İklim değişikliği denince akla ilk gelenler kuraklık, seller, sıcak hava dalgaları, orman yangınları, buzullarda erime, mevsimlerde kaymalar, aşırı sıcak veya soğuklar oluyor genellikle. İklim değişikliğine bağlı olarak gelişen bu ve benzeri olaylar veya afetler hemen her gün ülke ve dünya gündeminde yer alıyor. Tabiattaki dengenin bozulması nedeniyle çok farklı doğa olayları birbiri peşi sıra biz insanoğlunun hayatını etkiliyor. Uzun süren yağışsızlık, barajlarda su seviyelerindeki azalma, şehirlerde yaşanacak su sıkıntısı, tarım arazilerindeki verim kaybı, bunun gıda fiyatlarına yansıması gibi zincirleme olaylar gündemi meşgul ederken, aniden bastıran aşırı yağışlar sonrasında nehirlerin taşması nedeniyle tarım arazilerinin su altında kaldığını, şehirlerde caddelerin göle döndüğünü, trafiğin alt üst olduğunu, evlerini su basan insanların çaresizliğini konuşur buluyoruz kendimizi.
Bu gibi manzaralar kendi konforu için doğaya hakim olmayı amaç edinen insanoğlunun sınır tanımazlığı ve aslında kendisinin de bir parçası olduğu varlık âlemi ile ilgili hukuka riayet etmemesinin bir tezahürü belki de.
…
Sanayi devrimi, üretimin artması, modern hayatın enerji ihtiyacı doğal kaynakların özellikle fosil yakıtların aşırı kullanımı, sera gazlarının atmosfere salınımında artış ve küresel ısınmanın hızlanmasının yanı sıra şehirleşme, doğal tarım alanlarının yerleşim veya sanayi alanı olarak kullanılmak üzere heba edilmesi gibi bir dizi etken iklim değişikliğinin sebepleri arasında sayılmakta.
Su, hava, toprak, gıda, yerleşim alanlarını etkileyen iklim değişikliği nedeniyle pek çok canlının doğal yaşam alanları da yok oluyor maalesef. Mesela, orman yangınları orman sakinleri ve ormana bağlı hayat sürenler için yuvasız kalmak demek. Denizlerdeki su sıcaklığının artması da küçük büyük binlerce çeşit deniz canlısı için beslenme zincirinin bozulması ve tür çeşitliliğinin azalması anlamına geliyor. İlginçtir iklim değişikliği nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan türler arasında insan da zikrediliyor.
Uluslararası Af Örgütü raporlarında, iklim değişikliği nedeniyle ağırlaşan şartların özellikle dünyanın dezavantajlı bölgelerinde yaşayanlar açısından geniş çaplı felaketler getireceği ifade ediliyor. Doğal felaketler sırasında ciddi can kayıpları yaşandığı malum. Bir de felaket sonrası ortaya çıkan ağır tablonun iyileştirilmesi gibi bir zor bir süreç söz konusu. Maddi hasar tespitinin yapılıp telafi edilmesi, alt yapı çalışmaları, yaraların sarılması, güvenlik ve sosyal hayata dönüşün sağlanması gibi alanlarda çözüm üretmek gerekiyor. İklim değişikliğinin tetikleyeceği doğal felaketler göz önünde bulundurularak yetkililerce tedbir alınması önemli. Ancak makro planda alınan tedbirlerin de insan teklerinin bilinçlenmesi, yaşam tarzlarında ve tüketim tercihlerinde bu farkındalıkla hareket etmeleri ile daha anlamlı hale geleceği unutulmamalı. Nihayetinde Dünya hepimizin evi, huzur ve güvenlik içinde yaşamak herkesin hakkı.
…
Evet, iklim değişikliği insan kaynaklı bir sorun ve bugün insanı / insanlığı tehdit eden bir olgu olarak karşımıza çıkıyor. Çözüm yine insanda, yine insanla mümkün.
Peki, insanın gönül ikliminde ve insan teklerinden meydana gelen toplumu sarıp sarmalayan manevi iklimde olup bitenler üzerine düşünüyor muyuz? Buralarda başlayan iklim değişikliği ile dış dünyamızı tehdit eden iklim değişikliği arasında bir bağ kurulabilir mi? Rahman’ın insan fıtratıyla uyumlu ve denge üzere yarattığı bir dünyada tüm insanlığı tehdit edecek derecede bir dengesizlik ve sorun oluştuysa, akıl ve irade sahibi insanın tercihleri ile önce kendi dengesini kaybettiği ve sonra da bunun dış dünyadaki yansımalarına maruz kaldığı söylenemez mi?
Gönül ikliminde en temel değişiklik dünyevileşme rüzgarlarının daha kuvvetli eser hale gelmesi belki de. Bu nedenle dünya-ahiret dengesini gözeterek yol almak yerine bu rüzgara kapılıp sınırlı ve sorumlu bir unutmanın geri bildirimlerini alıyoruz adeta. Bize dost ve yardımcı olarak var edilen doğal unsurlar felaketimiz olarak çalıyor kapımızı. Şefkat ve merhamet menbaı olan yürekler çölleşme tehdidiyle karşı karşıya. Yaratan’a iltica, dua ve gözyaşı ile sulanmaz, kulluk bilinci ve salih amellerle bakımı yapılmazsa yürek toprağının, burada insani ve ahlaki erdemlerin bitmesini nasıl bekleyelim? Ötekileştirme, halden anlamama, merhametsizlik, öfke, şiddet, zulüm dediğiniz aslında dizginlenmeyen ve haddini bilmeyen nefsin kasırgaları değil mi içimizi ve dışımızı tarumar eden? Mümin yürekler arasına bile zemheri soğukları girmiş, başkası olmuşuz birbirimizin… Buzul çağlarına yeniden dönmek tehlikesi bundan daha mı endişe verici?
Toplumsal iklimi yaşanılır kılan sevgi, saygı, birlik, beraberlik, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma hususlarında hassasiyetlerimizi diri tutmada kendi adımıza herhangi bir çaba gösteriyor muyuz? Yoksa küresel ısınma ve iklim değişikliğinin belki de asıl müsebbiplerinin dünya kamuoyuna sunduğu kurgu aktivistlerin ve eylemlerinin sadece seyircisi miyiz?
Hayata dair bir söylemi ve iddiası olan bir medeniyetin mensuplarının var olan iklim değişikliği sorununa farklı bir pencere açması ve “insan merkezli” çözümlere dikkat çekmesi daha güzel ve doğru olmaz mı?
Evet, iklim değişikliği dünyayı ve geleceğimizi tehdit ediyor. Bunun yanı sıra insanın iç dünyası ve toplumsal hayatı kuşatan iklim değişikliğinin de insanlık için ne kadar önemli olduğu unutulmamalı. İklim değişikliği tehlikesini bertaraf etmeye çabalarken, gönül iklimi ve toplumsal iklim değişikliklerine karşı da müteyakkız olmalı vesselam.
İşte mübarek üç aylara erdik. Rahmet ve mağfiret ikliminden nasiplenmek için yine yeniden bir fırsat. Elhamdülillah.