni anlamak ve zihnimizi netleştirmek için görüntülerden çok, o görüntülerin hangi ‘duruş noktası’ndan çekildiğinin farkına varmak gerekiyor.

Empatik olmak, işte bu farkındalığın ön şartı. Kendi duruş noktamıza gömülüp kalırsak, başkalarının duruş noktalarını anlayamayacağımız gibi, aslında kendi durduğumuz yeri de tespit edemeyiz. Oysa, şahsiyetli olmanın yolu bir yerde durmaktan, bir ‘duruş noktası’na sahip olmaktan geçiyor.

Akabinde atmamız gereken adım, duruş noktamızdan destek alarak olabildiğince yükselmeye çalışmak... Kalbimizden gelen, vicdanımızdan duyurulan anlamları eğip bükmemek bu yükselişin sırrı... Bu yükselişi başardığımızda, görüntülerin ardındaki gerçekleri görmek ve bütünü kavrayabilmek için net bir ‘bütün fotoğrafı’ çekebileceğimiz yere çıkmışız demektir. Şimdi elimizde durduğumuz yerin en yüksek noktasından çektiğimiz bir ‘bütün fotoğrafı’ var.

O halde beklemenin anlamı yok, hemen ayıklama aşamasına geçmeli: Bu ben, bu ailem, bu arkadaşım, bu ağaç, bu deniz, bu büyük gösterilmeye çalışılan küçük bir adam, bu görüntü, bu gerçek, bu küçük gösterilmeye çalışılan büyük bir adam, bu sesi çok çıkartılanlar, bu sesi az çıkartılanlar, bu öne çıkarılanlar, bu geriye itilenler...

Zihin fotoğrafımızı ayıkladıktan sonra, sıra bunları tasnif etmede şimdi. Ama bunun için iki şeye ihtiyacımız var: Birincisi, irade sahibi bir varlık olduğumuzu hatırlamaya; ikincisi, bir ‘değer haritası’na. İrade sahibi bir varlık olduğumuzu hatırlamalıyız, çünkü iktidar sahibi olanların etkisinden kurtulmamız ve ‘zihin kütüphanemizi’ kendi hür irademizle oluşturmamız gerekiyor. Bir ‘değer haritası’na ihtiyacımız var, çünkü önemli gördüğümüz şeyler ile önemsiz gördüklerimizi kütüphanemizin farklı raflarında tasnif etmeliyiz. Önemli gördüklerimize hemen, önemsiz gördüklerimize de gerektikçe ulaşabiliriz böylece...

İyi bir ‘değer haritası’ oluşturmanın yolu da fıtratımızı, kalbimizi ve vicdanımızı can kulağıyla dinlemek. Onları dinlediğimiz takdirde görüntüsü ve sesi gelen ama asla dokunamayacağımız şeyleri alt rafa, tüm mevcudiyetiyle yanımızda olabilecek, meselâ bir dostumuzu da üst rafa koyabiliriz. Sadece görüntü ve seslerdense, koku, tad ve dokunuşların da peşinde olabiliriz...

Sanırım her birimizin buna benzer bir zihin kütüphanesi oluşturması gerekiyor...

Fakat bu bir kerelik değil, sürekli yapmamız gereken bir şey. O yüzden, içinde yaşadığımız bu şenlikli köyde, gözümüzle etrafa baktığımız kadar, gözümüzü kapatıp ‘kalp gözümüz’le de yaşadıklarımızı ve gördüklerimizi anlamaya çalışmalıyız.

Çünkü varlığımızın gizli gerçekleri ve bizi sahil-i selamete çıkaracak hazineler orada!