Çocukluğumu düşününce ortalama 5 yaşımdan öncesini hatırlamadığımı fark ediyorum. Bilemedim, hatırlamadığım, bu yaşlarımda mı oluştu karakterim. Sonrası zaten hep bir umut, hep bir soru işaretiydi.
Zamanlar geçiyordu. İlkokul, ortaokul, lise derken yaşım büyümüştü. Ve her geçen yılda, bir sonraki yılın kendim için iyi olması umudu sarıyordu zihnimi.
İlkokul birinci sınıf, ikinci ve üçüncü derken karakterim yavaş yavaş şekilleniyordu. Her sınıf atlamamda acaba bu yıl değişecek mi diyordum.
Her yıl aynı kişiler okulda madalya alıyor, aynı kişiler maçlarda en çok golü atıyor ve yine aynı kişiler en çok alkışı alıyordu.
Anlamıyordum. O kişilerden eksik olduğum nokta neydi. İnsanların beni fark etmemesi üzerimde bir değersizlik psikolojisi oluşturuyordu. Ve de ben hayallerimde hep güzel günleri düşlüyordum.
Her geçen yıl daha farklı bir umutla okula başlardım. Bu sefer benim saçlarım konuşulacak, benim adım anılacak ve dahi benim ismim tüm okulda yankılanacaktı...
Ama her yıl yine aynı şeyler oluyor ve ben ne kadar değişmeye çalışsam da o isimler hep daha çok dikkat çekiyordu.
Çocukluğum; kendimi, insanları, görüneni, duyulanı, sevileni, sevdireni sorgulamak ile geçti. Neydi bu işin ahvali. Neydi bunca insanın aradığı. Neydi bende olmayıp da bir başkasında olan.
Yıllar boyu kendimde suçlar buldum. Saçların şöyle, gözün böyle, fiziğin şöyle diye... En ufacık hamlede insanların gaddarlığına maruz kaldım. Ve henüz çocuk Metehan'ım.
Neydi beni diğerlerinden ayıran. Neydi benim bunca zaman kendimi sorgulamama sebep olan. Neydi çocukluğuma günler boyu acılar yaşatan?
Lise son sınıfıma kadar bu durumlar devam etti. Her yıl umudum topluma ayak uydurmak ve herkesin güldüğü, olduğu, eğlendiği ortamlarda bulunabilmekti.
Lisede yavaş yavaş bu durumları çözümlemeye başlamıştım. Her üst sınıfa geçişimde her şeyin değişeceği duygusu yavaş yavaş geçiyordu. Çünkü değişmiyordu, alışıyordum. Ve çözümlüyordum.
İnsan farklı bir varlıktı. Hem çok sıradan hem çok sıradışı. Çözüme kavuşturulamaz ise insan, çok gönül yorar. Çok kalp kırar. Belirli bir mesafe ve de belirli tutumlar ile ilişki kurulabilir.
İnsan diyorum. Bilinmeyenlerin bilineni, olmayanların olduranı, gönül kapımıza kilit vurup, açanların şah'ı. Yaşanmış ve yaşanacakların yakaza hali.
Karakterim artık belirli bir şekle bürünmüştü. Bir ben vardı bende. Anlamlandırdığım, konuştuğum, sevdiğim...
Tekdüzelik kavramı bütün sorularımı çözebilecek güçteydi. Bu kavrama ayak uydurmayanlar çeşitli sorunlarla yüzleşiyor ve bazen içerisinden çıkamıyordu. İnsan tekdüze idi. Ve kendi yanlışlarına ayak uydurmayanı bünyesinde barınmıyordu.
Yıllar boyu inandığım değerlerim olması ve belirli karakteristik özelliklere sahip olmam beni çocukken heves ettiğim şeylerden korumuştu. Şer sanarken hayır gelip beni bulmuş, gönlümdeki gizleri çözmüştü.
Bir kelimesinden sonra küfrü ihmal etmeyen, ilmi ve de edebiyle değil de bedeniyle kendisini var eden ve eskici bağırır sarraf bağırmaz misali kendisini toplum içerisinde “Ben buradayım” edasıyla gösteren yüzlerce kişi ile yıllarca vakit geçirmiştim.
