TR EN

Dil Seçin

Ara

Samanyolu

Sıcak yaz gecelerinde evde kalamaz, kendimizi dışarıya atardık. Geceleri damda yatmak bu yüzden âdet olmuştu.

 

Sıcak yaz gecelerinde evde kalamaz, kendimizi dışarıya atardık. Geceleri damda yatmak bu yüzden âdet olmuştu. 

Bir temmuz gecesiydi. Ninemle birlikte yatıyorduk. Beş yaşında var yoktum. Gökyüzü bulutsuzdu, yıldız yağıyordu âdeta. Samanyolu ışıl ışıl görünüyordu.

“Nineciğim, bu nedir?” dedim.

“Samanyolu” dedi.

“Niye Samanyolu demişler?”

“Şu görünenler saman da ondan.”

“Saman nasıl dökülmüş ta oralara?”

“Fatma Anamız eteğine saman doldurmuş giderken, bir kısmı dökülmüş.”

“Fatma Anamız kim?”

“Peygamber Efendimizin kızı. Hazreti Ali Efendimizin hanımı. Bir de, Hasan ve Hüseyin Efendilerimizin anası.”

“Biz ona niye ana diyoruz, nine?”

“Hürmetimizden evladım.”

Sohbetimiz bu minval üzere sürer giderdi. Her fırsatta nineme sorular sorardım. Hiçbir sorumu cevapsız bırakmazdı. Büyük bir sabırla konuşurdu benimle.

Annemin işi başından aşkın olurdu. Bu yüzden dedemle ninem ilgilenirlerdi benimle. Mutlu günlerimdi o zamanlar.

Sonra okula gittim, sınıfta dersler dinledim.

Hayret, öğretmenin anlattığı Samanyolu nineminkine hiç benzemiyordu. Ne saman vardı ortada ne de Fatma Anamız! Şaştım bu işe, yadırgadım.

Görünenler yıldızmış meğer. Her biri dünyamızdan daha büyükmüş.

Bu konuda bir sürü şey anlattılar bana. Fakat ben yine de ninemin Samanyolu’nu hep daha çok sevdim.

Tamam, ninem gök ilmini bilmiyordu. Fakat bilim adamlarının açıklamaları da beni tatmin etmiyordu.

Bir boşluk vardı ortada, kocaman bir boşluk. Nineminki bedensiz ruhtu, öğretmeniminki ruhsuz beden.

Peki ya Fatma Anamız ne olacaktı?

Bir orta yol olmalıydı. Sormayı, sorgulamayı sürdürdüm. Derken, sora araya nuru buldum. Sırlar serildi önüme, ukdeler çözüldü.

Her yıldız bir saraydı, orada melekler vardı. Bu melekler Allah’ı zikrediyor ve bizi gözetliyorlardı.

Direksiz duruyordu bu yıldızlar. Sürekli hareket ediyor ama asla çarpışmıyorlardı. Bu devasa cisimlerin yakıtları hiç tükenmiyordu.

Kim yapmış da tespih taneleri gibi gökyüzüne dizmişti onları?

Âlem şehrini aydınlatan bu semavi lambaları yapan, yaratan ve yandıran kimdi?

Üstelik sınırsız ilim, irade ve kudret sahibi biri olmalıydı bu usta. Bu niteliklere sahip olmayan yapamaz, yaratamazdı.

“Allah!” diyordu, nur. Aklım bunu tereddütsüz kabul etti, kalbim iştiyakla onayladı, ruhum yıldızları yaratan o sınırsız kudrete karşı muhabbetle doldu.

Derken, seneler akıp gitti seller gibi.

Bazı geceler başımı kaldırır, gökyüzüne bakar, meleklerle göz göze gelirim.

Ninemi ve Fatma Anamızı hatırlarım. Onlar da oralarda bir yerlerde olmalılar, diye düşünürüm. Ruhlarına fatihalar gönderirim sevgimi dillendirmek üzere.