TR EN

Dil Seçin

Ara

Sosyopsikolojik Açıdan Ramazan Bayramı

Bayram, biz müslümanlar için neş’e ve sevinç kaynağıdır. Yalnız, bu neş’e ve sevinç kaynağı durumunda olan Bayram’ın, senenin gelişigüzel günlerinde ve daha başka sayılarla değil de üç gün olarak Ramazan’ın bitimiyle yapılması ve Bayram’daki bu neş’e ve sevincimizin nereden ve nasıl geldiği, üzerinde düşünülmesi gereken hususlardandır. Zira Bayram, Ramazan’ın bitimiyle değil de başka aylardan birinde ve başka sayılarla emredilebilirdi.

Öyle ise, “Bayram niçin başka sayılarla, başka zamanlarda değil de Ramazan’ın bitmesiyle emrolunmuştur?” sorusuna cevap arayalım.

Ramazan’ın girmesiyle biz müslümanlar her zamanki ibadetlerimizden daha fazla, daha ciddi (oruç, teravih vs. gibi) birtakım mükellefiyetler, birtakım sorumluluklar altına girmiş oluruz. Başka bir ifadeyle, Ramazan’ın girmesiyle bir ay, senenin diğer aylarına nispetle yerine getirilmesi şart olan daha başka ve daha ağır vazifelerle vazifelendirilmiş oluruz. Böylece diğer aylara nispetle daha disiplinli, daha muntazam, daha sınırlanmış şartlarla bir ay geçiririz. Ramazan’ın bitmesiyle bir aya mahsus yapmakla mükellef olduğumuz ibadetler bitmiştir. Bu esnada bizler vazifelerimizi kusursuz, eksiksiz yapmaya çalışmışızdır.

Bu çabaların sonucu olarak Ramazan’ın bitmesiyle insanlarda sevinç ve neş’e gibi hallerin zuhur edeceği muhakkaktır. Böylece Ramazan’ı müteakip Ramazan ertesi olan bu günlerin Allah tarafından Bayram olarak kabul edilip bizlere bildirilmesi, bu sevinç ve neş’emizin ne kadar sevinsek hakkımız olacağının bir ifadesidir. Daha doğrusu, Allah Teâlâ, Bayram vasıtasıyla bizleri neş’elenmeye ve sevinmeye bizzat kendisi teşvik etmektedir.

Üstelik, bu teşvikle beraber, Bayram sevinci ve neş’esindeki başıboşluğun izale edilmesiyle, birlik ve beraberliği sağlama hususunda Bayramlar ayrı bir değer taşır. Hatta bu sevinç ve neş’emizdeki birlik ve beraberliğe o kadar ehemmiyet verilmiştir ki, bu günlerdeki neş’e ve sevincimizin ibadet olarak kabul edilmesiyle yetinilmeyerek, Bayram namazından sonra halkın sevincine iştirak etmeyip camide kalarak nafile ibadetle meşgul olmak makbul görülmeyip kusur sayıldığı gibi, insanın halkın sevinç ve neş’esine katılmasına mani olan oruç dahi hiç olmazsa birinci gün yasaklanmıştır.

Ramazan’da oruç, teravih vs. ile aynı işi, aynı vazifeyi yapan, yani aynı sorumluluklardan mes’ul olan kişilerin yaptıkları iş ve bu iş esnasında tâbi oldukları prensipler ve bunlardan hasıl olacak mesuliyetler, o insanları birbirlerine yakınlaştıracaktır. Yapmakla mükellef oldukları bu vazifelerini ve dolayısıyla mesuliyetlerini yüz akıyla sona erdirmenin verdiği sevinç ve neş’e de bu insanları birbirlerine bir kat daha yaklaştıracaktır.

Kısacası, aynı işi yapmak, aynı mesuliyetleri hissetmek suretiyle birbirlerine yaklaşan müslümanlar, bunları kusursuz yerine getirmekten dolayı duydukları sevinç e neş’eyle kendilerini birbirlerine daha yaklaşmış bulacaklardır. Böylece aradaki kırgınlıklar, dargınlıklar tamamen eriyip yok olacaktır. Toplumdaki birlik ve beraberlik kuvvetlenecek, böylece toplum daha güçlenecektir.

