TR EN

Dil Seçin

Ara

Cennet Kuşu Konuştu

Cennet Kuşu Konuştu

17 Ağustos 1999 Depremi Şehitlerine

17 Ağustos’tan hemen sonraki gecelerden birinde seni rüyamda gördüm. Şimdi o rüyanın üzerinden on bir yıl geçti. Bazı kareler silinse de, bazı sahneler tüm canlılığıyla hafızamda.

Beyaz giysiler içindeydin. Yeni Camii’nin musallasında yatıyordun. Bir tabut içinde upuzun.

“Ne olur ölme, ne olur ölme!” diye senin için yalvarıyordum Rabbime. Hemen kucakladım. Kaptım, götürdüm seni. Şaşkındım, ne yapacağımı bilmiyordum. Yolda Dr. Sâdık Ağabey’i gördüm. “Ne yapayım?” diye soran bakışlarla, ondan yardım istedim. “Çabuk hemen soğuk bir suya batır, çıkar.” dedi. Ben de seni bir su yalağının içine art arda daldırıp çıkardım.

Yine aynı cümleleri tekrarlıyordum: “Ne olur ölme, ne olur ölme!” diye Rabbime yalvarıyordum. Sen beyaz elbiselerinin içinde upuzun yatıyordun.

“Allah’ım, ne olur bu kızcağız yaşasın.” diyordum. “Ne olur ölmesin.”

Ve sen gözlerini açıp gülümsedin birden. Oyun oynar gibi: “Ceeeee” dedin. Ben de “Allahuekber” diyerek uyandım.

O kadar gerçekti ki gördüğüm, sen yaşıyordun, ölmemiştin. O karanlık geceyi, verdiği bu mesajla Rabbim nur eyledi. Oysa daha birkaç gün önce, cenaze namazını kılıp, seni cennete uğurlamıştık. Rabbim ölmediğini müjdeledi. Bu rüya ile bunu hissettim.

Seni öylesine sevdik ki; hep aramızda bildik. Hiç yok saymadık; çünkü şehitlerin ölmeyeceğini biliyorduk. Rabbim Kur’an’da bildirdiği için:

“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar hayatta olup, Rablerinin katında yaşarlar, rızıklanırlar. Allah’ın lütfundan ihsan ettiği nimetlere kavuşmaktan dolayı sevinç içindedirler. Arkalarından henüz kendilerine kavuşmayan müstakbel şehitlere, ‘kendilerine hiçbir korku olmayacağına ve üzüntü hissetmeyeceklerine’ dair de müjde vermek isterler.” (Âl-i İmran, 169-170)

Zelzelede ölenler, manevî birer şehit sayıldığına göre, senin gibi çocuk yaşta vefat edenlerin Kur’an’ın bu müjdesinden nasibi çok daha fazladır inşallah.

Sadece ayrılığına üzüldük, ölümüne değil. Ölüm yoktur şehitler için. Onlar öldüklerini de bilmezler. Sen de bir şehittin. Ve artık ölmeyenlerle beraberdin.

Uzun bir zaman sonra, hatıralarıyla yine dünyama misafir oldu güzel şehidim. Müjdeler, mesajlar verdi. Cennet kuşu konuştu. Hissettiklerimi paylaşayım hemen:

“Siz beni görmeseniz de, ben sizi görüyorum. Benden iki sene sonra dünyaya gelen kardeşimi de her gece alnından öpüyorum doya doya ve sevgiyle. Ne kadar da bana benziyor. Ama huylarımız farklı. Benim yaşım hep aynı. O ise devamlı büyüyor. Yaşta da, boyda da beni geçti maşallah. Artık o benim ablam oldu.

Sizi bazen ağlarken görüyorum. Ne olur, ağlamayın. Ne olur salkım söğüdüm, iki gözüm, ne olur ama, ağlamayın… İnanın, ben çok güzel ve özel bir yerdeyim. ‘Cennet’ dedikleri o müstesnâ yerdeyim. Buraya herkes gelemiyor. Çok özel misafirleriz, cennet kuşlarıyız biz.

