TR EN

Dil Seçin

Ara

O Bizim Hüseyin Abimiz, Milyonların İse Selim Gündüzalp’iydi…

O Bizim Hüseyin Abimiz, Milyonların İse Selim Gündüzalp’iydi…

Evlenmemiş, çocuğu olmamış ama binlerce manevi evlat sahibi olmuştu. Sokakta yürürken ona selam verip uzaktan koşup gelip sarılan çocukların, tek tek isimleri ile hatırlarını sorduğunu gördüm. Annelerine uzaktan “kızım sen nasılsın” diye, baba şefkatiyle soruşuna şahit oldum… Tabutuna sarılıp ağlayan gençleri müşahede ettim, “Selim Dede” diye seslenenleri biliyorum…

Mala mülke değil insana yatırım yapmış; ömür boyu koşturmuş, yazmış, anlatmıştı. Dertliydi, Üstadım dediği Bediüzzaman Said Nursi gibi önünde bir imansızlık yangını görmüş, o yangını söndürmek için konferans, seminer, radyo programı, tv programı, kitap, makale, dergi, broşür her imkanla seferber olmuş, Anadolu’yu karış karış dolaşmış bir sevdalıydı…

Kolay değil, tam kırk bir sene bir dergiyi ülkenin en zor dönemlerinde hatta ihtilallerde bile çıkarmıştı. Askerdeyken bile dergisinin içeriğini hazırlayıp, ziyaretine giden merhum Mehmet Kırkıncı hoca ile dergiyi çıkaran kardeşlere göndermeyi ihmal etmemişti. Vefat ettiği gün bile, derginin istikbali ile ilgili bir proje için bizleri müteaddit defalar arayıp, iki gün sonrasına program organize etmişti. Emaneti teslim edip, bu fani dünyadaki ömür sayfasını dava aşkı ve görev şuuru ile tamamlayan bir dava adamıydı…

Vefatını hissetmiş gibi son zamanlarında çok sık bir şekilde her yazısında “son nefeste imanla göçme duasıyla” yazılarını noktalamış, Zafer’deki son yazısında ise vefatını haber vermiş ve nasıl vefat edeceğini kerametvari bir şekilde yazmış ve inşaallah imanla göçeceğinin muştusunu vermişti.

Vefatından günler önce kaleme aldığı ve vefat ettiği gün evlerimize ulaşan dergideki “Deniz ve Biz” ismini verdiği makalesinde “Ecel geldi mi, bir yudum suda da bulur seni, denizin içinde de…” demişti. Ölüm onu bir denizin içinde karşıladı. Günlük çalışmalarını tamamlayınca evladı gibi olan dergideki Suat ağabey ve çocukluklarından beridir Hüseyin abinin yanında büyümüş, ona “dede” diyen gençlerle denize yorgunluğunu atmaya gidiyor, yüzüyor, eğleniyor, yemek yiyor gençlerle top oynuyor. Son olarak üstündeki kumları temizleyip yola koyulmak için tekrar denizin kenarına gidince, bu defa ömrü boyunca anlattığı ölüm, “güzel yüzünü” ona gösteriyor ve denizin içinde bu fani dünyaya veda ediyor… Yazısının sonunda ise şu niyazı yapıyordu:

Her şey senin, her yer senin. Ben de senin aciz bir kulunum.

Batmaktan, içimin denizlerinde boğulmaktan beni muhafaza eyle. Denizin üstünden uçup giden kuşlar gibi emniyet içinde dünyadan göçmeyi nasip eyle.

Nasipten öte yol yok. Her şey kader ile takdir edilmiştir bilirim. Son nefesi almadan, son yudumu içmeden, son lokmayı yemeden gitmem bilirim.

Sana bir çocuğun safiyeti, bir mübarek ihtiyarın acziyeti ile iman ederim.

Arzularım çok, hayatım kısa.

Teknem küçük, denizin büyük.

Sen yarattığın her şeyden büyüksün.

Dualarımı kabul eyle.

Denizlerinde batmadan, dünya sularında boğulmadan, ebediyet sahillerine güven içinde ulaşmayı nasip eyle.”

Bu makbul duaya amin diyor, nasıl bir ilim aşığını ve dava adamını ahirete uğurladığımızı tarif etmek için son bir anekdot daha aktarmak istiyorum:

Vefatından bir gün sonra evini ve kaldığı odasını ziyaret etmek nasip oldu. Evin içine girince bir ilim aşığı, bir âlim nasıl olurmuş ibretle müşahade ettim. Evin yerleri hatta merdivenleri kitaplarla kaplı, duvarlar bile yazılarla doluydu. Yani okumuş, yazmış, anlatmış anlatmış… Bir ömür böyle dolu dolu geçmiş.

Rabbim bizlere de böyle dolu dolu iman davasıyla geçecek bir ömür nasip eylesin.

Allah (cc) bu kahraman ağabeyimizin mekanını cennet makamını âli eylesin. Kur’an’ı kabrinde dost ve yoldaş, ömrü boyunca davasına sarıldığı Resulullah (sav) ashabı ve Üstadı ile komşu eylesin.

Ardından onun davasına sahip çıkacak on binler Hüseyinler, Selimler ve saireler göndersin. Amin, amin, amin. Ruhu için el-Fatiha...