TR EN

Dil Seçin

Ara

Bir Mükemmeliyetçilik Analizi / Fıtrat Yazıları

Her insan, yaptığı işin mükemmel olmasını arzu eder. Fıtratın güzele olan eğilimi, böyle bir arzunun baş tetikçisidir. O yüzden, fıtrata kulak veren zihin, ‘mükemmel’ ile ‘hastalık’ kelimesinin yan yana gelmesine ilk bakışta pek de razı olmaz.

Gerçekten, şöyle bir baktığımızda, etrafımızdaki tüm insanlar, hayatlarını bir mükemmelliğin kıyısına yanaştırmakla meşgul gözüküyorlar. Bir bebeğin yürümeyi öğrenmek için haftalarca emeklemesi ve titrek ayaklarıyla yürüyüş denemeleri yapmasında, bir işçinin yaptığı işi daha iyi yapabilmek için farklı metotlar denemesinde, bir sporcunun daha başarılı bir performans için benzer hareketleri pek çok kez tekrarlamasında, hep bu mükemmellik arayışının izleri vardır.

Deneme-yanılmalarla ve edinilen her tecrübe sonrası yenilenmiş bakışlarla mükemmelliğe, bir işi en güzel, en olgun biçimiyle hayata geçirmeye çalışmakta, aslına bakarsanız, hiçbir sorun yoktur. Sorun, fıtrata aykırı bir biçimde, bir işi ilk yapışta mükemmel yapmayı bir takıntı haline getirmekle başlar. Ki, mükemmeliyetçilik hastalığı denen şey, biraz bununla ilgilidir.

Mükemmeliyetçi insanlar yaptıkları işin tek seferde mükemmel olmasını isterler. Ve tam da bu nedenle, hayatlarının herhangi bir ânında, herhangi bir işe girişmede oldukça çekingen davranırlar. Bir işe girişseler bile, devam ettirme becerisi göstermede oldukça başarısızdırlar.

Mesela, zihniyet olarak mükemmeliyetçi olan bir yazarı ele alalım. Bu yazar, ya hiç yazamaz ya da oldukça az yazar. Çünkü yazmayı düşündüğü yazıyı henüz yazmamışken, zihninde onun mükemmel bir yazı olması gerektiğine kendini şartlandırır; zihninde öyle bir kabul taşır. Bu yüzden de, işe başladıktan sonra yazdığı yazıda bazı kusurlar gözüne çarptığı andan itibaren, içinde yaptığı işe karşı müthiş bir soğuma hissi doğar. Çünkü gözüne takılan kusurlar, onda yazmakta olduğu yazının asla mükemmel düzeye çıkamayacağı endişesi doğurur. Ve giriştiği işi sonlandıramadan kalakalır.

Böylesi bir mükemmeliyetçilik, sanılanın aksine, kaynağını yukarıda bahsettiğimiz mükemmellik arzusundan almaz. Yani, insanlar içlerinde olumlu bir mükemmellik duygusu taşıdıkları için mükemmeliyetçi olmazlar. Mükemmeliyetçilik, gerçekte, çok daha farklı bir psikolojik süreç sonucunda oluşan bir zihinsel rahatsızlıktır.

Bu süreci incelemeye giriştiğimizde karşılaşacağımız en güçlü unsur, olumsuz eleştiridir. Evet, bir kişiyi mükemmeliyetçi yapan şey, o kişinin çocukluktan itibaren maruz kaldığı eleştirel aile ortamı ve daha sonra içine girdiği eleştirel arkadaş, okul ve iş ortamlarıdır.

En önce, çocukluk döneminde anne-babanın çocuklarını sürekli eleştirmeleri ve buna mukabil hiç takdir etmemeleri, çocuğun dünyaya sadece olumsuz bir eleştirel gözlükle bakmasına sebep olur. Kendisinin her hareketi eleştirilen, ama yaptığı hiçbir iyi hareketi takdir edilmeyen çocuk, karşılaştığı her şeyi yıkıcı bir eleştiriye tabi tutmayı öğrenir. Tabağındaki yemeği bitirdiğinde takdir edilmeyen, ama yarım bıraktığında eleştirilen, hatta azarlanan çocuk, böyle bir durumla kendisi karşılaştığında o da eleştirme ve gücü yetiyorsa azarlama eğilimine girer.

