TR EN

Dil Seçin

Ara

Mutluluğu Doğru Yerde Aramalı

Çok eski bir hikaye vardır. Eski kadim zamanlarda surlarla çevrili bir şehre sur kapısından geçilerek girilirmiş. İki bilge adam surların dibinde oturuyorlarmış. Yolcular gelmiş ve “Biz kendi memleketimizi terk ettik ve yerleşecek bir yer arıyoruz” demişler. Sorular sormuşlar. “Yerleşmek için burası uygun mudur? Buranın insanları nasıldır?..”

Çok eski bir hikaye vardır. Eski kadim zamanlarda surlarla çevrili bir şehre sur kapısından geçilerek girilirmiş. İki bilge adam surların dibinde oturuyorlarmış. Yolcular gelmiş ve “Biz kendi memleketimizi terk ettik ve yerleşecek bir yer arıyoruz” demişler. Sorular sormuşlar. “Yerleşmek için burası uygun mudur? Buranın insanları nasıldır?..” Bilge adamlar da yolculara sormuşlar. “Sizin geldiğiniz yer nasıldır?” Yolcular, “Bizim geldiğimiz yer şöyle kötü, böyle kötü... İnsanları şöyle berbat…” diye geldikleri yeri kötülemişler. Bilge adamlar da “varın gidin” demişler. Burası da öyle insanlarla dolu. Gel zaman git zaman başka bir yolcu grubu gelmiş. Aynı soruları onlara sordukları zaman onlar demişler ki: “Bizim geldiğimiz yerin insanları çok güzeldi, çok hoştu. Şöyle iyi niyetli, böyle hoş sohbet ve böyle bilgili insanlardı. Ama biz şu şu sebeplerden dolayı oradan ayrıldık” demişler. Bu sefer bilge adamlar, “Varın buyurun, girin şehrimize. Bu şehir de öyle insanlardan oluşur” demişler.

 

Hayata bakış açımız çok önemli

Hayata bakma ve olayları görme biçimimiz, nasıl bir çevrede yaşayacağımızı ve çevremizdeki insanlarla nasıl iletişim kuracağımızı da belirliyor. Bu nedenle hayata bakış açımıza çok dikkat etmemiz lâzım.

Öncelikle muhteşem bir insan olamayacağımızı kabul edeceğiz. Başkalarının hatalarını aramayacağız. Türkiye’de en yaygın şeylerden bir tanesi ‘haset’ kültürüdür. Maalesef biz başkasının hatasını bularak mutlu olan bir insan türüyüz. Buna dikkat etmemiz lazım. Başkalarının mutsuzluğu benim mutluluğum anlamına gelmez. Aynı gemideyiz, aynı ortamdayız. Birbirimizin mutluluğu için çabalarsak ikimizin birden mutlu olma ihtimali çok daha fazladır. Dolayısıyla insanlar, içinde bulunduğu ortamda hangi duygu varsa onu içlerine çekerler. Ortada bir kıskançlık, bir haset, bir kötülük varsa onu sünger gibi emeriz. Ortada iyilik, güzellik varsa onları da sünger gibi içimize emeriz.

Mutluluk hedeflerimiz bizim hedeflerimiz mi? Yoksa bize dayatılan hedefler mi? Bunu da sormak lâzım. Ben kendi hayatımı mı yaşıyorum? Yoksa bana dayatılmış olan, öyle yaşamakla iyi olacağını zannettiğim bir hayatı mı yaşıyorum? Bu her insanın kendine sorması gereken yakıcı bir sorudur.

 

Geçmiş, gelecek ve biz

Kişi sebebini bilmediği bir boşluk, bir anlamsızlık hissi taşıyorsa, hayattan zevk alamıyorsa, duygusal olarak yalıtılmış ve yalnız olduğunu düşünüyorsa, yalnızlık artık hayatının önemli bir kısmını işgal ediyorsa, kronik mutsuzluktan bahsedebiliriz. Çağımızda özellikle Batı toplumlarında bu halin çok yaygınlaştığını, sıkıntı duygusunun en yaygın duygu olduğunu çeşitli araştırmacılar bildiriyorlar.

