TR EN

Dil Seçin

Ara

Aileyi Unutmadan

Peygamber aleyhissalâtu vesselamın sünnetine muhatap olurken akıldan çıkarılmaması gereken en önemli derslerden biri, onun sünnetinin hakikatin renklerinden bir rengi değil, bütün renkleri içerir şekilde hakikatin ışığını bize taşıdığıdır.

 

Peygamber aleyhissalâtu vesselamın sünnetine muhatap olurken akıldan çıkarılmaması gereken en önemli derslerden biri, onun sünnetinin hakikatin renklerinden bir rengi değil, bütün renkleri içerir şekilde hakikatin ışığını bize taşıdığıdır.

Sünnete böylesi bir bakış, bizi ömür boyu sürecek geniş ve derin bir keşif yolculuğuna çıkardığı gibi, her adımda sünnetin rehberliğiyle dengemizi korumamızı da mümkün kılar.

Sünnete böyle bakılmadığında ise, Kur’ân’ın veya sünnetin övdüğü bir hasleti kuşanma çabası içerisinde olsak dahi, o hasletle ilgili olarak Kur’ân’da ve sünnette varolan dengenin uzağına düşebiliriz.

Bunun bir örneğini infakla, diğerini ibadetle ilgili olarak yaşar insan. Hem infak, hem ibadet için, merkez-muhit dengesini ve ‘merkezden muhite’ ölçüsünü koyar kudsî nebî. Ama sünnete yönelik seçmeci, eklektik bir tavır içinde, merkeze odaklanıp muhiti ihmal edenlere de, muhite odaklanıp merkezi gözardı edenlere de rastlanır ne yazık ki.

Meselâ infak sözkonusu olduğunda, niceleri bunu bakmakla yükümlü olduklarını dışarıda bırakarak anlar. Kur’ân’ın defaatle övdüğü bir mü’minâne haslet olarak infak, kişinin anne babası, eşi ve çocuklarından başkası için harcadığıdır sanki. O yüzden, infak edenlerden olabilmek için ailesini, çoluk çocuğunu, yakın akrabasını ihmal edenler; infakın adresini sadece uzaklarda görenler vardır. Böyle bir ihmalin faturası ise, bizim dinin ‘infak’ emrine uyma çabamızdan dolayı ihmale uğradığı, mağdur ve mahrum olduğu düşüncesiyle çoluk çocuğumuzu, yakın çevremizi dinin emirlerine dair olumsuz düşünce ve tavırlara yöneltme gibi bir riski vardır oysa. Halbuki, Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, ailenin ihmal edildiği bir ‘infak’a bizi çağırıyor değildir. Zenginin cömertliğini de, fakirin cömertliğini de öven Resûlullah aleyhissalâtu vesselamın zengini de, fakiri de infak hasletiyle yâd ettiği hadislerin aynı cümleyle son buluyor olması ne kadar da manidardır: “Bakımıyla mükellef olduklarından başla.”1

Ebu Hureyre radıyallahu anhın rivayet ettiği bir hadis, infakta merkezden muhite, yakından uzağa kurulacak dengeyi net bir şekilde şöyle gösterir:

“Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm bir gün sadaka (nafaka) vermeyi emretmişti. Bir adam:

‘Yâ Rasûlallah!’ dedi, ‘Yanımda bir dinarım var.’

‘Onu kendine tasadduk et (kendi geçimin için harca)!’ buyurdu.

Adam:

‘Yanımda bir dinar daha var(sa)?’ dedi.

‘Onu da çocuklarına tasadduk et’ buyurdu.

Adam tekrar:

‘Bir başka dinarım daha var(sa)?’ deyince:

‘Onu da zevcene tasadduk et’ diye emretti.

Adam bu sefer:

‘Başka bir dinarım daha var(sa)?’ dedi.

Resûlullah:

‘Onu da hizmetçine tasadduk et!’ deyince, adam tekrar atıldı:

‘Bir başka dinarım daha var(sa)?’

‘Onun nereye verileceğini sen daha iyi bilirsin’ cevabını verdi.”2

Yine aynı hikmetle, varını yoğunu Allah yolunda harcamak isteyenlerden sadece belli bir miktarı kabul etmiş; onları kalan kısmı aileleri için ayırmaya yöneltmiştir. Bunun tek istisnası, hicret arkadaşı Hz. Ebu Bekir’dir. Sa’d b. Ebi Vakkas gibi aşere-i mübeşşereden bir sahabi bile malının büyük kısmını vakfetmek istediğinde, bu konuda genel ilkeyi belirler şekilde, Sa’d’ın rivayetiyle, aralarında şöyle bir konuşma geçmiştir:

“Resulullah aleyhissalâtu vesselam Veda haccı senesinde, bende şiddet peyda eden bir ağrı sebebiyle yatmakta olduğum hastalığım için bana geçmiş olsun ziyaretine geldi.