Yine, hepimiz biliriz, bizim toplumumuzda okul döneminde çocuklar genellikle arkadaşlarının güzel bir yönünü öne çıkarıp asla onu takdir etmezler. Meselâ, isimle dalga geçme çoktur, ama arkadaşına dönerek, “Ahmet, arkadaşım senin ismin ne kadar güzel.” diyen bir çocuğa pek rastlanmaz. Veya yaptığı güzel bir resimden dolayı kalabalık önünde ödül verilecek öğrenciye arkadaşları gıpta ile bakmak yerine, parmaklarıyla onu gösterip gülüşürler, yani onu yükseldiği yerden aşağıya indirmek için ellerinden gelen tüm maskaralıkları yaparlar. Bu da aslında bir tür olumsuz eleştirel tutumdur.

Yine özellikle ergenlik döneminde arkadaşlar arasında birbirini eleştirmek genel ilke, övgü ise istisnadır. Genç, arkadaşını eleştirip onun sırtına basarak kendini ispat etme eğilimindedir. Bu onların dillerine de yansır. Otobüste ya da başka bir yerde gençlerin kendi aralarındaki konuşmalarına tanık olunduğunda, birbirlerine gayet normalmiş gibi ‘geri zekalı’ ‘aptal’ ‘salak’ ‘manyak herif’ gibi hitap ettikleri rahatlıkla duyulabilir.

Velhasıl, içine girdiği olumsuz ortamlardan ötürü çocukluktan itibaren kişinin kendi dışında ve karşısındaki insanda bir hata arama, eleştiri vesilesi yapacak küçük dahi olsa eksiklikler bulma çabası söz konusudur. İşte, mükemmeliyetçilik hastalığının filizleneceği zemin, tam da böylesi bir zemindir. Mükemmeliyetçilik, kişinin uzunca bir süre dış dünyaya yönelttiği eleştiri oklarını, kendisine yöneltmesinden başka bir şey değildir. Uzunca bir süre, gördüğü her şeyde bir eksiklik arayan ve bulan birey, kendisi bir iş yapmaya giriştiğinde zihninde o zamana kadar farketmeden oluşmuş olan ‘eleştiri şablonu’nun hain saldırılarından kendisini kurtaramaz.

Dolayısıyla mükemmeliyetçilik hastalığının oluşumunda, bireyin içine doğduğu veya girdiği eleştirisi bol takdiri noksan ortamlar kadar, bireyin hayata bir oyuncu olarak değil de seyirci olarak katılışının da etkisi büyüktür. Etrafında olup bitenleri sürekli seyreden ve eleştiren, ama seyrettiği ve eleştirdiği işlerin hiçbirine kendisi el sürmeyen birey, kocaman eleştirel kara gözlükleri ve ‘tecrübe yetmezliği’yle mükemmeliyetçilik hastalığının pençesine düşer.

Bu analizde bakılması gereken başka bir yer de, sanırım, mükemmeliyetçiliğe yol açan olumsuz eleştirinin kaynağıdır. Bu kaynağın literatürde bilinen adı ise ‘korku kültürü’dür. Bizim toplumumuz gibi suçlanmaktan, bir anlamda eleştirilmekten korkulan toplumlarda, bireyler başkalarını suçlama ve eleştirme eğilimindedirler; başkalarını suçlayarak ve eleştirerek, kendilerinin suçlanma ve eleştirilme ihtimallerini sıfırlamaya çalışırlar. Bu korku kültüründe suçlama ve eleştirme esas olduğu için, bireylerde ortaya bir ürün koyma cesareti de oldukça düşüktür. Öyle ya, ortaya bir ürün koymazsanız, suçlanmak ya da eleştirilmekten de kurtulmuş olursunuz!

Velhasıl, mükemmeliyetçilik olumsuz ve yıkıcı eleştiriden, o da tecrübe kazanmaya, bir ürün ortaya koymaya ve yeni bir şey denemeye izin vermeyen ‘korku kültürü’nden hasıl olmaktadır.

Eğer bu olumsuzlukların önü alınmak isteniyorsa, işe her şeyden önce aileden başlamalı ve çocuklarımızı sürekli eleştirmek yerine takdir etmeyi öğrenmeliyiz. Unutmayalım ki, olumsuz eleştiri çocuğun kendine güven duyamamasını, pasifliği, mükemmeliyetçiliği ve iş yapamazlığı netice verir; takdir ise kendine güveni, mükemmele ulaşma girişkenliğini ve sağlam karakterliliği netice verir. ‘Korku kültürü’ içinde yaşamaktan muzdarip olup çare arayanlara benim sunacağım reçete bu: Takdiri çoğaltmak!