Ne anlatsam size, nafile… Hep dünyanın ölçüleriyle, renkleriyle ve şekilleriyle algılayacaksınız. Yok, yok, öyle sandığınız gibi değil. Bildiğiniz, duyduğunuz hiçbir şeye benzemiyor burası. Hayal bile edemezsiniz. O kadar güzel ki... Ne anlatsam, anlayamazsınız, görmeden bilemezsiniz. Yok, yok burada. En güzel şeyler burada. Dünyada neyi arzu ettiysem, gerçeği burada. Her şeyin aslı, esası cennette var. Burası Allah’ın sonsuzluk ülkesi…

Er ya da geç, bir gün ayrılacaktık. Ama buraya gelebilecek miydik? Kolay değil buraya gelmek. Bazı şartları var. Erken yaşta, çocuk yaşta gelenler için çok özel yerler buraları.

Dünyada beraber olduğumuz günleri unutmuyorum. Bir gün yine beraber olacağımız günleri de sabırla bekliyorum ve arzuluyorum. İnşallah bir daha hiç ama hiç ayrılmayacağımız o günleri…

Kaybedilen bir şey yok ki… Sonsuza dek, yine beni seveceksiniz. Hep aynı yaşta olacağım. Burada öğrendim onu da. Yine seveceksiniz beni doya doya ve evlât hasretini gidereceksiniz yine inşallah.

Üzülmeyin aranızda yokum diye. Ben sizden hiç ayrılmadım ki, Rabbim izin verdikçe, ben sizi hep görüyorum. Neşeli, uyumlu gördükçe sizleri, seviniyorum.

Hiç üzüntü, keder yok burada. Burası sevinç yeri. Dünyanın kendisi bile gözümde eski bir oyuncak artık. Geçtim onları. Burada öylesine hoş, öylesine yeni eğlencelerim var ki, hangi birini anlatayım?

Yalnız değilim, pek çok arkadaşım da var. Melekler de bizimle, beraber geziyoruz. Cennetin her köşesine girip çıkıyoruz. Çok talihli çocuklarmışız biz. Öyle diyor melekler. Bizim için ölmek yokmuş artık. Zor olan, sizin bunu bilmeniz. Size bunu anlatmam çok zor.”

Güzel şehidim bir ara sustu. Sonra yine coştu. Cennet kuşu konuştu. Neden benimle? Bilmiyorum. Yine hissettiklerimi paylaşayım sizinle:

“Kabir dediğiniz ne ki? Cennete açılan bir kapı. Kabrimiz, bizim cennet bahçemiz. Bizi böyle sevdirirse, bir de Allah’ın bizi nasıl sevdiğini düşünün… Tüm sevgiler, Allah’ın sevgi ve rahmet denizinden bir damla bile değil. Burada daha iyi anlıyorum bunu. İnanın, hiçbir şeye muhtaç değilim. Çünkü her şeyden daha fazlasını buldum, her şeyin sahibi olan Rabbimi... Rabbimin özel misafiriyim. ‘Cennet’ denilen müstesnâ bir yerdeyim.

Zelzele gecesi de bir sınavmış, özel bir geceymiş. Seçilip alınanlar arasında ben de varmışım. Öyle diyor bir melek. Sakın ola ki yanlış anlamayın, korkular bitti. Rabbim bana öyle güzel şeyler gösterdi ki, gördüğüm o güzellikler karşısında şaşırdım.

O gece sivrisinek ısırması kadar bir acı duydum ya da duymadım. Hepsi bu…

Her şey güzel burada. Cennetteyim. Yok yok burada.

Ah, size bir anlatabilsem buraları… Sizin ancak rüyalarda yaşadıklarınızın gerçeklerini yaşıyorum ben burada. Nasıl arzulardınız, bir bilseniz, nasıl da gelmeye can atardınız, bir görseniz buraları… Dedim ya, burası özel bir yer. Size anlatmam çok zor.

Bilin ki, ben emin ellerdeyim. Rabbimin cennetindeyim. Şehitlerle, benim gibi nice çocuklarla beraberim. Bize sorgu sual yok. Öyle diyor bizimle olan bir melek.

