TR EN

Dil Seçin

Ara

Ten Ve Sen

“Konuş ki seni görebileyim.”

     — Ben Johnson

 

Biliyorum, ellerin var ve o eller senin. Onlarla tutarsın, işaretler gönderir ve selamlaşırsın. Yere bırakırsın tutarak ve kaldırırsın tuttuğunu bir bayrak gibi. Yazı yazarsın mesela, yazdığını silersin kimi zaman aynı ellerinle. Minik bir bebeğin yanaklarına dokunur, sonra saçlarında gezdirirsin ellerini. Başka ellerle buluşur ellerin, birleşir. Acıyı yakalamaya çalışırsın ellerinle! Biliyorum, ellerin var ve o eller senin!..

Parmakların var! Ayrımına varmak, dokunmak ve hissetmek için. Biliyorum o parmaklar senin. Bir piyanonun tuşlarına dokunur bazen, bazen bir gitarın tellerinde gezinir parmakların. Bazense bir miniğin ateşini yoklar, tedirginleşir. Derin bir secdeden kalkar bazı, duaya durur ve titreşir. İhtar olur kimi zaman, kimi zaman pür-şehadet kesilir. Kalem tutarsın parmaklarının ucuyla, beyninin kıvrımlarından gelen bir sesin izini sürer gibi gezinir satırlarda, harf harf.

Kolların var, biliyorum. Sanki ellerinin hizmetine amadedir onlar. Ellerinle ister ve kollarınla gerçekleştirirsin eylemlerin en şiddetlisini.

Ve ayakların var, ince, narin. Biliyorum ayaklarını hareket ettiren bacaklar da senin. Yaratılıştan narin de olsalar, bindiğin tüm bineklerin yine de en yorulmazıdır onlar. Onlarla yolları adımlarsın dileğince ve çivilenmiş gibi çakılır diretirler sen istemedikçe. Oysa, büklüm büklüm bükülür diz çökerler sen isteyince. Biliyorum, onlar yalnızca sana itaat ederler ve onlar senin...

Ve yine akciğerlerin var mesela, her ne kadar görmesen de her nefeste hissettiğin. Ve miden var, her lokmayı atıp hazmettiğin.

Ve kalbin, heyecanını asla dizginleyemediğin. Şeffaf bir ayna gibi seni ele veren.. Allah’tan, biri doğrudan dokunmadıkça bilinmeyen, çarpışlarını ve çırpınışlarını yalnızca senin bildiğin o kalp senin, biliyorum.

Biliyorum, dudakların var! Yudum yudum, hece hece açılıp kapanan. Ve ağzın var, bir dem cennet kesilip cennetten nameler sunan, bir başka an ise cehennemden bir mağara gibi yankılanan. Aslında sen ne dilersen, o odur. Dilin ise, dilemelerinin tam en ucudur. Her an bir dilek dökülür dilinden, nefesini dahi titreterek dize getiren ve dizeler döktüren söz sultanıdır o. Ve tüm sultanlar gibi, lezzetlerin en güzelleri, onun huzuruna getirilir.

Oysa biliyorum, onun dahi dizginleri senin elindedir ve o matbaada yalnızca senin kalıbında şekillenen harfler mürekkeplenir. Söz kılıcını çektiği vakit dehşet kesilen, lezzetler, izzetler ve ikramlarla mest edilen o sultan dahi senin aciz bir kölendir, biliyorum.

Sözler ki, dudaklarından dökülürken dönüştüğü şey yalnızca bir sestir. Ses ise havanın dalgalarındaki izlerden ibarettir. Sende en derin izleri bırakan da işte bu varlığı ne kadar gerçekse, vücudu bir o kadar meçhul olan şeydir. Belki de bu nedenle sana bu kadar yakındır sesler. Kulaklarınsa o seslere ne kadar hazır, ne kadar muhtaç ve müheyyadır! Sanki sana doğrudan açılan birer penceredir onlar.

Biliyor, görüyorum...

Burnunda bir bahar kokusu, bir çiçek ve gül esintisi, ya da bir ateşin tüten dumanındaki isin, zifirin tiksintisi. Kızarmakta olan bir ekmeğin buhara binmiş lezzeti, veya beklemiş bir hamurun iç geçirten kokusu. Hani, uçup giden şeylere ruh denir ya! İşte, burnun da her şeyin reyhanını, ruhunu alıp getirmede sana...

Ve gözlerin var biliyorum. Onlarla seyredersin şu âlemi, zamansız yaşar ve anı yakalar zamanda gözlerin. Tüm âlem gelir ve oraya dökülür ve zaman gelir de orada bükülür. Nihayetsiz bir evren düşer, onlarda yok olur. Sanki sana açılan kara deliklerdir onlar. Senden gelenler yine orada şekillenir. Ve o gizli hüzün, bir damla yaş olup yuvarlanır gözlerinden secde ettiğin yere. Sevincin orada ele verir kendini ve kederin orada okunur. Görünmez bir âlem orada zincirlerinden kurtulur. Sanki senden gelen ışığın iradesizce fışkırdığı yerdir gözlerin. Bu nedenle anlatmam güç gözlerini, ama biliyorum, gözler de senin...

Beynin var, görünmeyen her şeyini gören ve gözlerinde hüzün nasıl iz bırakıyorsa, ya da bir plakta sesler nasıl izlere dönüşüyorsa, senden gelen ve sana giden her şeyin iz bıraktığı, his bıraktığı, dalgalandırıp durulttuğu, bir sinema perdesi gibi her an senden gelen bir renge giriftar olan, sensiz olamayan ve senden kurtulamayan bu beyin de...

Çıkarılmış bir elbise gibi,

terkedilmiş bir ev gibi,

sensizleştiği an sessizleşen bu beden,

bu TEN de senin,

biliyorum...

Biliyorum, tüm bunlar SENİN..

olduğuna göre...

Ey pencerelerde gören ve görünen!

‘SEN’

Neredesin ve KİMSİN?..