“Ben Neyim?” diye başlıyor yedi yaşındaki çocuk sosyal medyada yayılan şiirine. Küçük şair aradığı cevaba ulaşmak ya da ona yaklaşmak için sorularını detaylandırıyor: “Ben bir kek miyim? Ben bir karadelik miyim? Ben bir iki miyim? Ben bir İsmail miyim?” En can alıcı soruyu ise sona saklıyor: “Ben bir hiç miyim? Hiçliğin ortasında yüzen bir adam mıyım?”
Güncelliğini yitirmeyen derin bir arayışın, başka bir zamanda başka bir tezahürüdür bu sorular. Alt katmanlarında insanın içine düşebileceği anlam krizine dair izler taşıyor. “Kim” sorusu “ne” sorusuyla yer değiştirmiş; “Ben kimim?” sorusu “Ben neyim?” sorusuna dönüşmüştür. Bir şey olmaya dair umut, “belki bir şey olabilirim” cümlesindeki “belki” ile tuz buz olmuştur.
Bütün zamanlarda ve mekânlarda değişmeyen tek arayıştır kendi varlığının anlamına dair arayış. Zaman ve zemin değişse de temel soru değişmiyor: “Ben kimim?”
Tarih içinde “Ben kimim?” sorusuna, din ve felsefe bağlamında cevaplar verilmiştir. “Ben” ile “düşünce,” “zaman,” “iş,” “lişkiler” aynı tutulmuştur. Bin yıl önce “Beni bende demen, bende değilim / Bir ben vardır bende, benden içeru” diyen Yunus’un arayışı farklı zamanlarda farklı şekillerde tezahür etmiştir.
Diğer varlıklara yöneltilen “ne”liğe dair sorular içinde insanı peşinden sürükleyen “kim”lik sorusunu barındırır. Kutsal kitaplar ve peygamberler insanın bu arayışına tercüman olmak için gönderilmiştir. Çünkü insan kendi varlığının anlamını kendinden başlayarak var kılamaz; insan kendi kendine anlam veremez. Vermeye kalkışsa bile bunu bütün boyutlarıyla dile getiremez. Dile getirdiklerinin doğruluğunu ispat edecek bir mikyas elinde mevcut değildir.
Emerson, “İnsanın yalnızca yarısı kendisidir, öteki yarısı da kendisini nasıl ifade ettiğidir” der. Yarısı ifade edilmiş bir bilgiyle insanı tanımlama girişimleri hep trajediyle sonuçlanmıştır. Anlamsızlık ya da yarı anlamlılık insanı hiçlik düşüncesinin, parçacı bir yaklaşımın kucağına sürüklemektedir.
İnsanın bütün bilgi kaynaklarından bağımsız şekilde kendine değer biçmeye girişmesi, kendi rolünü kendi belirlemeye kalkışması nihai planda insanlığa “huzur” yerine “huzursuzluk” getirmektedir. Bu yüzden kendini arayış, bir yerden sonra yaratıcısını arayışa dönüşmektedir. Yaratılmış olduğuna dair tasdik, “Ben kimim?” sorusunun; “düşünceyim, ağacım, kekim, karadeliğim, zamanım, işim” gibi muhtemel binlerce cevabının yanlışlığını ortaya koyar. Kendi varlığını, etrafında gördükleriyle aynı düzlemde ele almanın geçici konforu sona ermekle birlikte, kendi varlığının nihai bilgisine ulaşır. Bu bilgiyi ise ancak vahiy sağlar. İnsan hiçliğin karanlığından vahyin aydınlığına çıkınca kendisi hakkında nihai sahih bilgiye ulaşacak ve kendisini görüp tanıyacaktır.
- Hile-i Şer’iyye / Bekir Sıtkı Baytar
- İnsan, Neden Ölür? / Murat Çetin
- Bir Yıldız Daha Söndü / Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma
- Örneklerle Tevhid Dersi / Bahri Han
- İhlas Suresinin Düşündürdükleri / Murat Balcı
- İçimizdeki Şeytan / Hande Ustamahmut
- Gerçek Bir Çakmakçılar Yokuşu (Mercan) Hikayesi / Dr. Osman Eminler
- Evrimin Bilimsel Açıdan Geçersizliği / Dr. Ali Kemal Pekkendir / BSc ODTÜ Makina Müh. MSc Birmingham Üniv. PhD California Üniv.
- Bilim Tarafsız mı, Taraflı mı? / Ayhan Küflüoğlu
- Din Eğitimi ile Amaçlanan Toplumu Cahilleştirmek midir? / Dr. Adnan Küçük
- İrade Terbiyesi / Özlem Değirmenci
- Gülün Fısıldadıkları / Tülay Bülbül