Kendini bilmeyen, içerisinde bulunduğu nimetleri benliği için tüketen ve dahi insanlık şuurundan münezzeh binlerce kişi tanımıştım.
Yürüdüğüm yol dikenliymiş meğer
Benliğine yatırım yapanlar girememiş yollarıma
Gönlüm hüzünlüymüş meğer
Kendi benliğine yatırım yapan insanların çağında
Bunca benlik içerisinde yüzen insanın çağında yalnızlık düşmüştü nasibime. İlimden öte edep ile. Benlikten öte hiçlik ile. Ve dahi yaşamdan öte ölüm ile yalnızlık...
Çocukluğumda kendime yüklenmelerim geldi aklıma. İnsan yeteneklerini keşfedip bir değer yolunda yeteneklerini kullanabilmeliydi. Fakat yıllar boyu kafesler içerisinde uçmayı hastalık bellemiştim.
Birbaşkası kendisini yüceltiyorken içerisinde bulunmuş oldukları durumun yavaş yavaş kendilerini sardıklarının farkında değillerdi. Eğleniyorlar, gülüyorlar, fakat hallerine ağlamaları gerektiğini fark etmiyorlardı.
İzlenen sinema filmlerinde hayat macera olarak gösteriliyordu. Özenti kişilikler şahsiyetsizliği ortaya çıkarmıştı. Kendi ruhuna ilimi, edebi, hayayı sırlayanlar ise bu dünyaya, insanlara kesinlikle ait değildiler.
İnsanlar kendisini yüceltirken, kendisinde olmayan ve başkasından olan özellikleri kıskanıyor ve de bu minvalde kendisi gibi olmayanı alaya alıyor, küçük görüyor, tepeden bakıyordu.
Yalnızlık benim için yanlışlarla birliktelik kurmamaktı. İnsanlar doğru oldu da biz mi yalnız kaldık? Biz ise bir çiçeğe, bir böceğe, gökyüzüne, toprağa ve dahi bize katkı sağlayan, kırmayan, incitmeyen şeylere aşık olduk.
Aşk dedik şenlendi yürek, aşk dedik yalnız kaldık. Ve biz hiçbir zaman gönül kıran, yoran, bezdiren insanlardan olmadık.
Keşke bilseydiniz...
Şimdi ise çözülüyor sorular...
Topluma, insanlara, tekdüzeliğe göre değil yüzyıllar boyu değişmeyen bir ahlâka sevdalanmıştım. İki dil öğrenmeden önce nerede konuşup nerede susmam gerektiğini öğrenerek hayat yaşamıştım.
Ve şimdi anlıyorum...
Tüm dünya çıksa da karşıma, bir kişi bile yüzüne bakmasa da, yürüdüğün yollarda ahlâk, ilim, edep, görgü, şuur, çiçekleri varsa hakikat yolundasın.
Bakma insanlara
Ne anlatsan nafile
Hem neyi anlatacaksın ki
Kendi ruhunun sırrını çözemeyene...
- Hile-i Şer’iyye / Bekir Sıtkı Baytar
- İnsan, Neden Ölür? / Murat Çetin
- Bir Yıldız Daha Söndü / Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
- Örneklerle Tevhid Dersi / Bahri Han
- İhlas Suresinin Düşündürdükleri / Murat Balcı
- İçimizdeki Şeytan / Hande Ustamahmut
- Gerçek Bir Çakmakçılar Yokuşu (Mercan) Hikayesi / Dr. Osman Eminler
- Evrimin Bilimsel Açıdan Geçersizliği / Dr. Ali Kemal Pekkendir / BSc ODTÜ Makina Müh. MSc Birmingham Üniv. PhD California Üniv.
- Bilim Tarafsız mı, Taraflı mı? / Ayhan Küflüoğlu
- Din Eğitimi ile Amaçlanan Toplumu Cahilleştirmek midir? / Dr. Adnan Küçük
- İrade Terbiyesi / Özlem Değirmenci
- Gülün Fısıldadıkları / Tülay Bülbül