TR EN

Dil Seçin

Ara

Ümmetin Başı Sağolsun

Ümmetin Başı Sağolsun

Bu satırları yazmak ne kadar da zor…

Parmaklarımın klavyeye vurmasıyla kelimelerin ekranı doldurması, kabre verdiğim abimin üzerini toprakla doldurmakla aynı şeymiş gibi…

Ama iyi ki ahiret var; iyi ki hayat yokluğa akan bir nehir değil…

Yoksa ayrılık acısı insanı çıldırtmaz mıydı!..

İmanın ne büyük bir nimet olduğunu insan böyle zamanlarda görüyor işte.  

Onu Hüseyin abi olarak tanıdım. Hep öyle hitap ettim. Selim Gündüzalp olduğunu daha sonra öğrenmiştim.

Farklı bir insandı. Sürekli çalışıyor, yeni şeyler peşinde koşuyor, taşarcasına akan bir nehir gibi etrafını da koşturuyordu. Ne yalan söyleyim ona ayak uydurmak kolay değildi.

Ama bir gerçek vardı ki, samimi idi, çocuk gibi tertemiz bir kalbi vardı. Onca yılımız beraber geçti, bir kişiye kötülük düşündüğünü görmedim. Hele son yıllarında iyilik meleği gibi insanlara faydalı olmak için daha bir gayretliydi. Yeri gelir bir baba gibi, yeri gelir arkadaş, yeri gelir kardeş olurdu insanlara; hem de bir karşılık beklemeden…

Düşünebiliyor musunuz; kendisiyle ilgili bir planı bile yoktu. Herkes derdini paylaşmaya çalışırken, o imanını paylaşma derdindeydi… Allahı ve Resulünü sevdirmek için yaşadı; Allah da onu herkese sevdirdi.

Kendisi kabiliyetli olduğu gibi aynı zamanda yetenek avcısı idi. Karşısındaki insanda bir şeyler farketti mi ne yapar eder onu ortaya çıkarmak, büyütmek, geliştirmek için çaba harcar, bu işin peşini de bırakmazdı.

Ben de dahil nice insanı akan bir selden kurtarır gibi çekip almış, ya bir bahçenin gülü ya da öten bir bülbülü yapmıştır… Allah ebeden razı olsun…

Anlatırdı… 70’li yılların sonlarında gençlerin inançsızlık akımları karşısında savunmasız kalmaları onu ve arkadaşlarını bir şey yapma konusunda ateşlemişti… Ve bu dertten bir hayal, o hayalden de Zafer Dergisi doğdu. Yüzlerce isim adayı arasından Hüseyin abimizin teklifi olan ‘Zafer’ ismi kabul edilmişti.

O günden sonra isim babalığını da yaptığı Zafer’i bir ömür boyu sırtlayıp götürecekti… Sabretti; Allah da ona zafer nasip etti. O da onu herkesin ‘Zafer’i yaptı...

Zafer’de orta sayfa onundu. Yine onun olacak inşaallah… Kalemi susmayacak; üstelik telif yazılarıyla konuşmaya devam edecek… Çünkü bin bereketli ömründe, kendisinden sonra yıllarca yetecek kadar yayınlanmamış yazı da bıraktı.

Yeri gelmişken, hakkını vermeden geçmeyelim. Hüseyin abimiz yazdığından daha çok yazdırırdı. Fedakâr ve çalışkan bir kardeşimiz senelerdir Hüseyin abimizin telefonda söylediklerini yazıya döküyordu. Aklına bir yazı, bir proje geldi mi hemen açar telefonu yazdırırdı. O kardeşimiz de dinlediklerini yazıya dökerdi. Sonra da bunları toparlayıp Hüseyin abiye yollar, yazı kemale erinceye kadar birkaç kez üzerinde çalışılırdı. Bunlar hep telefonla olurdu.

Ölüm ebedin ebesiydi onun için. Bundan dolayı sevilirdi. Bundan dolayı kabir kapısına ağlayarak değil gülerek girilirdi… Hüseyin abimiz için “ölümü sevdirdi” denilir ya. Aslında “ölümü bile sevdirdi” demek daha doğru olur. Çünkü o herşeyi Allah adına sevdi ve sevdirdi…

Çok sevdiği torunu Ahmet Zafer vefatından sonra Eylül sayımızdaki sayfasını göstererek “Baba dikkat ettin mi? diye sordu. Ben yazının içindeki cümleleri ve sonundaki duayı kasdettiğini düşünmüştüm ama değilmiş. Dedi ki: “Dedem vefat ettiğinde güneş ve gökyüzünün rengi, dedemin sayfasına ne kadar da benziyordu.”

Evet o söyleyince farkettim gerçekten ilginç bir tevafuk daha vardı ki; sadece yazısı vefatını anlatmakla kalmıyor, sayfasındaki manzara da o ana çok benziyordu…

Hüseyin abimizin vefatıyla, yazısındaki insanı hayrete düşüren cümleleri, sonundaki duası ve sayfasındaki manzara bambaşka bir anlam kazandı. Adeta vefatını anlattığı bu yazısı normal bir yazı olmaktan çıktı, yeni bir boyut kazandı. Biz de bu sayfayı aynen tekrar vermemiz şart oldu dedik ve bir daha bu gözle okunması için bu sayımızda da yayınladık… 

Sizi o anlamlı yazıyla baş başa bırakırken, Hüseyin abimize çok dualar ediyor; sonsuz şefkat sahibi Rabbimizden onun için af ve rahmet diliyoruz.