TR EN

Dil Seçin

Ara

Dengeye Övgü / Fıtrat Yazıları

İnsan bazen güzel düşündüğünü sanarak, hayattan tüm olumsuzlukları silmek ister. İster ki hayatta hep mutluluk olsun, hiç üzüntü olmasın. Ya da cesaret olsun, ama kaybetme korkusu olmasın. Veya yumuşak huyluluk olsun, ama öfke olmasın. İlk bakışta insana makûl gelen güzel istekler gibi gözükür bunlar. Gerçekten öyle mi peki?


 

Bir kitapta okumuştum: Genç bir adam, sürekli olarak ikileme düşmekten, iki tercih arasında sıkışıp kalmaktan şikayet ediyordu. Bu durum onu o kadar rahatsız ediyordu ki, sonunda bir bilgeye danışmaya karar verdi. Bilge sıradan biri değildi, belirli bir bedel karşılığında, istenen her şeyi verme gücüne sahipti. Genç adam derdini anlatınca, bilge durumu çözdü ve adama şu teklifi yaptı: Senin ihtiyacın olan şey, cesaret... Cesaretin olursa, iki şey arasında kararsız kaldığında, cesaretle birini seçerek ikilemini çözebilirsin. Ve ben bunu sana verebilirim. Ama karşılığında alacağım şey, senin kaybetme korkun... Buradan cesaret alırsın, ama kaybetme korkunu bırakırsın. Ne diyorsun?

Genç adam, bilgenin istediği bedeli duyunca daha çok sevindi ve şöyle dedi: A, çok teşekkür ederim. İstediğiniz bedel de benim için hiç önemli değil. Zaten başıma ne geldiyse, bu kaybetme korkum yüzünden geldi.

Alış-veriş tamam gibi gözüküyordu. Ama bilge, genç adama son bir düşünme fırsatı sunmak için şöyle bir örnek verdi: Düşün ki, son sürat giden bir arabanın içindesin. Büyük bir zevkle ve cesaretle gaz pedalına basıyorsun. Aldığın zevk ve cesaret kaybetme korkunun üstünde olduğu sürece, pedala basmaya devam edeceksin. Ama diyelim ki, karşına birden büyük bir engel çıktı ve ona çarpma ihtimalin var. İşte o zaman içindeki kaybetme korkusu, cesaretinin üstüne çıkacak ve sen ayağını gaz pedalından çekeceksin. Hattâ frene basacaksın. Ama kaybetme korkun yoksa, böyle bir şey olmayacak. Gaz pedalına cesaretle basmaya devam edecek ve belki de gördüğün ilk engele çarpacaksın. Yani, kaybetme korkunun olmaması, kaybetmene engel değil... Bunu dikkate al ve istersen alışverişi bir kez daha düşün.

Genç adam biraz düşününce, kaybetme korkusunun da kendisine lâzım olduğunu anladı ve bilgeye teşekkür ederek oradan ayrıldı...

Ne zaman kendi içimde dengeyi kaçırdığımı düşünsem, bu öyküyü hatırlarım. Gerçekten kâinat bir tasarım ve bu tasarım zıtlar üzerinde bir denge üzerine oturuyor. Bunu göremeyen insanlar ise, zıtlardan birini kapı dışarı edip, bütün iyiliklerin ve güzelliklerin tek bir sepette toplanmasını istiyorlar. Ama bu mümkün değil. Dahası doğru da değil!

Söz gelimi, bazı insanlar öfkeyi olumsuz bir duygu olarak görüyorlar. Buna karşılık, yumuşak huyluluğu ise baş tacı. Neden? Çünkü öfke kötü, öfkeyle kalkan zararla oturur. Halbuki, insana yumuşak huyluluk kadar öfke de lâzımdır.

Düşünün ki, bir öğretmen, hiç öfkesi yok. Son derece yumuşak huylu. Sınıfa giriyor ve sınıftaki bütün öğrenciler de o öğretmenin ne kadar yumuşak huylu bir insan olduğunu, istese bile kızamayacağını biliyorlar. Sizce nasıl bir sınıf ortamı oluşur?

Herhalde hiç bir öğretmenin isteyeceği türden bir sınıf ortamı oluşmazdı. En basitinden, disiplinsiz ve verimsiz bir sınıf ortamı oluşur. Öğretmen, hakem rolünü bile gerçekleştiremediği için, o sınıfta öğretmenin varlığı buharlaşır.

Tersini düşünelim. Bu sefer de öğretmen öfkeli ama hiç hilm sahibi, yumuşak huylu birisi olmasın. Bu öğretmenin sınıfı nasıl olurdu sizce?

Bu öğretmenin sınıfında disiplin olurdu olmasına ama, katı bir otoriterlikle beraber... Bütün öğrenciler başlarına bir ceza gelecek diye belki bütün söylenenleri harfiyen yaparlar, ama kendi istekleriyle değil. O yüzden de, öğretmenin etki alanından kurtuldukları andan itibaren, hemen hemen bütün öğrendiklerinin tersini yaparlar. Büyüyüp kendileri öğretmen olduklarında da, tek öğrendikleri otoriterlik olduğu için tıpkı öğretmenleri gibi otoriter olurlar; etki tepki meselesi...

Demek ki her iki durum da bir denge hâlini ifade etmiyor. Öyleyse, ne buz gibi katı olmalı, ne de su buharı gibi uçucu.

En güzeli ve dengeli olanı, su gibi olmak! Suyu bir bardağa koyarsanız, onunla uzlaşır. Onun şeklini alır, onu anlar, onunla uyum sağlar. Ama bir buz parçasını bir bardağa koyarsanız, ya buz kırılır ya da bardak... Çünkü aşırı katılık, uzlaşmayı ve uyumu ortadan kaldırır, yerine dayatma ve empozeyi koyar. Su buharını ise bardağa doldursanız da, bardakta durmaz, uçar gider. Dolayısıyla buharla bardak arasında da anlamlı bir ilişki kurulamaz. İkisi ayrık otları gibi ayrı yerlerde durur. Birbirlerine bir şey veremezler...

Öfke ile yumuşak huyluluk gibi, mutluluk ile üzüntü ikiliği de yanlış anlaşılır bazen. Sanılır ki, üzüntü olmazsa her şey çok güzel olur, herkes mutlu olur. Bu da başka bir dengesiz durumdur. Doğrusu, mutluluğun içinde bir parça üzgün olmak, üzüntünün içinde bir parça mutlu olmaktır.

Bir zamanlar Allaha tevekkül eden, ne tür sonuç verirse versin o sonuca razı olan biri varmış. Bu kişinin açık denizlerde yük taşıyan bir gemisi varmış. Bir gün karşısındaki cemaate ders yaparken, kendisine gemisinin battığı haberi gelmiş. Bir süre gözlerini kapatmış ve sonra Allaha hamd olsun.diyerek derse kaldığı yerden devam etmiş. Bir süre sonra başka bir haber gelmiş ve ona gemisinin batmadığı söylenmiş. O kişi yine bir süre gözlerini kapatmış ve sonra Allaha hamd olsun.diyerek derse devam etmiş.