Hani çok klişe ama doğru bir söz vardır: “Depresif insanlar geçmişin baskısı altında yaşarlar.” Depresif insanlar hep geçmişin hatalarını kafalarında tartarlar. Geçmişte neler olduğunu düşünürler; “Ben şu hatayı yaptım. Suçluyum ya da günahkârım…” Diğer yandan, kaygı ve endişe hastaları da hep geleceğin baskısını hissederler; “Ya gelecekte deprem olursa, ya gelecekte işimi kaybedersem, ya gelecekte sevdiklerimden birini kaybedersem…”

Doğru olan nedir? Bu günü ve anı yaşamaktır. Çoğu zaman anı yaşamaktan, bugünü yaşamaktan uzak dururuz. Ya geçmiş yakamızı bırakmaz, ya gelecek. Ama bugün var. Şu anda ben buradayım. Çinlilerin deyimiyle “Hayat uzun bir şimdiden ibarettir.” Bu uzun şimdiyi ben nasıl değerlendiriyorum? Bu anı taçlandıracak ne yapıyorum? Bizim kendi geleneğimize baktığımız zaman sufiler kendilerine ‘vaktin oğlu’ demişler. Zamanın oğlu; çok güzel bir betimleme. İşte anı yakalamak derken, anda olmak derken bunlar kastediliyor.

 

Teknoloji yalnızlaştırıyor

Bir de modern çağdaki teknik alet edevat, var oluşumuza parazit yapıyor. İnsanları aynı masada görüyorsunuz, ancak herkes cep telefonlarıyla meşgul ve herkes bambaşka âlemlerde geziniyor. Birbirlerinin yüzlerine bile bakmıyorlar. Ailelerde aynı iletişim bozukluğu hat safhada; insanlar evin içinde birbirine yabancı gibi yaşıyor. Herkes kendi elektronik alet edevatıyla meşgul, fakat birbirleriyle konuşmuyorlar.

Elimizde çok enteresan bir istatistik var. Amerika ve İngiltere’de yapılmış bir çalışmaya göre 30 sene içerisinde insanların çocuklarının gözlerine bakarak konuşma oranları yarı yarıya azalmış. Önceden, yarım saatse şimdi on beş dakika olmuş. Bir düşünün bakalım, evde çocuklarınızın direkt gözünün içine bakarak konuştuğunuz süre ne kadar? 15 dakika diyenleri tebrik ediyorum. Çünkü çoğu zaman olmuyor bile. Çoğu zaman yandan yandan konuşuyoruz ve  hiç göz teması kurmuyoruz. Bunlar hayat ile ilgili basit ama önemli gerçekler.

 

Mutluluk için üç şey

Geçmişteki mutlu deneyimlerimizi hatırlayabilmek, onları içimizde tutabilmek de bizi mutluluğa götüren faktörlerden bir tanesidir.

Gülebilmek. Gülmek başlı başına insanı uyaran ve mutluluğa götüren bir eylemdir. Sadece kendinizi zorlayarak bile gülseniz---bunu yapmayın tabi---ancak onun bile size artısı olabiliyor. Bunu bir terapi yöntemi olarak kullanan insanlar var.

Endişeli, sıkıntılı duygu ve düşünceler yoğunlaştığında, olumsuz beklentiler arttığında, yalnızlık arttığında, kronik mutsuzluk baş gösteriyor.

Bizde halen komşuya yardım vardır, duygusal seferberlikler vardır. Kendimizin bu olumlu taraflarımızı harekete geçirmeyi de bilmeliyiz. Dolayısıyla bizler toplum halinde yaşayan bir milletiz. Bu özelliğimizi kaybetmememiz gerek. Mahalle kültürünü, komşuluk ahlâkını, hukukunu kaybetmememiz lâzım.

İnsanın mutluluğu için üç şeyden bahsedilir: “hayattan haz alabilmek,” “sevebilmek,” “bir işe enerji harcayabilmek.” Bütün bunların insan mutluluğu için önemli olduğu söyleniyor, ama yeter şart mı? Hayır değil.

Bizim belki bilmemiz gereken şey; iyi olabilmek için, iyi hissedebilmek için mutluluk hissinin bize her zaman yeterli olmayacağıdır. Bir de huzur diye bir şey var, iç huzuru. Mutlu olmanın dışında o iç huzuru ve o iç dengeyi de sağlayabilmemiz önemli. O da sadece ve sadece mutluluk peşinde koşmakla ya da nahoş duygulardan azade olmakla olmuyor. Bunun için de daha derin şeyler lazım.