‘Yâ Rasûlallah!’ dedim. ‘Gördüğünüz gibi ağrım çok şiddetlendi. Ben mal mülk sahibi bir kimseyim. Bana vâris olacak tek kızımdan başka kimsem yok. Malımın üçte ikisini tasadduk etmek istiyorum!’ dedim.

Hemen:

‘Hayır, olmaz!’ buyurdu.

‘Yarısı?’ dedim. Yine:

‘Olmaz!’ buyurdu.

‘Üçte biri?’ dedim.

‘Üçte birini mi? Üçte bir de çok. Senin vârislerini zenginler olarak bırakman, halka ihtiyaçlarını açan fakirler olarak bırakmandan daha hayırlıdır. Sen azîz ve celîl olan Allah’ın rızasını arayarak her ne harcarsan—hatta bu, hanımının ağzına koyduğun bir lokma bile olsa—mutlaka onun sebebiyle mükâfatlanacaksın’ buyurdu.”3

Medineli sahabi Ebu Lübâbe’ye dair başka bir hadis, çoluk çocuğu dışındaki insanlara tasadduk ve infakta üçte biri üst sınır olarak belirlemektedir.4

Benzer bir denge dersi, ibadetler, en başta bütün ibadetlerin şahı olarak namaz için de geçerlidir. Peygamber aleyhissalâtu vesselamın mü’minleri topluluk olarak birarada olmaya çağıran nice hadisi vardır. Birarada oldukları takdirde, hem düşüncelerini, gayretlerini, himmetlerini birbirine aktarabilme; hem nefislerine karşı beraberce bir murakabe zemini oluşturabilme imkânı vardır çünkü. Mü’minlerin beraberliğinde varolan bu özellikler, deyim yerindeyse kıldıkları namazın ‘kalitesine’ de etki ediyor olmalı ki, hadisler tek başına kılınan namaz ile cemaatle kılınan namaz arasında 27 kat sevap farkı olduğunu bildirmektedir. Kişi tek başına kıldığı bir farz namazdan dolayı 10 sevap alıyorsa, cemaatle kıldığı bir farz namazdan sonra aldığı sevap 270’tir.

Ama bu sevaba sürekli nâil olma arzusu mü’minleri evleriyle ilgili sorumluluktan; evlerinde çocuklarına karşı mü’minâne bir hayata dair gereğince örneklik etmekten de alıkoyabilir. Bütün namazlarını camide kılan bir babanın çocukları, evde namaza dair yeterince şahitlikle kuşanmayabilir. Yahut, babalarının camide namaz için kendilerini ihmal ettiği gibi bir duyguya da kapılabilir. Ki çocuklarının annesi olarak eşi de, benzer bir duygusal gerilim yaşayabilir.

Bütün bu problem ve gerilim ihtimallerini ise, mü’minleri bir arada yaşamaya ve beraberce ibadete çağıran Resûlullah aleyhissalâtu vesselam başka bir hadisiyle bertaraf etmekte; ev ile mescid, içerisi ile dışarısı arasında yine bir dengeye bizi davet etmektedir. Bir hadisinde, “Evlerinizi kabirlere çevirmeyin” buyurur ve evde de Kur’ân okuyor olmaya bizi çağırır kudsî nebî.5 Bir diğer hadisinde ise, bize şunu emretmektedir: “Sizden biri mescidde namazı bitirdi mi, namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Cenab-ı Hakk, namazlarından evine de hayır yaratacaktır.”6

İnfaka ve namaza dair bu iki nebevî ölçü içe kapanıp evden öte vazifelerini unutan mü’minlere de, evden öteye yönelip evi unutan mü’minlere de, ifrat ve tefrit uçlarında savrulmadan yürüyeceğimiz hikmet ve denge yüklü orta yolu nasıl da gösteriyor…

 

 

Kaynaklar:

1. Ebu Dâvud, Zekât 40’ta cömert fakirle ilgili olarak geçen bu ölçü, Buhârî, Zekât 18; Nafakat 2; Ebu Dâvud, Zekât 39; Nesâi, Zekât, 53’ta ise cömert zengin için zikredilmektedir.

2. Ebu Dâvud, Zekât 45.

3. Buhârî, Cenâiz 37, Vesâya 2, 3, Fezâilu’l-Ashâb 49, Megâzî 77, Nafakât 1, Ferâiz 6; Müslim, Vesâya 5; Ebu Dâvud, Vesâya 2; Nesâî, Vesâya 3. O tarihte tek bir kızı olan Hz. Sa’d’ın daha sonra birçok oğlu olduğunu; oğullarından biri olan Ömer b. Sa’d’ın hayatta iken babasından aldığı o kadar derse ve uyarıya rağmen babasının vefatından sonra mal ve makam hırsı ile maalesef Kerbela hadisesinde dahli olanlar arasında yer aldığını bilvesile belirtmiş olalım.

4. Bkz. İmam Mâlik, Muvatta, Nüzûr 16.

5. Müslim, Müsâfirîn 212; Tirmizî, Sevabu’l-Kur’ân 2.

6. Müslim, Müsâfirîn 210.