TR EN

Dil Seçin

Ara

İnsanın Mutluluğu Kulluğundadır

İnsanın en mükemmel fiili, kendi vicdanının sesiyle riyasız olarak aşk ve muhabbetle yaptığı ibadettir. İbadetin hakikati de budur.

 

İnsanın en mükemmel fiili, kendi vicdanının sesiyle riyasız olarak aşk ve muhabbetle yaptığı ibadettir. Zaten ibadetin hakikati de budur. Bir kulun, aşk, muhabbet ve hürmetle Hâlıkını sevip onu tâzim etmesi, cidden şerif ve nezif bir ibadettir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin ifade ettiği gibi, ubudiyetin esası olan acz ve fakr ve kusur ve naksını bilmek ve niyaz ile dergâh-ı ulûhiyete karşı secde etmektir. (Lem’alar, 136)

İnsan sonsuz âciz, fakir ve nâkıs olarak yaratılmıştır. İnsanın asıl ve en mühim vazifesi, acz, fakr ve noksanlığını görüp, Allah’a hakkıyla kul olmaktır. Kulluk vazifesini yerine getirmeyenler, gurur ve kibirle küfrân-ı nimet ederler. Âdeta dünyaya sığmazlar. Halbuki insan acz, fakr ve kusurunu bilmekle kemâle erer.

Âcizlik insanın zatî sıfatı iken, hayal ve vehimle kendini büyük görmek, en büyük bir hastalıktır. Kalp ve ruha ârız olan bu manevî hastalığın tedavisi imkânsız değilse de, pek güçtür. İnsan iyi düşünürse, bu hâlinin kulluk sıfatına tamamen zıt olduğunu anlar.

İnsanoğlu garip ve acîb bir mahlûktur. İnsanlardan ara sıra da olsa, Cenâb-ı Hakk’ın rububiyet sıfatını taklide cesaret edenler olmuştur. Firavun ve Nemrut onlardan ikisidir. Ancak bunlardan biri suda boğulurken, diğeri de bir sineğe mağlûp olup elîm akıbete uğramışlardır.

Büyüklük ve azamet, Allah-u Azimüşşan’a mahsustur. Öyleyse bir mikroba bile mağlup olan insanın ne haddi var ki, bunlara sahip olma dâvâsında bulunsun? Zillet içinde büyüklük taslamak, nefsin oyuncağı olmak demektir. Zira köle, kendisini efendisinin yerine koyamaz.

İnsanın büyüklüğü ve şerefi, Cenâb-ı Hakk’a karşı kulluğunun şuurunda olup onu hakkıyla yerine getirmektir. Zira insanın izzeti, büyüklük ve şerefi, servetinde, makamında ve şöhretinde değildir. Cenâb-ı Hakk’a karşı zilletindedir.

İşte böyle bir insan için, kulluk şerefinden daha halavetli, daha şerefli hiçbir şey tasavvur edilemez. Hatta bütün peygamberler bile nübüvvetlerinden ziyade Allah’a kul oldukları için iftihar etmişlerdir. Kulluk şerefini nübüvvetlerinden daha üstün görmüşlerdir. Onlar önce kul, sonra resuldürler. Demek ki risalet şerefi, kulluk sıfatına bina edilmiştir.

Cenâb-ı Hak risalet gibi ulvî bir mertebeye ve nice makamlara vasıl olan Peygamber Efendimiz’e (asm) hitaben: “Yâ Muhammed, seni bu kadar ulvî derecelere kavuşturmuşken, bunlardan başka seni ne ile şereflendireyim?” buyurunca, Peygamber Efendimiz (asm): “Yâ Rabbi! Beni kulluğumla, ubudiyetimle şereflendir” buyurmuştur.

İşte kulluğun önemini ortaya koyan bundan daha büyük bir hakikat olamaz. Halbuki insanlardan kimi şeref ve fazileti, şöhretin cazibesinde, kimi servetin ihtişamında, kimi de siyaset âleminde aramaktadırlar. Oysa bunlar birer gölgeden ibaret olduğundan aradıkları saadet ve mutluluğu onlarda bulmaları mümkün değildir.

İnsanın, Allah’a ubudiyeti haricinde bir şeref ve izzet araması, kulluğun kıymetinden ve öneminden uzak olduğunu gösterir. Ubudiyet, yaratılışın en son ve en mühim gayesidir.