Toprak yemeye alışmış olan bir adam bir aktara gidip şeker almak istedi. Aktar hilekâr bir adamdı. Terazisinde dirhem yerine kil vardı.
Dükkân sahibi, müşterinin toprak yemeye alışkın olduğunu anladı ve dedi ki:
“Benim terazimin dirhemi topraktır. Bekle de dirhem bulayım.”
Aceleci adam:
“İşim çok acil. Hemen şeker almalıyım. Dirhemin varsın toprak olsun, zararı yok.” dedi. Kendi kendine de: “Daha iyi ya, toprak yemeye alışan kişi için toprak, altından da iyi.” diye düşündü.
Bu arada aktar terazisinin dirhem kefesine toprak parçasını koydu, diğer kefeye koymak için de şeker kırmaya başladı. Aktarın yüzü öbür yana dönüktü. Toprak yemeye alışmış olan adam aktara göstermeden terazideki topraktan yemeye başladı. Aktar ansızın dönüp kendisini yakalar diye de korkuyordu. Aktar durumu fark etti. Fakat görmemiş gibi yaparak işini uzattı. Bir yandan da şöyle diyordu:
“Ey yüzü sararmış adam… Durma, kilden biraz daha çal bakalım. Toprağımı çalmakla bana zarar vermiyorsun. Ben daha çok kil yemeni isterim. Sen kilden yedikçe alacağın şeker azalıyor. Kefede alacağın şekeri görünce, nasıl aldandığını görürsün…”
…
Hz. Mevlânâ’nın (ks.) anlattığı bu öyküden dünya ve ahiret hayatları hakkında bir ders çıkarabiliriz:
Bu dünya hayatı, ahiret hayatını kazanmak için verilmiştir. Asıl hayat ahiret hayatıdır; fakat insan bu hayata alışan insan bu gerçeği anlamakta zorlanır. Dünya hileci bir aktar; dünya hayatı toprak; ahiret ise şeker gibidir. İnsan bilmez ki, dünyaya ne kadar dalar ve aldanırsa, ahiret hesabına o kadar zarar etmektedir.