TR EN

Dil Seçin

Ara

Saklı Tarih’ten Yorumlar

“Saklı tarih” ile hesaplaşmamıza on küsur yıl sonra tekrar başlıyoruz. Biraz ıslah oldu diye yakasını bırakmıştık; hem, az sayıda da olsa genç ve ehil tarihçilerimiz O’nun hakkından gelir tesellisiyle kalemimizi kınına koymuştuk... El Hak, bu Ferhat misal alperenlerimiz, ümidimizin fevkinde birer silahşör çıktılar. Ancak Saklı Tarih de geçen zamanı boşa harcamamış; pek çok yeni hadisenin getirdiği şüphe zakkumlarından ve iftira baldıranlarından yepyeni formüllü zehirler süzmüş!.. Onu üstümüze salmayı iş edinenlerce beslenip semirtilmiş, kobra yelesi kabartılmış, ıslığı tizleştirilmiş...

Bu hâl karşısında, sert üslûba pek alışık olmayan ihtiyar kalemimizi tekrar bilemek ve Saklı Tarih’in çatallı dilini susturarak genç zihinleri korumaya çalışmak, artık bir “farz-ı ayn” oldu...

Harp görmüş, kaşı yarık, ayağı aksak halimizle yiğitlerimizin yanına koştuk...

Her başarı, Rabbimizden!..

 

FETİH Mİ, İŞGAL Mİ?

FETİH NEDİR?

Bizim medeniyetimizin nice güzellikleri, bazı sözde medenilerce anlaşılamamış; hatta çok defa tam zıddı ile tavsife varacak göz kamaşmalarıyla, aklımız kara, şifamız zehir, nurumuz zulmet gibi tevehhüm edilmiştir. Tarih boyunca da bu böyle olagelmiştir; kötü ve çirkin hep iyi ve güzele direnmiştir. Ne var ki, ortaya çıkan iki zıt kutup, ezeli mücadele ve mücâhedenin dinamosunu teşkil etti... Hâbil ve Kâbil’den beri amansız bir tasfiye makinası çalıştı... Pamuğun çekirdekten, yağın ayrandan, altının çamurdan ayıklanıp arındırılması gibi... Rabbimize itaatten ve resullere bağlılıktan ayrılmayan bahtiyarlar ebedi kurtuluşa erdi... Çok şükür, bizler onların neslindeniz.

Böyle büyük bir nâiliyet, “dağlardan daha ağır” bir mes’uliyeti de beraberinde getirir. Evet... “Arza Halife” olanını boynuna “İ’lâ-i Kelimetullah” vazifesi yüklenir!... Bu çetin memuriyeti, bahadırca omuzlayan Şanlı Sultanlarımız, sırasıyla, nebilere, velilere, âlimlere ve san’atkârlara ittiba ve intisab etmişlerdir. Çok defa kendileri de, elbette nebiler hariç, diğer irşat ve istikamet örneklerini bizzat temsil ettiler.

Bunlardan biri olan Fatih Sultan Mehmed Han’ın yüksek vasıflarını hatırlayınız: Müceddit rütbesinde velî, İslamî ilimlerin hemen her fakültesinde en az doktora seviyesinde âlim...

Mühendisliğin balistik, metalürji, mekanik gibi dallarında mûcit... Zamanında bütün önemli dillere vâkıf... Farsça’da divan sahibi... Grekçe’de filoloji dehası... bütün güzel san’atlara aşina... siyasette emsalsiz hatip... askerlikte yirmi dört ülkenin fatihi... Ve ne de ne ve neler...

Evet... Fetih’lerin gerçekleşebilmesi için işte böyle ufuklar ötesi fatihler gereklidir! Ve kısaca fetih, kavuşulan maddi ve manevi güzelliklerin, can pahasına da olsa, cihanın her köşesine ve beşerin her ferdine yayılması ve ulaştırılması aksiyonudur. İlâhi emirdir, farzdır, mukaddestir!...

 

“-Konstantiniyye aç, gülzâr eyle!..” Fatih’e ve fatihlere verilen talimat ve gösterilen hedef hep bu oldu!..

Onlar da, cehlin, zulmün, israfın, sefahatin, ihtilafın, yoksulluğun ve çaresizliğin tozlu ve zehirli ağlarını şifalı kılıçlarının ve kalemlerinin ucuyla temizleyerek karanlık çağları aydınlığa çevirdiler;

“-Tekfurun sarayında ankebut (örümcek) perdedâr olmuş!..” diyerek...

Saklı Tarih, yüzünü dileğince buruşturabilir...

 

YA İŞGAL NE?

Sıra “işgal”e gelince kalemlerimizi bırakabiliriz; ona ihtiyaç kalmadı... Artık, boy boy gazeteler, ekran ekran televizyonlar, yol yol sokaklar, bulutlu ufuklar, yaralı vicdanlar, solgun ümitler... ve neler ve neler, bütün küremizi saran maddi ve manevi işgal halini bir acıklı roman gibi içimize ığıl ığıl akıtmada... Saklı Tarih’in şımarık alkışları ve tam-tam çığlıkları ayyuka çıkmış... Onu daha da keyiflendirmemek için “batılı tasvir” işgüzarlıklarından kaçırmak lazım...

Ancak, işgalin temel hususiyetlerini de kısaca belirtmeliyiz. Saklı Tarih’in utanmazca bir iltibas ile, bir kirli elbise gibi “fetih” mefhumu üzerine geçirivermek istediği “işgal”, dikkatli nazarların hemen tesbit edeceği; bin çeşit menfiliğin mülevves madenidir.

Evet o, mâveraî bütün endişelerden büsbütün uzak, sadece nefsî ve behîmî sâiklerle yola çıkar...