Öyle diyor bizimle olan bir melek. Dünyada soğuk sıcak, yaz kış, hastalık, ayrılık, acı, keder… Neler yoktu ki, neler… Hepsi orada kaldı.

Burada sadece sevinç var. Elemsiz lezzet var. Kedersiz zevk var. Anlatılmaz ki, yaşanır ancak. Binbir güzellik var burada.

Uçuyoruz, geziyoruz. Rabbimizin sonsuz nimetlerini tadıyoruz. Bir an bile olsun, hiç ama hiç burada sıkılmıyoruz. O hâlleri ve kelimeleri bile unuttuk burada. Hepsi dünyadaymış.

Ağlamayın, ne olur… Ben emin ellerdeyim. Sizler de yanıma gelmeye çalışın. Görevlerinizi tam yapın, aksatmayın. Sizinle beraber olmak istediğimi bilin ve beni sakın unutmayın.

Güzel şehidim konuşmasını bitirirken:

“17 ve 56” dedi. Eliyle de ‘3’ işaretini yaptı.

“Şimdi neye işaret ediyor bunlar?” dedim.

“Takvime bakar mısın?” dedi. Baktım. Yine 17 Ağustos değil mi?

“Peki, 56 ne?” dedim.

“Kur’an’a bakar mısın?” dedi. Açtım, baktım. 56. sûre, Vâkıa Sûresi ve 17. âyet:

“Etraflarında hiç yaşlanmayan (ebedî yaşamaya erdirilmiş) çocuklar dolaşır.” (Vâkıa, 17)

“Bir 17 daha vardı?” dedim.

“Hani o kırmızı kaplı kitaplar vardı ya bana zaman zaman okuduğun, benim de çok sevdiğim bir bölüm vardı ya onların içinde…”

Hatırladım hemen. “Mektubat mı?” dedim.

Başını salladı.

Hemen Mektubat’ı bulup orayı açtım. Bir de ne göreyim? Sayfa 77’de, “17. Mektub, Çocuk Tâziyenâmesi.”

Gözlerim buğulandı. Güzel şehidim tatlı bir tebessüm edip:

“Gerisini ordan okursunuz inşallah.” dedi.

“Allahaısmarladık” demeden gitti. Demek ki yine gelecek. Veda etmediğine göre, uzaklara gitmedi. Bizimle çok alâkadar demek ki...

Neydi bunlar? Neydi bu hissettiklerim? Bir hayal miydi? Yoksa bir rüya mıydı? Bilemiyorum. Ama sizin gerekli dersleri alacağınıza tüm kalbimle inanıyorum.

Not: 17 Ağustos 1999 depreminde şehit olan tüm şehitlerimize rahmet dualarıyla, Fatihalarla inşallah…

 

SPOT

Kur’ân-ı Hakîm’de “vildânun muhalledun” sırrı ve meâli şudur ki:

Müminlerin kablelbülûğ vefat eden evlâtları, Cennette ebedî, sevimli, Cennete lâyık bir surette, daimî çocuk kalacaklarını; ve Cennete giden peder ve validelerinin kucaklarında ebedî medar-ı sürurları olacaklarını; ve çocuk sevmek ve evlât okşamak gibi en lâtif bir zevki, ebeveynine temine medar olacaklarını; ve herbir lezzetli şeyin Cennette bulunduğunu; “Cennet tenasül yeri olmadığından, evlât muhabbeti ve okşaması olmadığını” diyenlerin hükümleri hakikat olmadığını; hem dünyada on senelik kısa bir zamanda teellümatla karışık evlât sevmesine ve okşamasına bedel, sâfi, elemsiz, milyonlar sene ebedî evlât sevmesini ve okşamasını kazanmak, ehl-i imanın en büyük bir medar-ı saadeti olduğunu, şu âyet-i kerime, “vildânun muhalledun” cümlesiyle işaret ediyor ve müjde veriyor. (Bediüzzaman, Mektûbat)