TR EN

Dil Seçin

Ara

Mutluluğun Yolları Ve Tuzakları

Duygularımızın farkında olup onları ifade edebilmemiz çok önemlidir. Mutluluk için gerekli on iki altın kural vardır. Bu kuralların ilki aşk ve sevgiye sahip olmaktır.

 

Sevebilmek, sevgi verebilmek ve sevgi alabilmek… 

Evlilik ilişkileri, günümüz Türkiye toplumunda giderek çok problemli hale gelmeye başladı. Bunun sebebi de maalesef günlük hayatın baskısının tamamen insanların üzerine vurması ve insanların evliliklerinde artık rahatlamayı değil de kavgayı öne almasıdır. Günlük hayatın bütün baskıları ve sıkıntıları evlilik hayatında da devam ediyor. Halbuki insanın eve geldiğinde huzur duyması ve rahatlaması gerekir.

Mesela evlilik için çok temel kurallardan bir tanesi, olumlu ifadeler ve takdir hissidir. Olumlu ifadelerin çoğaldığı evlilikler, takdir hissinin olduğu evlilikler çok daha uzun ömürlü oluyor. Bir evlilikte bir olumsuz yoruma karşı beş olumlu yorum varsa çiftler arasında o evliliğin geleceğe kalma ihtimali o kadar fazladır.

İkinci kural optimizm, iyimserliktir.

Üçüncü kural cesarettir. Cesaret yolların çatallandığı noktada seçim yapabilmektir. Bir İngiliz şairin meşhur bir dizesi vardır, “Ormanda yol ikiye ayrıldı ve ben az gidilen yolu seçtim. Bütün farkı yaratan da bu oldu.” Bazen az gidilen yoldan gittiğinizde, hayatınızda çok büyük çok esaslı devrimler ya da sıçramalar olabilir.

Dördüncü kural özgürlük hissidir. Kendimizi özgür hissedebilmek altın kurallardan bir tanesidir.

Beşinci kural proaktivite, aktif olmaktır. Bu hayatta bir şeylerin peşinden koşmak, taşı taş üzerine koymak ve sorumluluk sahibi olmak anlamına gelir.

Altıncı kural bir emniyet hissine sahip olmaktır.

Yedinci kural sağlıktır. Elbette bu olmazsa olmaz bir şeydir.

Sekizinci kural maneviyattır. Bu, kendimizden daha büyük bir amacın peşinden koşabilmek anlamına gelir. Bizi aşan, bizim benliğimizi aşan bir amacın peşi sıra koşabilmektir.

Dokuzuncu kural diğerkâmlık/başkasını düşünebilmektir.

Onuncu kural bakış açısıdır. Bu alternatif bakış açılarına sahip olabilmektir.

On birinci kural mizahtır. Bu kendimizle dalga geçebilmek, kendimizle alay edebilmek, kendimizi tanrılaştırmamak ve mutlaklaştırmamak anlamındadır.

On ikinci kural hayatta bir gaye duygusuna sahip olmaktır. Viktor Frankl anlam terapisi üzerine bir terapi ekolü kurmuş Musevi bir psikiyatrdır. Kendisi Auschwitz kampından kalan az sayıda insandan birisidir. Diyor ki; “Auschwitz Kampı’ndan kim ayakta kaldı? diye sorduğumda, cevabının ‘hayatta kalmak için sebepleri olanlar’ olduğunu gördüm. Bir anlam duygusuyla ‘ben buradan çıkacağım ve şunu yapacağım’ duygusunu kuvvetli olarak içlerinde muhafaza edenler sağ çıktı.” diyor. O yüzden hayatta bazı şeyler zor olsa da ümidi diri tutmak ve gaye duygusuna sahip olmak çok önemlidir.