Ramazan ile Bayram’ın birbirini takip etmesinde, bizler için daha birçok ilahî işaretler vardır. Şöyle ki: Ne kadar ağır şartlar altında olursa olsun, verilen vazife ve sorumluluğu hiçbir laubalilik göstermeksizin  kendisinden istenilen vakte kadar elden geldiği nispette mükemmel yapmanın, müslümanların yüzünü güldüreceğine, müslümanlara Bayram havası yaşatacağına işaret edilmektedir.

Ayrıca, Bayram’ın, Ramazan’dan sonra gelmesi ve üç gün olarak tespit edilmesi ise, önce vazife ve sorumluluk yüklenerek iş yapılması, çalışılması ancak bu vazife ve işleri yerine getirilmesi sonunda sevinç ve neş’eye hak kazanılacağının bir ifadesidir. Nitekim, Bayram, Ramazan’ın önüne alınabilirdi. Başka bir ifadeyle, önce iş ve vazife, sonra sevinç ve neş’e. Ancak geceli gündüzlü bir aylık mesaiye karşılık, günlük vazifelerimizi aksatmaksızın en fazla üç gün istirahat edebileceğimize işaret edilmektedir. Tabii, zarurî haller müstesna. Yine, bu esas, dünyaya eğlenmeye, rahat etmeye geldiğini kabul edip “avanta hayat”, “ense yapmak” gibi tabirlerin rehber edilmesine kat’iyetle karşı çıkacaktır. İslâm’ın terakkiye mani olup, çalışmayı desteklemediğini iddia edenlerin bu esası iyi anlamaları gerekir.

Bayram, duyulan sevinç ve neş’eyi umumîleştirmek suretiyle, oruç tutmayan küçük çocukların da bu sevinç ve neş’eye iştirakini sağlamıştır. Böylece bu sevinç ve neş’e havasına onları da ortak ederek, hem onların bir toplumun malı, bir bütünün parçası olduklarını ihsas etmekte ve hem de onları fark ettirmeden yavaş yavaş ileride alacakları vazife mesuliyetine hazırlamaktadır.

Çocuklar din ile ilk defa Bayram vasıtasıyla tanışırlar. Yani dini ilk defa Bayram’ın şahsında tanırlar. Başka bir ifadeyle, ilk defa dinî havaya Bayram’daki neş’e, sevinç, hediyeler ve çeşitli eğlence ve oyunlar ile birlikte girerler. Bayram onlara güleryüz, eğlenceler, oyunlar, bol bol hediyeler getirir ve buna karşılık olarak onlardan hiçbir şey talep etmez. Bu çocuklar, dinin diğer müesseseleri (namaz, oruç vs.) ile daha sonraları karşılaşırlar. Bu münasebetle, din deyince bu çocukların akıllarına ilk defa Bayram gelir.

Böylece Bayramlarda aldıkları hediyeler, gördükleri güleryüz, anne babalarının hallerine göre giydikleri elbise ve ayakkabılar, bayram yerlerindeki oyunlar ile küçüklük çağlarının en güzel, en tatlı günlerini yaşarlar. Gece gündüz bütün günlerinin Bayram olmasını Allah Teâlâ’dan dilerler.

İnsanlar çocukluk hatıralarına kuvvetle bağlıdırlar. Bayram ve dolayısıyla İslâm bu çocukların hatıralarına karışarak, daha doğrusu onların çocukluk hatıralarının en tatlılarını, en parlaklarını teşkil ederek, onların hayatlarından, çocukluklarından bir parça halini alır. Ve bu şekilde, daima akıl ve mantığa hitap eden İslâm, bu sefer de âdeti hilafına onların temiz, saf ruhlarına ve küçücük gönüllerine böylesine tatlı hatıralarla sokulur girer. Sevindirerek, okşayarak, iltifat ederek onların küçük gönüllerini yapar.

Dolayısıyla bu gerekçelerle bizler, hem çocuklardan bir şey istemeden önce onlara bir şeyler vermeye ve hem de ister kendi çocuklarımız, ister akraba, eş-dost çocukları, isterse de fakir çocukları olsun, elbirliğiyle mümkün mertebe Bayramı en tatlı, en iyi şekilde geçirmelerine çalışmalıyız.