İlk babamız, ilk annemiz:
Âdem - Havvâ… uzun destan…
Kısa olacak hissemiz,
Sabır kısa; Âhirzaman!..
Balçık’tan hâlkoldu Âdem,
Sonra Havvâ… O’na hemdem…
Şaşkındı melekler: “-Mâdem
Özü toprak; eder isyan!..”
Allah dedi: “-Meleklerim,
Geleceği bilen benim!..
İçinizde sayacak kim,
‘İsimleri’ ayân - beyân?..”
Sustular… Sıra Âdem’de,
Saydı döktü, bir kalemde!..
Halîfe oldu âlemde
Cennet ehli, hepsi hayrân!..
Meleklerde secde, hayret
İblis’teyse, haset, nefret!..
Emir: “-Ey Âdem, dikkat et,
İşte can düşmanın: “Şeytân!..”
“-Bir de, sana yasakladım,
Şu ağaca atma adım!..
Sınamak, asıl muradım
Göster sabrı, işte meydân!..”
İnsandılar… yasak câzip!..
Şeytan, bu gediği sezip,
Önce Havvâ’ya attı ip:
“-Melekleşir bunu tadan,”
“-Hem, ebedî hayat bulur,
Bir kerrecikten ne olur?..
Vallâhi sözüm doğrudur,
Billâhi yok yalan - dolan!..”…
Havvâ yeminlere kandı,
Yasak meyve’ye uzandı!..
Âdem de ona inandı,
Başlarına çöktü tavan!..
Koptu çirkin bir kahkaha!..
Düştü beşer ilk tuzağa,
Rabbin lütfundan uzağa…
Cennet artık zifir - zindan!..
Utanç, cezadan beterdi
Cezâ, utancı giderdi!..
Güç yetse, kendi giderdi,
“Kara yer,” Âdem’e vatan!..
Havvâ’da çifte pişmanlık:
Ortak, Şeytan’la bir anlık,
Eşe de etti düşmanlık!..
Saç - baş yoluk hicâbından…
Düştüler ayrı illere:
Havvâ, Cidde… yakın yere
Uzaklar yaraşır ere;
Âdem, bir adaya: Seylân!..
O artık “cennet sürgünü”
Yadırgıyor gördüğünü:
“Solan” rengi, “batan” günü?..
Bir hazîn bilmece: cihân!..
Eşi? Kimbilir nerede?..
Arıyor dağda, derede…
El - ayak yara berede,
Sîne yırtık, gözyaşı kân!..
Ya Havvâ?.. Neyler, ne eder
Nerde yâri, nasıl gider?..
Düştü yollara, derbeder
Toz - türab içinde, giryân!..
Firkat, hasret’e çekirdek
Hasret filiz, aşk’sa çiçek…
Kerem ile Aslı’ya dek
Tutuştu cân, yandı canân!..
Yıllarca koşup durdular,
Ne bir koku, ne bir iz var…
Ufuk ufuk, diyâr diyâr
Tâ Çîn-ü Mâçin… Hindistan!..
“Gerek” ama “yetmez” gayret,
Hem uğraş hem “tevekkül” et!..
Aş “sebeb”i, bul inâyet;
İlk dersi aldı, İlk İnsan!..
Âdem niyâzda: “-Ey Rabbim!..
Yardan - yuvadan garibim…
Sensin elbet tek Sâhibim,
Acımaz mı kula Sultân!..”…
“-Yazılmıştı Arş Katına,
Hayrandık Nurlu Adına
O Muhammed hürmetine
Bizi affeyle Yâ Rahmân!..”
O isim!.. Rahmet Şifresi,
Kurtuluşun “tek” çâresi!..
Bahâne O’ndan gerisi…
Köpük köpük taştı gufrân!..
Birden!.. “zaman” devşirildi,
“Son”, “önce”ye getirildi,
“Levlâke…” gülü derildi!..
Kavuşmaya çıktı Fermân!..
Artık, dağlar düzlük oldu,
Azgın ırmaklar duruldu…
İki âşık, yolu buldu!..
Dizlerine geldi dermân…
Erdi ihsân, bitti çile
Koşuştular o şevk ile
Uçsuz bucaksız bir çöle:
Arafât ki, Kutlu Mekân!..
Ve ortada, Rahmet Dağı!..
İlâhî lütfun odağı!..
Sevgililerin otağı,
Buluştular… şen - şadımân!..
İki’den şu Beşeriyet!..
Doldu dünya, doldu cennet…
Neye niyet, neye kısmet:
Şeytan, ettiğine pişman!..
İlâhi; çok eyle azı,
Kabul buyur duâmızı…
Annemizi, babamızı,
Bizi affet Yâ Müsteân!..