 

Mutluluk yolunda beş tuzak

1. Mutluluğu satın almak. Mutluluğu satın alabileceğimizi düşünüyoruz. Hayır onu satın alamayız.

2. Haz yoluyla mutluluğu bulmak. Haz yoluyla mutluluğu bulamayız.

3. Geçmişi çözümleyerek mutlu olmak; “Geçmişte her şeyi halletmiştik biz.” deyip mutluluğu bulamayız.

4. Zayıflıkları yenerek mutlu olmak; “Sadece zayıflıklarımı yendim, artık çok güçlüyüm.” diyerek mutlu olamayız.

5. Mutluluğu zorlamak. Zorlayarak mutlu olamayız.

Bu sebeple bu tuzaklardan kendimizi koruyalım.

İnsanların mutluluk getireceğini düşündüğü yanılsamalar da vardır. Vur patlasın çal oynasın bir hayat, bize mutluluk getirmez. Statü, mal mülk, parasal güvenlik ve iktidar bize her zaman mutluluk olarak dönmez.

 

Mutluluk biraz beklentilerle ilgilidir

Çıtayı çok yüksek koyarsanız mutsuzluğunuz artar. O yüzden hedefleri şişirmemek ve hayatta mütevazı hedefler belirlemek lazımdır. Mutlu insanlar, beklentilerini sınırlı tutan kanaatkâr insanlardır. Kanaat edebilen insanlar, her zaman daha mutlu insanlardır. Dolayısıyla mutlu bir aile, iyi arkadaşlar, işinden memnuniyet bu insanlar için her zaman daha önemlidir.

Kabul etmemiz gereken bir şey de var. Hayatta her zaman tam manasıyla güvende olamayız. Hepimiz incinebilir varlıklarız. Hayatta bilmediğimiz belirsizlikler vardır. Hayatın bu belirsizliğinden de bir şeyler öğrenmeyi bilmemiz lazım. Nietzsche’nin meşhur sözünde söylediği gibi “Beni öldürmeyen yumruk, beni güçlendirir.” Bazen aldığımız darbeler bize hayatla ilgili çok temel bir şeyler öğretir ve biz oradan güçlenerek çıkarız.

İnsan ıstıraplarından ibaret değildir. Bazen insanlar dert kumkuması olurlar. Dert anlatmayı çok severler. Dertlerimizle avunmayı bırakalım. Daha yapıcı, hayatın içinden olan ve taşı taşın üzerine koyduğumuz yeni bir var oluş biçimi benimseyelim.

 

Dert mıknatısı olmayalım; dert çekmeyelim

Özellikle kadınlarda çok yaygın bir şeydir bu. Nerede bir dert görseler, mıknatıs gibi hemen yapışırlar. Alırlar ve böyle dinlerler.

Ya da yine bizim kadınlarımızda çok sık duygularını ifade edememe vardır. Ben depresyondaki kadınlarda bu durumu çok sık görüyorum. Kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyorlar ve duygularını ifade etmiyorlar. Mesela birisi onu kırıyor, üzüyor ve rencide ediyor. O da o anda duygularını ifade edemiyor. İçine atıyor. İçe atılan şeyler, bir gün volkan gibi patlıyor.

Bazı insanlar acıların kadını/erkeğidir. Böyle boynu bükük pozisyonda yaşarlar hayatı. Oysa hayatta bir şeyleri değiştirmeye talip olmak, proaktif olmak lazım.

Bazı insanlar, kendini kurbanlaştırır. Benim hakkımdı, derler. Doğuştan prens ya da prenses olarak doğmuşlardır sanki. Hiç çaba göstermezler. Hayatta her şeyin kendilerinin önüne sunulmasını beklerler. Maalesef hayatta bu kadar cömertlik görülmez her zaman.

Bazen de bir sorunun sonsuza dek süreceğini zannederiz. Çok yanılırız. Mesela on sene önceki bir probleminizi şimdi düşünün. Geriye dönüp bakın. O zaman içinden çıkılmaz gibi düşündüğünüz şeyi bir gün gelir tamamen unutursunuz. Gülerek hatırladığınız bir şey haline gelir. Bunlar hep bilişsel hatalardır. Bu bilişsel hatalar insanı mutsuzluğa getirir.