Ulvînin değil, süflînin müşterisi...

İnşa edici değil, tahripkâr... Âdil değil, zalim...

Sabırlı ve kalıcı değil, aceleci ve esip geçici... Girdiği yeri yeni bir vatan ve yerli halkı komşu ve kardeş olarak gören “fatih”e mukabil işgalci. Orasını bir sömürge toprağı, servetini yağma malı ve insanını köle yığını kabul eder... “İnsafın o yerde namı yoktur...”

Netice olarak işgal, elbette insanlık suçudur; sömürgecilik, ülkeler çapında cinayet ve hırsızlıktır; Firavun, Sezar, Neron gibi zalimlerin mesleğidir; ve onların her asırdaki takipçilerinin kanlı ve gözyaşlı yoludur... Akıbetleri ise, aynı: “Zalimler için yaşasın cehennem!”

 

İSTANBUL’UN FETHİ

“Konstantiniyye elbette fetholunacak; onu fetheden emir, ne güzel emir ve askeri ne güzel askerdir!...” mealindeki meşhur hadis-i şerifin müjdesiyle, her müslüman kumandan için “Feth-i hasret-il mülûk” olmuş büyük fetih, bildirilmiş fetih, “Feth-i Mübîn!..” Hakkında yüz binlerce sayfa yazıldı. Burada, birkaç kelime sadece şunu belirtelim ki, her büyük hadise hakkında söylenenler gibi, İstanbul’un Fethi’ne dair eserlerin de bir kısmı, aleyhte propaganda mahiyetinde olmuştur.

Bugünkü “ileri ve medenî” dünyamızda bile “İslam korkusu” ile milyonlarca insan, “Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş bir masum peygamberden (sav) ve O’nun getirdiği merhamet dininden ürküyorsa, anlayabiliriz “menfi medya” denilen kırk bin ağızlı ahir zaman deccalinin neler yapabileceğini...

İşte öteden beri yaka paça olduğumuz ve “Saklı Tarih” yaftasıyla tevkif ve teşhire çalıştığımız o kötülükler odağı korkunç yaratığın dili ve lisanı. Bu günün çirkin kasıtlı medyasıdır!..

O halde, fatih sultanların da, biz sıradan müslümanların da boynuna yüklenmiş bir borç var: Hepimiz, kendi İstanbulumuzu fethetmek zorundayız... “Ya biz O’nu alırız veya O bizi!..”

O İstanbul bazen sadece kendi çoluk çocuğumuzun rızkını kazanmak... ne âlâ bir ibadet...

Batana, öksüze, yoksula, çaresize de el uzatmak... Çalışkan öğrenci, fedakâr öğretmen, verimli işçi, dürüst tacir, idealist lider, yurtsever asker, âdil hâkim... kısaca, yaptığı işin hakkını veren, adam gibi adam olmak...

Ama bunların belki en önemlisi, güzel askerlerin güzel emiri olma mertebesinde, büyük kitleleri aydınlatan “müsbet” medya mensubu olmak!.. Kötülükleri önlemede ve iyilikleri yaygınlaştırmada hem diliyle, ve te’sirinin yüksekliği nisbetinde “eliyle”, en yüce vazifeyi ifa edebilmek!..

 

“Hazır olun erler, sefer vaktidir”... Hisarlar dikilsin, Şâhîler dökülsün, gemiler karada yürütülsün... Ve tuğlalar başa geçsin. Tekbîr çekilsin!..

İstanbul’un ve İstanbulların Fethi, mübarek olsun!..

 

***

İstanbul’u Tarih Boyunca Kimler Kuşattı?

Fatih Sultan Mehmet’e gelinceye kadar İstanbul 29 defa kuşatılmıştır. Bu kuşatmalar hakkında anlaşamayan tarihçiler, sayıyı 32’ye kadar çıkarmışlardır:

1. M.Ö. 479’da Isparta Kralı Pasvanias.

2. M.Ö. 408’de Atinalı Alkibiadis.

3. M.Ö. 340’ta Makedonya İmparatoru Filip’in generallerinden Leon.

4. M.S. 197’de İmparator Septime Severe.

5. 313’te Sezar Maksimianus.

6. 315’te Roma İmparatoru Büyük Konstantin.

7. 616’da İran Hükümdarı Keyhüsrev.

8. 636’da Avarla.

9. 654’te Şam valisi Muaviye.

10. 667’de Halife Muaviye’nin oğlu Yezit.

11. 672’de Muaviye’nin komutanları.

12. 715’te Halife Süleyman’ın kardeşi Meselleme ve Halife Mervan’ın oğlu Ömer İbni Abdülaziz tarafından.

13. 739’da Halife Abdülmelik’in oğlu Süleyman.

14. 764’te Bulgar Kralı Bağanos.

15. 780’de Harünürreşit.

16. 798’de Abbasi Halifesi Abdülmelik.

17. 811’de Bulgar Despotu Krumoz.

18. 820’de Slav komutanı Thomas.

19. 866’da Rus komutanı Askold.

20. 914’te Bulgar Kralı Simeon.

21. 948’de Âsi Torniçiyus tarafından.

22. 1081’de Aleksios Komninos.

23. 1204’te Haçlı ordusu.

24. 1261’de Mihail Paleoloğs.

25. 1396’da Yıldırım Beyazıt.

26. 1402’de Niğbolu zaferinden sonra tekrar Yıldırım Beyazıt.

27. 1414’te Yıldırım Beyazıt’ın oğlu Emir Musa.

28. 1422’de İkinci Sultan Murat.

29. Ve 1453’te Fatih Sultan Mehmet tarafından.