TR EN

Dil Seçin

Ara

Düğme / Fotoblog

Kapanmış bir düğme fabrikasının merdivenlerinde vazgeçilmiş düğmelere bakalım şimdi. Fabrika kapanmış; düğmeler boşta kalmış. Düğmeler boşta kaldığını görünce, yakalar açıkta kaldığını hayal ediyoruz. İçimiz acıyor. İlikler evlat acısı çekiyor. Düğmeler yetim kalmış gibi. İlik ve düğme bir arada olsaydı, yakalar kapanacaktı. İki yakası bir araya gelecekler var dışarıda. İki yakanın bir araya gelmesi, ölüm-kalımın mecazı olarak vuruyor bizi.

“Gözyaşları içinde/birkaç dakika aradı/kürtaj masasından kalkarken/takılıp kopan/düğmesini” derken Sunay Akın, insanın kendisine takılandan vazgeçemeyişini hatırlatır. Kendimize düğümlenmiş candan vazgeçerken, düğümlenmekten vazgeçemiyoruz. Bağlanmanın kürtajı yok; mümkün değil.

Kapanmış bir düğme fabrikasının merdivenlerinde vazgeçilmiş düğmelere bakalım şimdi. Fabrika kapanmış; düğmeler boşta kalmış. Düğmeler boşta kaldığını görünce, yakalar açıkta kaldığını hayal ediyoruz. İçimiz acıyor. İlikler evlat acısı çekiyor. Düğmeler yetim kalmış gibi. İlik ve düğme bir arada olsaydı, yakalar kapanacaktı. İki yakası bir araya gelecekler var dışarıda. İki yakanın bir araya gelmesi, ölüm-kalımın mecazı olarak vuruyor bizi.

Şair belki de bu yüzden düğmeliyor acısını: ah dilimin kıvrımında bekleyen düğümlü söz/yitirdim gömleğimin son düğmesini de/anladım işte, gözlerin bir başka nehrin suyu. (Mehmet Tombuloğlu)

Yahudi geleneğinde, sevdiklerinin cenazesinde sembolik olarak düğmelerini koparır insanlar. “Sensiz eksiğim!” demeye gelir bu. Ölüme çaredir düğme. Düğme tamamlar. Düğme bağlar. Düğme kavuşturur. Düğme diriltir. Düğmesiz ilik eksiktir; boşuna bekler. İliksiz düğme gereksizdir; yakışık almaz.

Ayrılıkların ve kavuşmaların sembolüdür düğme ve ilik. Sevdaların ve vedaların kavşağında bekler. Kavuşmalar ayrılığa akar. Ayrılıklar kavuşmaya bakar. Şöyle mesela: Gömlek yakası kapanır da açılır da. Ceket önü iliklenir de açılır da.

Düğmelerin böyle boşta kalması, çalınmış hayatları, solmuş hayalleri getiriyor hayale. Acaba kimlerin olacaktı o gömlekler o ceketler o bluzlar o yelekler o hırkalar? Belki de gömleklerin içinde uçarı bir delikanlı yürüyecekti. Kalın bir palto, kaşları çatık ama kalbi mütebessim bir babanın omuzlarında kabaracaktı. Bluz, hayallerini ilmek ilmek ören bir genç kızın pembeli görüntüsü olacaktı. Yelek, oyuncaklarını arayan, yokuşlarda koşan bir çocuğun üzerinde savrulacaktı.

Ah, düğmeler! Böyle sahipsiz böyle yakasız böyle cakasız nasıl da yetim duruyorlar. Avuçlayan yok onları. Parmakları arasında avutan yok. Kimseyi sevindiremiyorlar. Kapalı kalabilecekken sessizce açılmış olmakla, mahrem bir davetin fısıltısı olamıyorlar. Sıkı sıkıya iliklere gömülerek sessiz bir hürmetin yakasına dolanamıyorlar.

Galiba, yakası dağılmış kendimi görüyorum fotoğrafta. Önünü ilikleyememiş sen de buradasın. Gömleğini giyememiş, bluzuna sarılamamış, umutlarına tutunamamış, hayallerinin ardı sıra koşamamış kalbi kırıklar da kadrajda.

Tamam, ilk bakışta görünmüyorlar. Sadece düğmeler var fotoğrafta. İşte fotoğrafın gammazlığı burada. Renkli düğmelerin yarıda bıraktığı, yola terk ettiği, sırtını döndüğü, elini tutamadığı, kalbine dokunamadığı insanları arattırıyor gözlerimize. Merdivenler boş. Düğmeler avare. Renkler muhatapsız.

İçinde var olamadığımız her fotoğraf, şu temel gerçeği gözlerimize sokuyor: “Olmasan da olurdu aslında.” Varız işte; düğmeleri hak edecek kadar hem de. Yokluğumuzla renkleri yetim bırakacak kadar önemliyiz hem.

Küçücük birer düğmeyiz. Dünyanın yakasına iliklendiğimizden beri, düğümler atıyoruz her şeye. Bağ kuruyoruz. Seviyoruz. Bağlanıyoruz. Tutunuyoruz. Tutunanlar var bize. Geçmiş ve geleceğin iki yakasını bir araya getiriyoruz unutup hatırladıkça. Burayı, bu fani dünyayı ahiretin yakasına tutuşturuyoruz umutlanıp yakardıkça.

Elden ne gelir! İliğimize kadar düğmelenmişiz aşka…