TR EN

Dil Seçin

Ara

Bizler Gurbette Kaldık

Bizler Gurbette Kaldık

Sakarya’nın Hüseyin abisi, Türkiye’nin Selim abisi…

Bir cenaze sonrasında şöyle bir söz söylemiştin: “Bir cenaze defnedildi, o mezarda kaldı, bizler de evlerimize döndük. Ne garip değil mi? Aslında o evine döndü, biz gurbette kaldık.” Evet sen özlem duyduğun o evine döndün, bizler gurbette kaldık…

27 Ocak 2007 tarihinde babamın dükkânında karşılaşmıştık ilk.

O zaman on yaşındaydım, Okul Öyküleri adlı kitabını hediye etmiştin bana.

Devamında da on yıllık abi kardeşlik böyle başlamıştı.    

Hiçbir zaman bir baba, bir anne şefkatini esirgememiştin. 

İki dedem de ben doğmadan vefat etmişti, Allah razı olsun sen onları bana aratmadın…

Çok özleyeceğim seni…

Çok özleyeceğim “Canım kardeşim Uğurkan” diye başlayan uzun mesajlarını. 

Çok özleyeceğim ekmek bile yerken bize bölmeden yiyemeyişini.

Çok özleyeceğim konuşurkenki o heyacanını.

Sen bizlere bu dünyada iki büyük miras bıraktın: Dergideki hizmetleri ve oradaki çıkarsız, menfaatsiz olan dostlukları...

Soğuk bir kış sabahında sabah namazı sonrasında bir mendil üzerine bir mısra şiir yazmıştın.

“Öyle bir soğuk varki Rabbim, adını andıkça ısınıyor içim…” Yıllar geçse de bu mısrayı hiç unutmadım, unutmayacağım… 

Rabbime şükürler olsun ki bizi son nefesine kadar ayırmadı, inanıyorum ki sen özlem duyduğun yere gittin.

Rabbim seni Peygamber Efendimize (aleyhissalatü vesselam) ve sevdiklerine komşu eylesin.

Gözlerimizin yaşlı olmasının nedeni, seni dünya gözü ile bir daha göremeyecek olmamızdan…

Şükürler olsun ki nerede olduğuna inancım tam.

“Duamız olmasa neyimiz var ki” derdin, bizlerden dularını hiç esirgemezdin.

Şimdi dua sırası bizlerde…

Ramazan ayında TRT programı için çıktığımız yolda bir sebepten dolayı kırılmıştın bana. 

O kadar şefkatliydin ki ardından kendin de üzülmüş iftarda bana ellerinle tatlı yedirmiştin…

Son zamanlarda belki de her gün dillendiriyordun, “Ahmet Zafer ile senin umre arkadaşı olmanı istiyorum.” diye… “Önümüzdeki Ocak ayında birlikte üçümüz gidelim.” diyordun. 

Sen bize katılamayacaksın ama inşallah biz Ahmet Zafer ile umre arkadaşı olacağız…

Kalp gözü çok açık bir insandın, sanırım bu kalbinin temizliğinden kaynaklanıyordu…

Bir sabah İstanbul’a gidecektin, gitmeden bizim dükkâna uğrayıp benim okuduğum esnada gazeteyi benden alıp gitmiştin.

Kendimin bile zor duyacağı kısık bir ses ile “Gazeteyi de kaptırdık.” diye mırıldanmıştım.

Sen tekrardan kapıdan içeri girip “Arkamdan kim konuştu?” diye tebessüm ederek sormuştun… 

Pazartesi akşamıydı, Suat abi senin denize gitmek istediğini söylemiş beni de davet etmişti.

Ben de sabah İstabul’a gideceğimi söylemiş, nazikçe gelemeyeceğimi ifade etmiştim.

Canım İstanbul’a gitmek istemiyordu ama bir kere söz vermiştim arkadaşlara.

Sabah erken kalkıp yola çıkacaktım, kalkacağımdan o kadar emin olmuşum ki saati bile kurmamışım.

Kalkamadım o sabah, gidemedim İstanbul’a.

Öğleye doğru Ahmet Zafer aradı, gelmemi istediğini belirtince kıramadım onu.

İyi ki de gelmişim, son anlarında beraber olmak, son namazında birlikte cemaat yapmak, son yemeğinde aynı sofrada bulunmayı seni tanıyan kim istemezdi ki…

Gözbebeğin olan Zafer Dergisi’nin Eylül ayı sayısında ‘Deniz ve biz’ diye bir yazı yaşmıştın, “Ecel geldi mi bir yudum suda da bulur seni, denizin içinde de…” 

O gün orada yaşananları anlatmıştın adeta…  

Vefatının ardından yüzünde öyle bir tebessüm vardı ki sanki meleklerin kollarındaydın…

Canım abicim son anlarında bile etrafa gülücük saçan güzel yüzünü hiç unutmayacağım.

Alışmaya çalışacağız ama asla unutmayacağız…

Cennette buluşmak duası ile...